GüncelMakaleler

YORUM | Hakikat Rahına Ereyim Dersen

"Devletin bu karakteri defalarca kez teşhir olmasına rağmen Suriyeli Alevilerin katledilmesine yönelik bir tepki oluşmamıştır."

Demokratik halk devriminin önemli görevlerinden birisi de Alevilerin örgütlenmesidir. Aleviler, yüzyıllar boyunca olduğu gibi bugün de egemenlerin saldırıları altında yaşamaktadır. Türkiye devriminin önemli bir bileşeni olan Aleviler, hem kültürlerinin hem de uğradıkları zulmün etkisi ile devrimci hareketlerin de içinde yer almışlardır. TC öncesi süreçte de Aleviler, örgütledikleri isyanlar ve uğradıkları katliamlar ile tarih sahnesindedirler.

Alevilik bugünkü bilinen halini 15. yy. dolaylarında almışsa da kökleri çok daha öncesine dayanmaktadır. Bununla ilgili birçok çalışma ve araştırma bulunmaktadır. İçgüdüsel olarak bir biçimde Alevilerin varlığını insanın varoluşuna dayandırmaya çalışanlar olsa da bütün etnik ve dini kimliklerin ve kültürlerin kendi öncelleri ile bağları olduğunu ve bir biçimde bugüne ulaşanların da iç içe geçmiş katmanlardan oluştuğunu unutmamak gerekir. Bu nedenle Alevilik, farklı biçimleri ile hem tek tanrılı hem de pagan dinlerden ve çeşitli etnik kimliklerden birçok rengi içinde barındırmaktadır.

Aleviler, asimilasyon politikalarına maruz kalmıştır

Alevilerin içinde elbette farklılıklar bulunmaktadır. Bu yılın başından itibaren soykırım düzeyinde bir katliama maruz kalmakta olan Suriyeli Aleviler ile Türkmen veya Kürt Aleviler arasında önemli farklar bulunmaktadır. Bu farkları inkar etmek, Alevileri tek tipleştirmeye çalışmak Alevi kültürünün renkli mozaiğini parçalamak anlamına da gelecektir. Ancak bundan daha tehlikelisi, gericilerin bütün Alevileri aynı paranteze alarak sürdürdükleri saldırılar karşısında Alevilerin parçalı duruşlarının derinleştirilmesi olmaktadır.

Aleviler elbette yalnızca katliamlar ile karşılaşmamaktadırlar. Aynı zamanda ciddi bir asimilasyon saldırısı ile de karşı karşıyadırlar. Özellikle faşist TC, Türkiye ve T.Kürdistanı’ndaki Alevileri azımsanmayacak bir oranda asimile etmiştir. Müslümanlık parantezine alınmak istenen Alevi kitleler, “laik” TC devletinde birçok katliama maruz kalırken zorunlu din derslerinin terörünü de iliklerine kadar hissetmektedirler. Bugün eğitim kurumlarında giderek daha da artan gerici saldırganlık, Alevi gençliğin daha fazla asimile edilmesi demektir. Din derslerinin ardından ÇEDES’ler ve şimdi de tarikatların ve Ülkü Ocakları’nın okullara resmi yollarla girmesi, gelecekte yaşanacak Alevi katliamlarının eskisinden daha şiddetli olacağının da göstergesidir.

Türkiye toplumsal formasyonunda Aleviler, şehirler içinde katmanlı asimilasyon politikalarına maruz kalmışlardır. Komprador kapitalizmin geliştiği süreçte daha önce köylerinde bir biçimde daha örgütlü bir duruş sergileyebilen Alevilerin bu avantajları da ellerinden alınmıştır. Ancak özellikle 1980’lerin sonlarından itibaren cemevlerinde örgütlenmelerini yeniden sağlamışlardır. Cemevlerinde sağlanan bu birlikler, Aleviler içinde önemli gelişmelere de neden olmuştur. Özellikle ataerkinin artan saldırılarına karşı “analık ve bacılık hukuku”nun yeniden tartışılması, heteroseksizme karşı ceme giren herkesin can olduğu bilinci ile LGBTİ+lara karşı örgütlenen nefret politikalarına karşı durulması gibi politikalar geliştirilebilmesinin de önü açılmıştır. Bu anlamıyla şehirlerde yeniden örgütlenen Aleviler, kendi kültürleri ve yaşam biçimleri içinde ilerlemeler de sağlamıştır. Ancak bu, her bölgede aynı biçimde gerçekleşmemiştir. Devletin asimilasyon politikalarının etkili olduğu bazı bölgelerde yozlaşan ve kendisine zulüm uygulayan devletin aklıyla düşünmeye başlayan kitleler de olmuştur. “Kürt’ten Alevi olmaz” diyen milliyetçi duruşların yanında “Gerçek Müslüman biziz” diyerek kendisini egemenlere kabul ettirmek için birlik, adalet ve eşitlik ilkelerinden uzaklaşanlar da olmuştur.

Bugün her ne kadar kimi çevreler tarafından cemevleri bir asimilasyon politikası olarak ele alınsa da Alevilerin çok küçük bir kısmının cemevlerine gittiği de unutulmamalıdır. Devletin fişleme pratiği nedeni ile henüz 30 yıla yakındır varolan cemevi ya da dernekler istenilen düzeyde kitlesellikler sağlayamamışlardır.

“Zulme ses çıkarmayan zalimin kendisidir!”

Alevilere yönelik bir başka asimilasyon yöntemi de sözde seküler, reformist ya da devrimci söylemlerle Alevi kültürünün önemli bir parçası haline gelmiş olan motiflere yönelik sekter saldırılardır. Bu tartışmalar içinde Aleviler kendi kültürlerini korumak yerine ciddi bir zihinsel bulanıklığa itilmiş ve Aleviliğe ait değerlerden uzaklaşmışlardır. Bu türden saldırılar, kendi kültürlerini korumak isteyen Alevileri, devrimcilerden de uzaklaştırmıştır.

Bugün TDH’nin önemli bir kısmını Alevi kökenli devrimciler oluşturmaya devam etse de Alevilere yönelik üstenci bakışın etkisi ile yanlış birçok yaklaşım sergilenmektedir. TDH’nin yaşadığı daralma sanki sadece Aleviler içindeki kitle faaliyetlerinde yaşanmış ya da “aşırı” Alevi politikaları örgütlendiği için Müslüman-Sünni kitleden bir kopuş yaşanmış gibi gerekçelendirilmeye çalışılmaktadır. Bu yanlış anlayışlar, devletin egemen zihniyetinin ve çeşitli ideolojik hastalıkların devrimci hareket üzerindeki etkilerini göstermektedir.

Bugün AKP-MHP iktidarında simgeleşen TC devleti, yıllarca zulüm ve yalanla Alevileri ve Müslüman-Sünni-Hanefi olmayan herkesi asimile etme yolunda çeşitli siyasetler uygulamıştır. Bu, aynı zamanda komprador burjuvazinin sac ayaklarından birisini de oluşturan bir kimliktir. “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak propaganda edilen laiklik ilkesi, gerçekte dinin devlet aygıtı aracılığıyla hakim sınıflar tarafından kontrol edilmesi ve dahası Sünni Hanefi mezhebinin hakim kılınmasının aracı olarak kullanılmıştır.

Kızılbaş tedhişlerinden ve “ya devlet başa ya kuzgun leşe” zihniyetinden mayasını almış olan TC devleti, Alevileri manipüle etmek için “demokrasi” maskesini takmış ve Koçgiri’den Dersim’e bu maske ile dereleri günlerce kızıl akıtmıştır. Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile Alevi dergahları cebren kapatılmıştır. Devlet; Şeyh Bedrettin’i, Şah Kulu’nu, Kalender Çelebi’yi, Nur Ali’yi, Pir Sultan’ı ise asla unutmamıştır.

Bütün tarihsel kişiliklerde somutlaşan isyanlara bakıldığında sistemin temellerini oluşturan sosyo-ekonomik yapıya bir kafa tutuş olduğunu devlet de görmektedir. Bu nedenle bugün de sözde Alevi açılımları ile “demokrasi” maskesini kuşanmış ve Maraş’ta, Antakya’da depremi fırsat bilerek Alevilerin bir arada yaşamalarına karşı örgütlü bir saldırı başlatmıştır. Suriye’de devam etmekte olan Alevi katliamında da aktif biçimde rol almaktadır.

Devletin bu karakteri defalarca kez teşhir olmasına rağmen Suriyeli Alevilerin katledilmesine yönelik bir tepki oluşmamıştır. Bunun bir tarafını katliamların kanıksanması oluştururken diğer tarafını ise Kemalizm zehrinin zihinlerimize kazıdığı Arap düşmanlığı oluşturmaktadır. Türkiye ve T.Kürdistanı’ndan Alevilerin sokaklara dökülmesi gerekirken şovenizm zehri, kitleleri kıllarını bile kıpırdatmamaya sürüklemiştir. “Zulme ses çıkarmayan zalimin kendisidir” öğretisi çoktan bir kenara atılmıştır. “Arap Ali ile bizim Aleviliğimizin alakası yoktur” gibi ırkçı söylemlerin Alevi kitleler içerisinde “asimilasyona karşı siyaset” gibi sunulmasının Alevi kitleleri getirdiği sonuç kaçınılmaz olarak bu olacaktır. Devrimci hareket açısından ise katliama karşı mücadele pankart asma eylemleri ve kınama açıklamaları yayımlamaya sıkışmıştır.

Sivas’ın hesabını soran cüreti takip edelim

Türkiye devriminin önündeki görevler ve çözülmesi gereken çelişkiler oldukça berrak biçimde önümüzde durmaktadır. Ezen inanç ve ezilen inançlar arasındaki çelişme en yakıcı olarak Alevi inancına sahip kitleler üzerinde sınırları da aşan bir biçimde sürdürülen imha politikalarında hissedilmektedir. Bu çelişki bağlamında başta Alevi kitlelerin örgütlenmesi olmak üzere tüm halk kitlelerinin örgütlenmesi için çeşitli politikaların üretilmesi elzem bir yerde durmaktadır.

Bunun alışılmış yöntemlerle yapılamayacağını söyleyebilecek bir örgütlülük seviyesinde bulunulmadığı bir gerçektir. Zira çok uzun süredir Alevi kitleler içerisinde Alevilerin taleplerini öne çıkaran bir kitle faaliyeti terkedilmiştir. TDH’nin genel olarak kitlelerden kopuk olduğu tespiti sürekli yapılmaktadır. Bunun önemli bir nedeni yukarıda da belirtilen üstten bakan anlayıştır.

Bu anlamıyla Alevilerin örgütlenebilmesinin önemli bir ayağını Alevilerin öğretilerinin ve değerlerinin göz önüne alındığı bir örgütlenme çalışmasıdır. “Rızalık Şehri” gibi sınıfsız ve cinsiyetsiz bir ütopya temeline oturan Aleviliğin bu olumlu yanları önemli kesişim noktalarını oluşturmaktadır. Farklı Alevilik anlayışlarının olduğu bir gerçektir. Bununla birlikte özellikle bu süreçte öne çıkarılacak şey bu farklılıklar değil de mücadelelerin birliği olması daha yol açıcı olacaktır.

“İnanç özgürlüğü” ve “demokratik yurttaşlık” talepleri demokratik halk devriminin de hedefleri arasındadır. Bunun propagandası yapılırken katliamlardan hesap sorma bilincinin örgütlenmesi oldukça elzemdir. Zira zindanlar demokrasi isteyen kitlelerle doldurulurken Sivas Katliamı’nın sanıkları ise affedilmekte ve yeni katliamların hazırlıkları yapılmaktadır. Bu anlamıyla Alevilere yönelik katliamlara, asimilasyon ve baskı politikalarına karşı Sivas Madımak katliamcılarına yönelen Partizan öfkeleri olmak zorunludur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu