
Durak Tekstil işçileri yaklaşık sekiz ay önce Öz İplik-İş Sendikası’na üye olmaya başladı. Patron tarafından sendikaya üye olmamaları konusunda baskı gören işçiler ardından işten çıkarıldı. İşten çıkarılan altı işçi ve sendika üyeleri, fabrika kapısı önünde direnişe başladı.
– 19 Şubat’ta işçiler direnişe başladı ama ondan önce sendikalaşma çalışmaları başlamıştı. Bu süreci, sendika çalışmalarını anlatır mısınız?
– Biz örgütlenme çalışmalarımıza ilk önce örgütleyici çekirdek kadroyu kurarak, o öncü işçilerle sendikal mücadele, sınıfsal mücadeleyle ilişkili süreçler örgütleyerek başlıyoruz. 3-4 ay sürüyor. Üç aylık bir çalışmamız var, öncü işçi arkadaşlarla bu süreçleri yaşadık. Ondan sonra üyelik yapmaya başladık, bu işten çıkışlar olmadan tam üç ay önce. İçeride belli bir kitleye ulaştık. Ama biliyorsunuz işçi sınıfının en büyük düşmanı, işçi sınıfının ta kendisi.
Bir tarafta hakları için mücadele eden, oradaki şartları düzeltmeye, insan yaşamına yakışır çalışma ortamını veyahut insan onuruna yakışır ücretler almaya çalışan bir grup işçi; diğer tarafta ise kendini daha patrona yakın benimseyen bir kesim var.
Patron vekillerine bu süreci bildirdiğinde, 13 Şubat’ta, bu arkadaşların önüne 17. ve 18. maddeden yani “tek taraflı, işveren tarafından fesih” evrakı koyuluyor. Arkadaşlarımız bunu kabul etmiyor. Arkadaşlarımız çıkış nedenlerinin sendikal bir çalışma olduğundan, sendikalaşma sürecini başlattığımızdan dolayı böyle olduğunu düşünüyor. Patronun sunduğu fesih evrakı için işçilere; “Bizim için önemli değil, imzalamazsanız biz evraklarınızı eve göndeririz” deniliyor. Üç gün sonra evlere gönderilen evrakta 25/2 deniliyor ki, bu da hırsızlık, ahlaki, yüz kızartıcı suçlar gibi bir sürü şeyi kapsıyor. Sonuç olarak bu insanlar 22-26 yaş aralığında gencecik, üretken, emekçi insanlar.
Düşünebiliyor musunuz, bu gencecik insanların evine 25/2 maddesinden evrak gönderiliyor. Bu kişilerin toplum, aile arasındaki karşılaşabileceği psikolojik baskıyı tahmin etmek istemiyorum, o kadar zor durumda kaldılar yani.
Zaman içerisinde arkadaşlarla bu durumu atlattık. İşvereni baskı altına aldık, çıkış kodunu değiştirdiler. Ama sonuç itibariyle bu süreçleri yaşadı işçiler. Tabi patronların kâr hırsıyla insanlıklarından uzaklaştığını, vicdansız hale geldiklerini de gördük. İnsan hayatıyla bu kadar kolay oynayamazsınız! Bu cesareti, bu gücü nereden alıyorsunuz? Bu kadar kolay olmamalı! Biz 19 Şubat’ta direnişe başladık. O günden bugüne kapının önünde, direnişteyiz.
“Patronlar süreci uzatıyor, içeride baskıyı artırıyor!”
– Sendikalaşmak işçi için Anayasada tanımlı bir hak. Fakat bu hemen hemen hiçbir yerde yaşama geçmiyor. Sendikal çalışmalar, yasa dışıymış gibi ele alınıyor. Sendikaya yetki verilmiyor, çoğu yerde yetkiler iptal ediliyor, yetki sürecinde işçiler işten atılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu yaklaşım hakkında?
– Biz Öz İplik-İş sendikası Bursa Şubesi olarak Anayasa’nın 51. maddesinin, Sendikalar Yasası’nın 17/ 118. maddesinin çalıştırılmasını istiyoruz. Ama maalesef bizim gibi toplumlarda, ülkelerde sadece birilerinin gazını alabilmek önemli. Ortada bir kanun var, sizin hakkınız var ama bu kanun çalışmıyor, çalıştırmıyorlar. Patronun dediği “tavşana kaç tazıyı tut” anlayışı. Biz burada yetkiyi alsak, bu yetkiyle kalıyoruz.
Çalışma Bakanlığı’nın kayıtları üzerinden, e-devlet üzerinden üyelik yapıyoruz. Salt çoğunluğu yakaladığımızda, patron itiraz ediyor ve dava süresiyle birlikte tam iki yıl sürüyor. Anayasa’nın 51. maddesi orada!
Biz mesela Çalışma Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunduk. Yüksek Çalışma Teftiş Kurulu geldi denetledi. Rapor yarın geçecek elimize. Bu raporda diyor ki; “Evet burada sendikal özgürlüğü kısıtlama vardır, burada sendikal ihlaller vardır, işverenin cezalandırılması…” Bu kadar kanıt varken olan ortada. Patronlar bu mevzuat gereği çok güçlüler. Yani topu taca atabiliyorlar, süreci uzatabiliyorlar, içeride baskıyı artırıyorlar, sirkülasyona gidiyorlar.
Sürekli yeni işçiler alıp eski işçileri içeride baskı altına alıp korkutuyorlar. Bu durum istifaların önünü açıyor. Ama şunu ısrarla söylüyoruz; Anayasa’nın 51. maddesi orada dururken bir tane işçinin sendikal örgütlenmeden dolayı işini kaybetmesini istemiyoruz. Bu maddeyi nasıl çalıştıracaklar, bu hak gasplarının nasıl önüne geçecekler, biz bunun sıkı takipçisiyiz. Ve bu konuda da direteceğiz ve direneceğiz.
“Burada işçilerin emeklerine sahip çıkarsak yarın daha güçlü oluruz!”
– Son olarak direniş nasıl gidiyor, kamuoyuna nasıl bir çağrınız var?
– Direnişimiz iyi gidiyor. Ama süreç uzadıkça çeşitli sıkıntılarımız açığa çıkıyor. Örneğin ekonomik sıkıntılarımız var. Sendika belli bir oranda direnişteki işçi arkadaşlarımızın ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor, bireysel ihtiyaçlarını da sendika karşılıyor. Fakat bu yeterli olmuyor. Ve fabrika önündeki uzun süreye yayılan direniş olduğunda insanlar da “bir an önce sonuçlanması” beklentisi günden güne artıyor. Bu nedenle dönemsel olarak kırılmalar olabiliyor, motivasyon düşüklükleri yaşanabiliyor.
Bizler yaptığımız basın açıklamalarıyla, buradaki işçi örgütleriyle beraber fabrika önünü zaman zaman yoğun tutarak işçi arkadaşlarımızın direngenliğini, motivasyonunu artırmaya çalışıyoruz. Buradan bütün işçilere, bütün emek örgütlerine, emekten yana tavır alan, emeğin bu ülkede bir karşılığının olmasını isteyen her bireye, her kesime sesleniyorum: Burada bugün işçilerin emeklerine, mücadelelerine sahip çıkarsak yarın daha büyük direniş alanlarında daha güçlü oluruz. Destek bekliyoruz.
Sınıfsal değerlerimizi koruyacağız ama bizim işyerleri içerisinde iki ortak menfaatimiz var. Tüm işçiler -hangi siyasi eksende olursa olsun- birincisi işçilerin insan sağlığına yakışır çalışma ortamları ve ikincisi insan onuruna yakışır bir ücret almaları. Bu iki ortak menfaatte tüm işçilerin buluşması lazım.