GüncelMakaleler

YORUM | Filistin ve Suriye’de “Silah Bırakma” Dayatması*

Egemen sınıfların şiddeti karşında ezilenlerin şiddeti en temel haktır. Yapılan ve amaçlanan ezilenlerin zor kullanma hakkının onların dili ve eliyle ellerinden alınmasıdır.

Son günlerde Medya Savunma Alanları’nda Türk ordusu ile HPG gerillaları arasında çatışmalar artmış durumdadır. Faşist TC, Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik silah bırakma çağrısı yaparken diğer taraftan gerilla alanlarına yönelik saldırılarına ara vermeden devam ediyor.

Türk ordusunun saldırıları karşında gerillanın yanıtı ise etkili karşı saldırılarla ve tekniği de kullanarak ve düşmanın beklemediği alanlarda üs ve karakolların vurulması şeklinde oluyor. Bu açıdan savaş alanlarında realiteye damgasını vuran şey, savaşın taktik ve eylem hattının zenginleştirilerek tahkim edilmesidir. Benzer durum, Rojava özelinde Tişrin ve Karakozak için de geçerlidir.

Silahı etkin şekilde kullananlar siyasetin yönünü de tayin ediyor.

Ezilenlerin gözünden Orta Doğu’da iki temel gündem, siyasetin baş köşesine oturmuş durumdadır. Bunlardan ilki Filistin bağlamında yaşanan soykırım ve giderek derinleştirilerek sürdürülmesidir. Gazze Şeridi’nin boşaltılarak Filistinlilerin başka ülkelere sürülmesi planı 21. yüzyıla kara bir leke olarak geçecektir. Yüz yıl önce Ermeni ulusuna dayatılan soykırım ile bugün Filistin ulusuna dayatılan soykırımın benzer yanları bulunmaktadır.

Türk egemen sınıfları, Ermeni Soykırımı ile o günün şartlarında neyi amaçladılarsa bugün de Siyonist İsrail, benzer amaçlarla Filistin ulusunu bir bütün yaşadığı topraklardan tehcir etmeyi hedefliyor. Benzer durum ve karşılaştırmayı, ezilenlerin veya ona öncülük iddiası taşıyan ilerici demokratik devrimci güçlerin bu soruna yaklaşımı açısından da ifade etmek gerekir.

Yüz yıl önce ilerici demokratik ve devrimci güçlerin Ermeni Soykırımı karşındaki tutumu, onların sonraki ideolojik siyasi hattına damgasını vurdu. Ve adeta onlar için prangaya dönüştü. Bu pranga, elli yıl sonra İbrahim Kaypakkaya tarafından parçalandı. Bugün de Filistin sorunu bağlamında ilerici demokratik ve devrimci güçler benzer bir sınavla karşı karşıyadır.

Orta Doğu’da devrimciliğin turnusolü bugün açısında Filistin meselesine yaklaşım ve alınan tutum olacaktır.

Filistin direniş gruplarının 7 Ekim hamlesi, siyonist İsrail’in bunu bahane ederek yaptığı katliamlar ve saldırganlığının nedeni olarak gösterilmektedir. Ya da bölgede 7 Ekim hamlesi bahane edilerek Arap halkları, Siyonist İsrail’in yayılmacılığına ve soykırım planına ikna edilmeye çalışılmaktadır. Başta ABD ve NATO eksenli emperyalist blok, İsrail’in Filistin ulusuna yönelik saldırılarını ve soykırım planını politik, askeri ve ekonomik yönden desteklerken diğer taraftan Rusya ve Çin emperyalistleri de bir şekilde ikna edilerek nötr kalmaları sağlanmış ve emperyalist kapitalist dünyanın efendileri Filistin ulusu karşında birleşmişlerdir.

Aynı şekilde Filistin’le benzer şekilde bölgede diğer ulusal hareketlerin bu konudaki yaklaşımları da sorunun ciddiyeti ve bu tehdidin kendileri içinde bir tehdit olduğu yaklaşımından uzaktır. Bu ulusal hareketlerin, Filistin sorununa ilgileri kalmamıştır.

Hatta Siyonist İsrail devleti ile ilişkileri geliştirme çabası güdenler dahi vardır. Bu açıdan bugün Filistin ulusuna yaşatılanların yarın bölgede diğer ulusal hareketlere de yaşatılması olasılık dahilindedir. Buradan bakıldığında bir kez daha görülmüştür ki, ezilen ulusların ve halkların gerçek dostu yine ezilen dünya halklarıdır.

Filistin halkı on yıllardır, direniş ve mücadele ile elde ettiği tüm kazanımları bugün de direnerek koruyacaktır. Gerek Filistin direniş grupları gerekse de Filistin halkı kendi tecrübesinden çok şey öğrenmiştir. Bunun için emperyalist merkezlerde kendilerine reva görülen kadere çaresizce boyun eğmeyi kabul etmeyeceklerdir. Filistin halkının tam ve gerçek özgürlüğü İsrail Siyonizminin yenilgisi ile gerçekleşecektir.

Bölge gerici Arap devletleri ve faşist Türk devletinin Filistin için ifade ettikleri sahtedir. Filistin halkına dayatılan en önemli konuların başında silahlı grupların silahları bırakması ve Siyonist İsrail devleti karşında silahlı mücadele yöntemlerinin terk edilmesidir.

 

Suriye’de yeni rejim halka gelecek vaad etmiyor

Suriye’de ise BAAS rejiminin yıkılmasından sonra sürecin nereye doğru evrileceği belirsizliğini korumaktadır. Belirsizliğin ana kaynağı, HTŞ gibi bir çete yapılanmasının toplumun bütününü kapsayacak bir nitelikte olmamasıdır.

BAAS rejiminin yıkılmasında, ABD ve İngiliz emperyalistleri için kullanışlı bir aparat olsa da gelmiş olduğu gelenek nedeniyle HTŞ’nin dönüşümü kolay değildir. İktidara geldikten sonra gerek HTŞ gerekse de lideri Colani diğer ulus, azınlık ve inançlara yönelik kapsayıcı bir politika geliştirememiştir. Aksine başta Aleviler olmak üzere Sünni selefi inancı dışında kalan kesimlere yönelik baskı ve saldırılara girişmiştir.

Her ne kadar emperyalistler tarafından cilalanarak parlatılsa da Suriye’de HTŞ ve Colani’ye hiçbir kesim tam manasıyla güvenmemektedir. Emperyalistlerin icazeti ile gerçekleştirilme hazırlıkları yapılan “Suriye Ulusal Konferansı”na Dürziler, Kürtler, Aleviler, Süryaniler ve diğer azınlık milliyetler ile gruplar davet edilmediği gibi bu kesimlerin iradesini gaspı anlamına gelen pratiklere hız verilmiştir. HTŞ kendi atadığı valilikler üzerinden bir temsiliyet oluşturmaya çalışmaktadır.

Tüm bu sorunlar içerisinde gündemin ön sıralarını işgal eden konu ise hiç kuşkusuz Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve HTŞ arasında devam eden görüşmelerdir. Bu görüşmelerin odağında Rojava bölgesinin statüsü ve QSD güçlerinin geleceği gibi konular vardır. Bu görüşmeler faşist Türk devletinin doğrudan müdahaleleri ile kimi zaman kesintiye uğrasa da ABD’nin yönlendiriciliği altında devam etmektedir.

Orta Doğu’da Filistin ile beraber Kürt ulusu da önemli devrimci bir dinamik ve potansiyel taşımaktadır. Kürt ulusal hareketinin elli yıla yakın bir zamandır TC devletine karşı yürüttüğü silahlı mücadele, Rojava özgülünde fiili bir özerk yapı oluşturmayı başarmıştır. Türk devleti, oluştuğu günden itibaren burada gelişen Kürt ulusunun kazanımlarını ortadan kaldırmak için elinden gelen çabayı göstermektedir.

Suriye’de BAAS rejiminin çökmesi ile birlikte TC de fırsattan istifade Rojava’yı işgale yönelmiş fakat Tişrin ve Karakozak hattında direniş bariyerine çarparak ve aynı zamanda ABD gibi emperyalist güçlerinde devreye girmesiyle geri dönmüştür.

Gelinen aşamada TC kendisi açısından sorun gördüğü bu meseleyi HTŞ’ye devretmek durumunda kalmış olmasına rağmen Rojava’nın özerk bir statüye kavuşmasının önüne geçmek için fiilen müdahalelerini sürdürmektedir.

HTŞ ve Rojava Özerk Yönetimi arasında süren görüşmelerin birçok başlığı vardır. Petrol bölgelerinin durumu, sınır kapıları, Rakka ve Der Zor gibi Arap nüfusunun yoğun yaşadığı şehirlerin ne olacağı, barajlar ve tarım alanları vb. daha bir dizi konu yapılan görüşmelerin gündemleri arasındadır.

Fakat tüm bu başlıklara gelmeden önce en fazla gündemleşen ve kamuoyu önünde tartışmaya açılan konu PKK’nin askeri varlığı ve Rojava bölgesinin statüsünün ne olacağıdır. Tıpkı Filistin’de olduğu gibi Kürt ulusal hareketine de silahlı güçleri lağvetmesi ve Kürt hareketinin öncü, önder kadrolarının bölgeden çıkarılması ana başlık olarak tartışılmaktadır. “Yabancı savaşçılar” olarak kodlanan bu durum esasında Kürt ulusunun önderliksiz bırakılarak etkisizleştirilmesini ve Rojava’nın kuruluş amaçlarından uzaklaşmasını hedeflemektedir.

HTŞ’nin bünyesinde binlerce dışardan getirilmiş çete unsuru bulunmasına ve bu unsurlara kurulan merkezi ordu içerinde kritik görevler verilmesine rağmen tartışma konusu yapılan Kürt ulusal hareketinin kadro ve savaşçıları olmaktadır. Bu durumu gündemleştiren esas güç, TC’dir. Fakat burada önemle altının çizilmesi gereken “şiddet kullanma hakkı”nın egemenler lehine tartışılıyor olmasıdır.

Rojava Özerk Yönetimi, askeri güçlerin tasfiyesi anlamına gelecek şekilde geri adım atıp tavizler verdiği taktirde Rojava’nın statüsü büyük bir tehdit altında kalacaktır. Ve elde edilen kazanımların hiçbir garantisi bulunmayacaktır.

Gerek faşist Türk egemen sınıfları gerekse de bölge gerici devletleri karşısında Kuzey ve Doğu Suriye’de gerek Kürtler ve Araplar gerekse de diğer azınlık milliyetler; elde edilen tüm kazanımları silahlarının arkasında ve mevzilerinin başında elde etmişlerdir.

Silahın kabzası bırakıldığı anda tutulan hiçbir mevziinin garantisi yoktur. Dahası Orta Doğu gibi bir coğrafyada kendini korumak demek elde silah tutmak demektir. Bu konuda taviz vermek, egemenlerin icazetine bel bağlamak demektir.

Bunun için Kürt ulusunun askeri yapılanmasına yönelik her türlü girişime karşılık tavizsiz olunmalıdır. Rojava özerk bölgesinin askeri bağımsızlığını koruması elde etmek istenen siyasi statü kadar önemlidir.

Başa dönecek olursak emperyalist güçler tarafından Orta Doğu coğrafyasının dizaynı hız kazanıp emperyalistler arası rekabet hız kazanmıştır. BAAS rejiminin yıkılıp yerine HTŞ çetelerinin iktidara getirilmesi bölgede yeni bir sürecin de kapılarını aralamış bulunmaktadır. Bu yeni süreç Orta Doğu coğrafyasının daha fazla istikrarsız hale gelerek çatışma alanlarının genişlemesi anlamına gelmektedir.

Tam da böylesi bir ortamda emperyalist kapitalist düzenin efendileri, bölgenin faşist şefleri ezilenlere “silahları bırakın” çağrısı yapmakta ve tehditler savurmaktadır. HTŞ çetelerinin ilk icraatlarından birisinin halktan silah toplanması olduğu ve halen halkın elindeki silahları toplamak için gün içerisinde onlarca operasyon yapmasının asıl nedeni, bölge halkalarına yaşatılanın kendilerine büyük bir isyan dalgasıyla döneceğinin farkında olmalarıdır.

Bunun içindir ki, Filistin’de Siyonist İsrail devleti Filistin direniş gruplarına, Kürdistan’da da ise faşist Türk devleti Kürt ulusal hareketine “silahları gömün” çağrısı yapmakla kalmayarak tehdit etmektedir.

Egemen sınıfların şiddeti karşında ezilenlerin şiddeti en temel haktır. Yapılan ve amaçlanan ezilenlerin zor kullanma hakkının onların dili ve eliyle ellerinden alınmasıdır. Gerek Filistin gerekse de Kürdistan’da ezilenlerin zor kullanma hakkı sonuna kadar savunulmalıdır.

Elinde silah bulunduranların tarihte yenildiği çok görülmüştür fakat eline silahı almayanların kazandığı görülmemiştir.

*Bu makale PKK’nin tek taraflı ateşkesinden önce yazılmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu