GüncelMakaleler

ERMENİ SOYKIRIMI | Yerevan’da Sönmeyen Ateş!

"110 yıldır devam eden bu trajedi günümüzde Hrant Dink, Sevag Balıkçı ile devam etmektedir. Hakikatleri dile getirmenin bedelini Hrant Dink hayatı ile ödemiştir. Kontrgerilla nezaretinde işlenen cinayetten sonra katil, Türk bayrağı ile şov yapmış, daha sonra salıverilerek ödüllendirilmiştir"

24 Nisan, Ermenistan’da aynı zamanda dünyanın dört bir tarafında 1915 soykırımı ile yok edilen 1.5 milyon insan için etkinliklerin düzenlendiği özel anlamı olan bir gündür!

Her yıl geleneksel olarak başta Yerevan olmak üzere dünyanın birçok önemli merkezinde Ermeni halkı sokaklara çıkarak Hakikat Mücadelesi’ni sürdürür. 1960 yılında Ermenistan Komünist Partisi’nin önerisi ile başlayan, Ermeni tarihçilerinin de desteklediği, Yeravan’ın en yüksek aynı zamanda Türkiye’ye (Ararat Dağı’na) bakan tepesine inşa edilmesi planlanan Zizernagaberd Anıtı (Kırlangıçlar Yuvası) uzun bir çalışmanın sonucunda 1967 yılında halka açıldı. Ermeni halkının yeniden doğuşunun ve Batı Ermenistan’da 12 Ermeni ilin simgesi olarak inşa edilen mimarisinin yanında Ermeni şehirlerinin adlarının yazıldığı duvar ile ortasında soykırım kurbanları anısına sönmeyen meşale bulunmaktadır. Bu meşale yakıldığı günden bun yana sönmeden yanmaktadır.

Ermeni Soykırımı’nın 100. yıl anma etkinliklerinin ve Hakikat Mücadelesi’nin sembolü olan, bütün dünyanın kabul gördüğü, beş yapraktan oluşan “Unutma Beni” çiçeği ise Osmanlı Türkiye’sinde “Tehcir Kanunu” ile yerlerinden-yurtlarından zorla gönderilen bir halkın dünyanın beş kıtasına dağılmasının sembolü olmuştur.

Ama ne yazık ki, bütün dünyada soykırımda hayatını kaybedenler çeşitli etkinliklerle anılırken, soykırımın yaşandığı ülke Türkiye’de anma etkinlikleri yasaklanmaktadır. Ölüm yolculuklarının başlama noktası olan Sultanahmet, Şişli, Kadıköy, Tünel gibi semtlerde toplanan 300’e yakın aydın, yazar, gazeteciler anısına 1915’i simgeleyen, saat 19.00’da yapılan gösteri ve yürüyüşler, devlet tarafından artık engellenmektedir.

2010 yılından itibaren AB ile çevrelerine iyi görünmek amacıyla müsaade edilen gösteriler son beş yıldır yasaklanmıştır. Sembolik bir grup da olsa sokaklarda, Ermeni Soykırımı anma etkinliği düzenlenmesi anlamlıdır. Hakim sınıflarının kurucu ve temel ideolojisi olan Türk ile Türkçülük damarı halen Türkiye’de tabu olan Ermeni Sorunu’nun gündeme getirilmesi karşısında yasakçı tavrı tahammülsüzlüğünün ifadesidir.

Yerevan’da tutuşturulan ateş dünyaya yayılırken 100. yıl anma etkinliklerinde Türk devleti “Ermeni Soykırımını Tanıma ve Yüzleşme”si için çok ağır suçlamalar ile karşı karşıya kalmıştı. Türk devleti işlediği bu ağır suç ile tanınmakta, teşhir ve tecrit olmuş yalnızlaşmıştır. Soykırımı uluslararası alanda ilk tanıyan devletler arasında olan Uruguay ile başlayan, Ermeni Soykırımı’nı tanıma iradesi artık bütün dünyaya yayılmış durumundadır.

Büyük bedeller ödenerek dünya parlamentolarında kabul edilen soykırım gerçekliği, Ermeni halkının yürüttüğü Hakikat Mücadelesi sonucunda olmuştur. Fakat aradan 110 yıl gibi uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen, TC devlet aklı bir yandan Ermeni Soykırımını red ve inkar ederken, diğer yandan Ermeni düşmanlığına hız kesmeden devam etmektedir. Ermeni soykırım tabusu halen devam ederken, soykırım hakkında her türlü açıklama cezai soruşturmalar ile karşı karşıya kalmaktadır.

1915 Ermeni Soykırımı’nın sonuçları bir ulus, bir halk ana yurtlarından yok edilirken kapanması mümkün olmayan yaralar açmıştır. Bu yaralar halen kanamaya devam etmektedir. Yüzleşme ve tanıma bir yana “Ermeniler, bize katliam yaptılar” denilerek karşı bir propaganda yürütülmektedir.

Günümüzde dünyanın öbür ucundan, 100 yıl önce atalarının yaşadığı toprakların hasreti ile yaşayan ve ziyaret için Anadolu’ya gelen Diaspora Ermenilerine tanık oluyoruz. Halen katliamlardan kurtulmak için zorla Müslümanlaştırılmış Ermenilerin vefat ederken, son sözlerindeki hakikati itiraf etmelerine tanık oluyoruz. Halen Yeravan’a akrabalarını bulmak için ziyaret eden, kilise duvarlarında verilen ilanlara şahitlik ediyoruz. Bu trajedi içerisinde yaşadığımız gerçekliğin kendisidir.

110 yıldır bitmeyen acı!

1915 Ermeni Soykırımı’nın planlayıcısı, örgütleyicisi, uygulamaya koyan İttihat ve Terakki Partisi (Birlik ve İlerleme Partisi) yönetici kadroları İsmail Enver, Mehmet Talat, Ahmet Cemal’de somutlanan ırkçı, Turancı ve Türkçü ideoloji sahipleri, Osmanlı Devleti’nde 30 yıl süren koyu bir baskı rejimi olan Abdülhamit döneminde 300 bin Ermeni’nin ölümü ile sonuçlanan “Kanlı Sultan” rejimini devirerek iktidarı ele geçirince; Abdülhamit’in 30 yılda çözemediği Ermeni sorununu “çözmek”le övündüler.

Kuşkusuz Ermeni sorununun “hallonması”nda dönemin emperyalist güçlerinin (İngiltere, Almanya ve Rus Çarlığı vb.) Osmanlı toprakları üzerinde çatışması ve çıkarları etkili olmakla birlikte, esas olarak “sermayenin millileştirilmesi” (Türkleştirilmesi) amacıyla Osmanlı tebası olan Hristiyanların katledilerek, mallarına, mülklerine çökülmesi amacıyla hareket edilmiştir. Ermeni, Rum ve Süryani soykırımının arkasında bu gerçek vardır. Küçük Asya’da Hristiyan nüfus bu amaçla yok edilmiştir.

Sürecin gerekçesi olarak ileri sürülen Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermenilerin ve diğer Hristiyan ulusların, uluslaşma süreciyle birlikte ulusal mücadele içerisinde olması sadece bir bahanedir. Osmanlı yıkılırken, Türk ve Müslüman kompradorlar kendi sermaye birikimlerini sağlamak ve emperyalistlerle işbirliği içinde kendi pazarlarına sahip olmak istemişleridir. Osmanlı’nın Avrupa’da Balkan Savaşları’nda % 80 toprakları kaybedilmesi, göçmenlerin akın akın Anadolu’ya gelip yerleştirilmesi vb. gelişmelerle, Osmanlı topraklarında Ermenilere ve Hıristiyan azınlıklara karşı düşmanlık had safhaya ulaştı. Rus ordusunun Türk ordusunu hezimete uğrattığı, Sarıkamış yenilgisi bardağı taşıran son damla oldu. Bir dönem Osmanlı’da “Millet-i Sadık” (Sadık Tebaa) olarak gösterilen Ermeniler, yenilginin sorumlusu olarak gösterildiler.

Soykırım planı, Türk devlet aklı için her zaman kullanışlı bir söylem olan “güvenlik” gerekçesiyle hayata geçirildi. Önce Osmanlı ordusunda silah altında olan Ermeniler silahsızlandırılıp Amele Taburları’na gönderildiler. Ve bu toplama kamplarında katledildiler. Ardından “Tehcir Yasası” çıkarılarak başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında başlatılan “cadı av”ında, 300’e yakın aydın, yazar, politikacı, Ermeni toplumunun en ileri kesimleri tutuklandılar.

Bir gün önce Mehmet Talat ile Beyoğlu Pera Palas Oteli’nde vakit geçiren Krikor Zohrab adındaki Meclis-i Mebusan üyesi de tutuklanınca şaşkınlığını gizleyemedi. Çeteler eşliğinde Der-Zor çöllerine sürgün edildiler. Önce Ayaş ile Çankırı’ya oradan Anadolu’nun ıssız, kuytuluk köşelerinde hepsi teker teker öldürüldüler. Sosyalist Hareket’in Anadolu topraklarında ilk öncüleri olan Hınçak Partisi yöneticileri de tutuklandılar. “20”ler, 15 Haziran 1915 tarihinde İstanbul Beyazıt Meydanı’nda idam edildiler.

Sosyalist Hareketin Anadolu topraklarında öncüleri olan Ermeni sosyalistler idam sehpalarına giderlerken Madteos Sarkisyan (Paramaz) sözleriyle; “…siz bizim ancak vücudumuzu öldürebilirsiniz ama fikirlerimizi asla, yarın doğu ufkunda belirecek Ermeniler özgür sosyalist Ermenistan’ı selamlayacaklar…” ölümü karşıladılar.

Türkiye devrimci hareketi “20”lein direniş ve mücadelesini ve Ermeni Soykırımı gerçeğini çok sonra fark etti. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’de Kemalistler tarafından katledilmelerinin ardından, Türkiye Devrimci Hareketi içinde bu gerçeği ilk defa İbrahim Kaypakkaya; “kitle halinde katledilen ve topraklarından sürülen Ermeniler”den bahsederek saklanmaya ve gizlenmeye çalışılan; konuşulmasına, tartışılıp fikir belirtilmesine bile müsaade edilmeyen can alıcı bir soruna işaret etti. Kaypakkaya tıpkı, Kemalizm ve Milli Mesele tezleri olduğu gibi, TC devletinin üzerinde yükseldiği “soykırım” gerçekliğini fark etmiştir. Ve yine Ermeni Soykırımı’nın başlangıç tarihi olarak kabul edilen 24 Nisan’da çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluşunu ilan etti.

Cumhuriyet Türkiye’sinin kuruluşu Ermeni Soykırımı’nda yer alan İttihatçı kadrolar önemli devlet kurumlarında görevlendirildiler. Irkçı-faşist, Pan-Türk ideolojisinin en keskin savunucuları oldular. Yeni çıkarılan “Soyadı Kanunu” ile soykırımda işledikleri suçları gizlediler.

Hepsi “Türk”, “Türkoğlu”, “Kahraman” soyadları ile yeni bir yaşam kurarak kendilerini gizlediler. Soykırımdan sonra küçük bir azınlık olarak kalan Ermenilere ise Ermeni kimliğinin aidiyetlerinden biri olan “yan” soyadları nüfus kayıtlarında yasaklandı. Bugün de Türk devleti yeni bir yüzyıla girerken, “yeni devletin” parolası değişmemiştir. İktidara gelen hangi parti olursa olsun “tek millet, tek devlet, tek dil, tek bayrak” ilkeleri ile hareket etmek zorundadır. Türk devletinin kuruluş ilkelerinde olan, Türk olmayan azınlıkların görevleri “Türk’e hizmet”, “Türk’e köle” olarak belirlenmiştir.

Beni unutma!

İçinde bulunduğumuz II. yüz yıl Türkiye’sinde Ermeni Soykırımı’nın mimarları olan Talat-Enver-Cemal’lerin ideolojileri halen varlığını korumaktadır. Ermeni Soykırımı suçlarından ülkelerini terk edip yurt dışına kaçan İttihatçılar, Ermeni fedaileri tarafından, yerleri tespit edilip teker teker Ermeni halkı adına cezalandırılmasının ardından naaşları 23 yıl sonra CHP Hükümeti İsmet İnönü tarafından getirilip, “Devlet Töreni” eşliğinde toprağa verildi. Bütün ailesine ömür boyu maaş bağlanarak, soykırımdan gasp edilen evler bedava tahsis edildi. Bulvarlara, caddelere, okullara “Talat Paşa” isimleri verildi.

Günümüzde yeni yetme bir ırkçı ve faşistlerden biri olan Yavuz Ağıralioğlu; soykırım suçlusu ve ülkesinden kaçan Mehmet Talat’a “gurur”la sahip çıkıyor.

Ve “biz çocuklarımıza Talat-Enver-Cemal ismi verme kararımızla buna mukabele ediyoruz… Bu münasebetsizlik devam ederse, kız çocuklarımıza da dahil herkese Talat ismini veririz…” açıklaması yapabiliyor. Eğer katillerin isimleri ile övüneceklerse isimler koymakla serbesttirler. Aynı şekilde Artsakh topraklarının Türkiye-Azerbaycan ile IŞİD çetelerinin işgali sırasında, askeri üniformaların apoletlerinde görülen “Enver”in resimleri, soykırım ideolojisi olan Pan-Türkizm’in halen bu topraklarda canlı tutulmaya çalışıldığını göstermektedir.

Bugün Türk devleti kurumları içerisinde, yönetimde yer alan en yetkili ve etkili kişilerce Türk milliyetçisi, şoven ve ırkçı açıklamalar devam etmektedir. Reisicumhur aynı zamanda Sadrazam R.T.Erdoğan, “benim için en kötüsü affedersiniz Ermeni dediler” demişti. Günümüzün “Talat Paşa”sı olarak görülen, İttihatçı-ZP’li Başkanı Ümit Özdağ “Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınır kapısına Talat Paşa isminin verilmesini” önermektedir.

“HDP yöneticilerinin çoğu Ermeni kökenlidir” demekte ve daha ileri giderek Garo Paylan’ı “Talat Paşa deneyimi yaşatmakla” tehdit etmektedir. Sözde “muhalif” olan CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın Ermeni-Kürt kimliğine yönelik, hakaret içeren düşmanca ifadeleri bir gerçeğe işaret etmekte ve Ermeni Soykırımı’nın 110. yılında Cumhuriyet Türkiye’sinin özetidir.

110 yıldır devam eden Türk devlet politikasını dün Harbiye Nazırı, Osmanlı Sarayı’nın “damadı” İsmail Enver’in amcası Halil Kut; Kafkaslar’da Ermenilerin topyekûn imhası için “…dünya üstünde nefes alacak tek bir Ermeni bırakmayacağım…” ifadeleriyle açıklıyordu. Bugün de benzer sözleri herhangi bir Türk devlet yetkilisinden rahatlıkla duyabilirsiniz. Nitekim Artshak’a yönelik işgal saldırısında yaşananlar bu gerçeği teyit etmiştir. Yüzbinlerce Ermeni binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan (Dağlık Karabağ) tehcir edilmiştir.

Şimdi ise Ermenistan-Azerbaycan-Türkiye arasında Kafkaslar’da “barış”, “normalleşme” yalanları ile soykırım politikası sürmektedir. Her yakınlaşma Ermeni halkı aleyhine ya toprak ya da siyasi kayıp olarak dönmektedir. İsrail’in lojistik ve istihbarat desteği sunduğu, Türk subaylarının da yönettiği Artsakh Savaşı’nda Ermeni halkı bir kez daha “yeni Türk ittihatçıları” tarafından soykırıma maruz kaldı.

ABD-AB-MİNSK guruplarının gözleri önünde, Ermeni Soykırımı’ndan yüz yıl sonra 150.000 Artsakhlı Ermeni, topraklarından tehcir edildi. Artsakh yöneticileri esir alınarak Bakü zindanlarında tutuklandı. Tüm bunlar petrol ve gaz uğruna yapıldı. AB emperyalistlerinin sözcüleri tarafından sıklıkla “değerlerimiz” olarak propaganda edilen “insan hakları” ayaklar altına alındı. İ.Aliyev, R.T.Erdoğan ile cihatçı çetelerin katliamlarına göz yumuldu. Avrupa Komisyonu Başkanı U.V.Der Leyen, Azerbaycan’ın başında olan diktatör İ.Aliyev’e “övgüler” dizerek, “güvenilir bir ortak” olarak ilan etti. Böylelikle Ermeni halkı bir kez daha, Kafkaslar’da emperyalist güçlerin ve bölge gerici güçlerinin bölgesel çıkarlarına kurban edildi.

Bugün ise Avrupa Parlamentosu’nun, Ermeni Soykırımı’nın 110. yılında “özel oturum” yapılacağını açıklaması samimiyetsizliğin, ikiyüzlülüğün bir göstergesidir. Hiçbir inandırıcılığı olmayan, emperyalistlerin timsah gözyaşlarıdır.

Taniel Varujan, Krikor Zohrab, Haçadur Malumyan, Sarkis Minasyan, Nazaret Dağavaryan, Adom Yarcanyan, Krikor Torosyan, Nerses Papazyan, Vartan Şiringülyan… adını burada tek tek sayamayacağımız Ermeni halkının aydınları ölüm yolculuklarında Teşkilat-ı Mahsus-a çeteleri tarafından birer birer katledildiler. Birçoğunun isimleri ile mezar yerleri belli değildir.

110 yıldır devam eden bu trajedi günümüzde Hrant Dink, Sevag Balıkçı ile devam etmektedir. Hakikatleri dile getirmenin bedelini Hrant Dink hayatı ile ödemiştir. Kontrgerilla nezaretinde işlenen cinayetten sonra katil, Türk bayrağı ile şov yapmış, daha sonra salıverilerek ödüllendirilmiştir. Sevag Balıkçı’nın ise zorunlu askerlik görevi sırasında, Ermeni halkının en acı günü olan 24 Nisan gibi bir günde katledilmesi, Türk devletinin Ermeni halkına olan düşmanlığının, tahammülsüzlüğünün göstergesidir.

Ermeni soykırım kurbanlarını 110. yılında saygıyla anıyoruz.

Onları unutmadık, unutmayacağız!

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu