GüncelLGBTİ+

20 Kasım’a Giderken Unutmuyoruz: Trans Cinayetleri Politiktir

Eylül’ün de, Hande’nin de, Çağla’nın da, Nida’nın da, Helin’in de ölümü; devletin yok saydığı, iktidar sözcüleri ve medyasıyla hedef gösterdiği, toplumun nefretle kuşattığı transların yaşadığı ortak “fıtratı” gösteriyor.

İktidarın yıllardır sistematik biçimde sürdürdüğü nefret siyaseti, yalnızca gündelik hayatın damarlarına değil, hukukun kendisine, yargı paketlerinin satır aralarına, bürokrasinin en görünmez koridorlarına kadar işlemiş durumda. Çıkarılan her yeni “yargı paketi”, yargının sorunlarını çözmekten çok, iktidarın siyasal ajandasını tahkim eden birer araç hâline getiriliyor.

  1. Yargı Paketi de bundan farklı değil: Toplumsal muhalefeti, kadınları, LGBTİ+’ları, gazetecileri ve hak savunucularını hedef alan geniş ve esnek düzenlemeler; ifade özgürlüğünü daha da daraltan maddeler; Lubunyaların hak ve özgürlük alanını kriminalize eden yeni tanımlar…

Bu paketin en görünmez ama en derin etkisi, nefret söylemi ve hedef göstermeyi fiilen meşrulaştıran siyasal iklimi perdelemesi. Yıllardır ekranlardan, miting kürsülerinden, meclis konuşmalarından ve yandaş medyadan doğrudan hedef gösterilen LGBTİ+’lar; “aile düşmanı”, “sapık”, “tehdit”, “proje” gibi sıfatlarla kriminalize edilirken aynı anda sokakta, evde, okulda, işte, karakolda, mahkeme salonlarında yaşam hakkı ihlal ediliyor.

Bu hedef göstermeler tesadüf değil; doğrudan politiktir. Çünkü iktidarın yıllardır uyguladığı kutuplaştırma stratejisinin en işlevsel ayaklarından biri, “düşman yaratma” siyasetidir.

Trans kadınlar, trans erkekler, non-binaryler; yani yaşamlarını tüm zorluklara rağmen var etmeye çalışan insanlar, bu nefret kampanyalarının en ağır yükünü sırtlıyor. Her yargı paketi, “güvenlik” ve “aileyi koruma” kavramlarını manipüle ederken transların hayatına yönelen şiddet, görünmezleştirilmiş bir politika hâline geliyor.

İşte bu yüzden, 20 Kasım’a giderken yalnızca anmak değil, hatırlatmak zorundayız: Adları “tesadüf” değil, adları “bireysel vakalar” değil. Bu isimler, bu hikâyeler, bu ölümler; devlet politikalarının, nefret ikliminin, sistematik ayrımcılığın ve cezasızlığın ağır sonucudur.

Bugün hâlâ resmi makamlarda “LGBTİ+ diye bir şey yoktur” diyenler, aslında çok iyi bildikleri bir şeyin üzerini örterler: LGBTİ+’ların varoluşlarını. Ve var olanı yok saymak, sadece yaşam hakkını değil, kimliğin kendisini hedef alan bir şiddettir.

Özgür Gelecek gazetesi olarak 20 Kasım’a yaklaşırken bir kez daha söylüyoruz:

Unutmuyoruz. Unutturmuyoruz. Transların yaşam hakkı politiktir; ölüm ise asla “kader” değildir.

Bu ülkede katledilmiş, intihara sürüklenmiş, yaşamı sistemli biçimde daraltılmış nice trans kişi var. Onlardan beşinin portresi; bir ülkenin karanlığına, direnişine ve yarım bırakılmış hayatlarına tuttuğumuz bir ışıktır.

  1. Eylül Cansın — “Yapamıyorum” diyerek bıraktığı çığlık hâlâ aramızda
    5 Ocak 2015’te İstanbul’da köprüden atlayarak yaşamına son veren Eylül Cansın, Türkiye’de trans intiharlarının görünürlüğünü sarsıcı biçimde artırdı.

İş verilmediği için, barınma hakkı gasp edildiği, sürekli şiddete maruz bırakıldığı için adım adım ölüme itildi.

Onun ardında yükselen öfke, trans mücadelesinin en güçlü damarlarından biri olarak hâlâ sokaklarda atıyor.

  1. Hande Kader — Yakılarak öldürüldüğünde ülkenin tüm karanlığını açığa çıkardı
    İşkence edilip yakılarak öldürülen Hande Kader, Türkiye’de trans cinayetlerinin ulaştığı vahşetin simgesi oldu. Hande yalnızca bir trans kadın değildi; Gezi Direnişi’nin, Onur Yürüyüşleri’nin, polis şiddetine karşı sokaklarda direnenlerin yüzlerinden biriydi. Cezasızlık, bu ülkede trans bir kadının yaşamının devletin gözünde ne kadar değer gördüğünün somut kanıtı.

Hande’nin ardından yükselen tek bir gerçek vardı: “Bu bir nefret cinayetidir ve bu nefret devlet tarafından örgütlenmektedir.”

  1. Çağla Joker — Failin ‘beni kandırdı’ bahanesi bir kez daha nefretin nasıl meşrulaştırıldığını gösterdi

23 yaşındaki Çağla Joker, 2013’te İstanbul’da evinde bıçaklanarak öldürüldü.
Fail, mahkemede transfobik saldırılarda yıllardır duyduğumuz aynı bahaneyi öne sürdü: “Beni kandırdı.”

Bu bahane, trans kadınların öldürülmesini meşru göstermek için kullanılan sistematik bir söylem hâline getirildi.

Çağla’nın ölümü de tıpkı diğerleri gibi, trans kadınların hem sokakta hem evde hem de yargı karşısında güvende olmadığını bir kez daha ispatladı.

  1. 4. Nida — “Şüpheli ölüm” denilerek kapatılmak istenen, politik bir cinayet

Bugünün portrelerinden biri olan 45 yaşındaki Nida’nın cesedi, birlikte yaşadığı H.İ. tarafından banyoda kanlar içinde bulundu. Yapılan ilk incelemede, Nida’nın boğazına, sağ ve sol yüzüne aldığı kesici darbelerle hayatını kaybettiği belirtildi. Ayrıca, evin bahçesinde yapılan aramada saksıda gizlenen bir bıçak tespit edildi.

“İlişki konusunda anlaştık. Sonra adrese gittim. Trans birey olduğunu bilmiyordum. Sonrasında aramızda tartışma çıktı” demişti fail. Biz bu cinayetin failinin de, savunmayı hazırlayıp eline verenin de devlet olduğunu biliyoruz.

  1. Helin — Aile Yılı transların canını alıyor

Edirne’nin Keşan ilçesinde TikTok üzerinden açtığı canlı yayın sırasında trans kadın Helin 13. kattan atlayarak intihar etti.

Canlı yayın sırasında annesine ulaşmaya çalışan Helin, intihar etmeden önce “Ekran kaydı al, paylaş, bütün trans sitelerine at. Bize yaşama hakkı vermiyorlar. Ailem başta kabul etmiyor” demişti.

Bizler “Aile yılı” söylemlerin lubunyaların ve trans kadınların yaşamını nasıl işgal ettiğini biliyoruz.

 

20 Kasım’a Giderken Hatırlıyoruz: Bu Düzen Transları Öldürüyor

Bu beş portre farklı yıllardan, farklı şehirlerden, farklı hayatlardan geliyor olabilir.
Ama ortak bir çizgi var: Onları öldüren aynı nefret düzeni.

Eylül’ün de, Hande’nin de, Çağla’nın da, Nida’nın da, Helin’in de ölümü; devletin yok saydığı, iktidar sözcüleri ve medyasıyla hedef gösterdiği, toplumun nefretle kuşattığı transların yaşadığı ortak “fıtratı” gösteriyor.

Oysa transların, lubunyaların ve tüm kadınların fıtratında direniş var/olmalı.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu