GüncelMakaleler

YORUM | 18 Mayıs’ta Kaypakkaya’dan Bugüne Hesap Zamanı

"Sistem her ne kadar onu unutturmaya çalışsa da, onun adı bastırıldıkça büyüdü. Bugün bile, onun adını anmak bir cesaret işidir."

18 Mayıs yalnızca bir tarih değil, bir kırılmadır. Türkiye devrimci hareketinin en net, en köklü, en sarsıcı hesaplaşmalarından birinin tarihidir. O gün, Diyarbakır zindanlarının karanlığında bir devrimcinin sesi susturulmak istendi. Susturulmakla kalınmadı; parçalandı, işkenceyle kafatası kırıldı. Fakat bu devletin en büyük yanılgısıydı: Kafatasını kırabilirsiniz, ama fikri parçalayamazsınız.

İbrahim Kaypakkaya, yalnızca bir devrimci değil; sistemin içindeki çürümüşlükle, resmi ideolojinin kutsallaştırılmış yalanlarıyla doğrudan hesaplaşan nadir bir figürdü. Kemalizm’den devletin Kürt politikasına, Alevilikten sol hareketin iç yüzüne kadar cesaretle yürüdü. O gün öldürüldü, ama her yıl 18 Mayıs geldiğinde bu ülke yeniden Kaypakkaya’nın sorularıyla baş başa kalıyor.

Bu bir anma değil. Bu bir öfke, bir hesap, bir çağrıdır.

Kaypakkaya: Bir isimden fazlası!

Sıradan bir devrimci değildi Kaypakkaya. Onu asıl tehlikeli kılan şey; devlete karşı ortaya koyduğu netlik, teoriye yüklediği derinlik ve devrimci çizgisinin militanlığıydı. Kendisinden önce gelen sol hareketin çarpıklıklarını fark etti. Denizler’in, Mahirler’in halk sevgisini görüp devrimci kararlılıklarını takdir etti, ama yetmez dedi. Daha fazlası gerekiyordu: Devlete ait her miti parçalamak gerekiyordu.

O yüzden Kemalizm’e dokundu. O yüzden “resmi sol’a çattı. O yüzden “halkın ordusu” diyerek TKP-ML’yi kurdu. Elindeki tüfeği yalnızca dağlara değil, kurama da doğrulttu. Yazdıkları hâlâ tartışma yaratıyor çünkü netti. Çünkü korkmuyordu.

Onun devrim anlayışı uzlaşmazdı. “Reform değil, devrim” diyordu. Ve bu devrim ne CHP’nin kanatları altında, ne de parlamenter hayallerde gerçekleşebilirdi. Ona göre bu devlet yıkılmadan, bu halk kurtulmazdı. Ve bugün hâlâ haklı çıkıyor.

Alevilik ve Kaypakkaya: Dinsel mezhepten sınıfsal bilince

 Devlet, Alevilere ne yaptıysa, susturmak için yaptı. Onları tarih boyunca kıyımlarla, sürgünlerle bastırdı. “Farklılık” olarak tanımlayıp, sistemin dışına itmeye çalıştı. Fakat Aleviliğin, sadece dini bir mezhep değil, tarihsel bir direniş kimliği olduğunu ilk fark edenlerden biri Kaypakkaya’ydı.

Onun Alevilik çözümlemesi yüzeysel değil; sınıfsaldı. Alevilerin yüzyıllar boyunca ezilen, dışlanan, aşağılanan kimliğini analiz etti. Onların maruz kaldığı baskının tesadüf olmadığını, bu düzenin bir zorunluluğu olduğunu söyledi. Bu, dönemin sol çevrelerinde bile rahatsızlık yarattı.

Çünkü Alevilik hakkında konuşmak, aynı zamanda devletin resmi ideolojisine dokunmaktı. Kaypakkaya bunu göze aldı. Alevilere dönük saldırılara karşı sessiz kalanlara karşı cephe aldı. Bugün hâlâ Alevi köylerinde onun adı unutulmuyorsa, sebebi budur.

O, Aleviliği folklorik değil, devrimci bir damar olarak gördü. Ve dedi ki:

“Bu damar, örgütlenmeli ve silahlanmalı. Çünkü devlet yalnızca bastırır, çözmez.”

Kürt sorununda Kaypakkaya: Bugün hala cevap orada

1970’lerin başında Türkiye solunun büyük bölümünde  “Ezen ulus” kavramı tabu gibiydi. Kemalist tarih anlayışı öylesine içselleştirilmişti ki, Kürt halkı yalnızca kültürel farklılıklar içinde konuşulabiliyordu. İşte Kaypakkaya bu düzeni paramparça etti.

Netti. “Kürt ulusu ezilmektedir” dedi. “Bu devlet, bir Türk burjuva devletidir ve Kürtlere karşı baskıcıdır.” Bu sözler yalnızca devleti değil, Kemalist solun büyük kısmını da rahatsız etti. Ama bu netlik, onu tarihte doğru yere koydu.

Kaypakkaya, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını savundu. Üstelik lafla değil; programatik düzeyde savundu. Onların bağımsız devlet kurma hakkına bile karşı çıkmadı. Bu cesaret, bu netlik, o günden bugüne hâlâ aşılabilmiş değil.

Bugün, Kürt sorununu hâlâ “demokrasiyle çözeriz” diyenler, Kaypakkaya’nın yazılarına bakmalı. Devletin ne olduğunu, bu sorunun kökeninin neye dayandığını anlamak için onun net analizleri hâlâ bir kılavuzdur. Ve evet, onun dediği gibi: Bu sorunu ancak devrim çözer.

Kaypakkaya ve bugünkü devrimci sorumluluk

Kaypakkaya yalnızca bir sembol değildir; bir sorumluluktur. Onun adını ağızlara pelesenk edip, ardında durmayanlara seslenmek gerek: O ismi taşımak kolay değildir. Kaypakkaya’nın düşüncelerinin ağırlığı vardır, yükü vardır. Onun adını taşımak, onun gibi net olmayı gerektirir.

Bugün Sosyalizm artık kitlelerin somut talepleriyle değil, sosyal medyada dönen tartışmalarla şekilleniyor. Bu çürümeye karşı Kaypakkaya’nın devrimci çizgisi bir panzehirdir. Onun teorisi, yalnızca okumalık bir metin değil; bizzat bugünün pratik sorunlarına çözüm sunan bir yol haritasıdır.

Bugün hâlâ, Kaypakkaya’nın ruhunu yaşatmak isteyen herkesin şu soruyu kendine sorması gerekir: “Ben bu sistemle uzlaşmadan mı yaşıyorum, yoksa onunla birlikte mi ?” Bu soruya dürüst cevap verilmeden, hiçbir anma gerçek değildir.

Devletin değişmeyen karakteri: 1973’ten 2025’e

Aradan geçen 52 yıl… Devlet değişti mi? Elbette hayır. Aynı zihniyet, aynı bastırma aygıtı, aynı işkence metotları. Bugün yine Kürt halkı baskı altında, yine Aleviler hedefte, yine devrimciler cezaevinde ya da sürgünde. Ve tıpkı 1973’te olduğu gibi, sistem kendi bekasını sürdürebilmek için her türlü vahşeti meşru sayıyor.

O dönem Diyarbakır’da Kaypakkaya’yı sorgusuz infaz edenler, bugün Cizre’de bodrumlarda gençleri yakanlarla aynı zihniyetin devamıdır. Kaypakkaya’nın kafatasını parçalayarak devleti kurtarabileceklerini sandılar. Bugün de cezaevlerinde açlık grevindeki tutsaklara “ya teslim ol, ya öl” diyen aynı devlet var.

Devletin bu karakteri değişmez. Çünkü bu devlet, halk için değil, sermaye ve sömürü için inşa edilmiştir. Laik ya da İslamcı olması fark etmez. Sağ ya da sol iktidar olması önemli değildir. Mesele sistemdir. Ve bu sistem, Kaypakkaya’nın 50 yıl önce çözdüğü gibi, kökten değiştirilmelidir.

Bu yüzden onu sadece geçmişin kahramanı olarak değil, bugünün rehberi olarak görmek gerekir. Onun analizlerinin geçerliliği, bugünkü baskı rejimi tarafından her gün yeniden doğrulanıyor. O hâlde sorumluluk bizdedir: Bu devletle hesaplaşmadan, bu halk özgürleşemez.

18 Mayıs’ın anlamı: Anmak yetmez, hesap sormak gerekir

Onu anmak, onun bıraktığı mücadeleyi devam ettirmektir. O mücadele, teorik netlik ister. Sınıf bakışı ister. Bedel ödeme cesareti ister. En önemlisi, devrim için yaşamayı ve ölümü göze almayı ister.

18 Mayıs, bir matem günü değil; bir hesap günüdür. Bu ülkede devrimci olmak kolay değil. Hele Kaypakkaya gibi net ve militan bir çizgide yürümek, her gün baskıya, yalnızlığa ve sisteme karşı savaşmak demektir. Ama başka yol da yoktur.

Bugün, onun fikirlerini sulandırarak, legal platformlara sığdırmaya çalışanlara karşı da hesap sormak gerekir. Kaypakkaya, sisteme entegre olmaya çalışan bir solculuğun temsilcisi değildir. O, sisteme karşı topyekûn devrimin adıdır.

Kaypakkaya’nın kadro anlayışı ve bugünün örgütsüzlüğü

Kaypakkaya yalnızca analiz eden bir teorisyen değil, aynı zamanda pratikte örgütleyen bir önderdir. Onun için devrimci kadro, yalnızca bilen değil, aynı zamanda yapan kişidir. Teoriyi gece gündüz tartışıp sahada görünmeyenler, onun dünyasında yer bulamazdı. Bugün en büyük zaafımız da budur: kadro çıkmıyor.

Devrimcilik bir unvan değil, duruş meselesidir. Kaypakkaya, önderliğini kitaplardan değil, savaş alanından aldı. Ne yaptıysa halk için, halkla birlikte yaptı. Bugünün legalist, içe dönük, bireyselleşmiş anlayışı; onun militan kolektivizmiyle uzaktan yakından örtüşmez.

Bugün birçok genç, sosyal medya devrimciliğiyle oyalanıyor. Paylaşım yapıyor, beğeni alıyor, ama sokağa çıkmaya gelince kayboluyor. Kafalarda “bir gün örgütlü olurum” düşüncesi var, ama o gün hiç gelmiyor. Oysa Kaypakkaya için örgütsüzlük, devrimsizliğin öteki adıdır. Kadro olunmadan, devrim yapılamaz.

Ve yine unutmamak gerekir ki: Kadro olmak yalnızca kararlılık değil; ideolojik netlik, disiplin ve örgüte adanmışlık gerektirir. Kaypakkaya, dar grupçuluğun, sekterliğin, kaypak çizgilerin hepsini mahkûm etti. O, devrimci örgütün gücünü yalnızca nicelikte değil; nitelikte aradı.

Kaypakkaya: Geçmiş değil, gelecek!

Kaypakkaya’yın çizgisi bugünü aşan bir geleceğin işaretidir. Bugün hala emperyalizm, hala faşizm, hala ezilenler var. Koşullar değişti, evet. Ama egemenin dili, zor aygıtı, katliam pratiği aynı.

Kaypakkaya, geleceği yazmaya gelen bir devrimcidir. Onun genç yaşında gösterdiği netlik, bugünün deneyimsiz ama kararlı gençliğine bir ilhamdır. Bugün mahallelerde, okullarda, dağlarda, zindanlarda onun düşüncelerini taşıyan bir kişi bile varsa, o fikir ölmemiştir.

Sistem her ne kadar onu unutturmaya çalışsa da, onun adı bastırıldıkça büyüdü. Bugün bile, onun adını anmak bir cesaret işidir. Demek ki o hâlâ tehlikeli, hâlâ umut verici, hâlâ yol açıcıdır. Bu da devrimin hâlâ olanak dahilinde olduğunun en açık kanıtıdır.

Öyleyse mesele nettir:
Kaypakkaya’nın çizgisiyle yürümek, bugünkü çürümenin panzehiri; devrimin imkânıdır. Onu yalnızca anmak değil, onun gibi yaşamak; onun gibi düşünmek, onun gibi savaşmaktır mesele.

Ve bu çağrı hâlâ geçerlidir:
“Devrimci olmak, Kaypakkaya gibi düşünmeyi ve onun gibi korkusuz olmayı gerektirir.”

Çağrı ve son söz

Bugün 18 Mayıs. Bir işkence masasında parçalansa da, bir halkın zihninde yeniden doğan bir devrimcinin günü. Sözün bittiği değil, başladığı gün. Artık yas değil, mücadele zamanı.

İbrahim Kaypakkaya’yı anmak isteyen herkes bilmelidir: Onu anlamak yetmez. Onun gibi düşünmek, onun gibi savaşmak, onun gibi net olmak gerekir. Reformculuğa, teslimiyete, yumuşak geçişlere karşı onun adı, hâlâ bir bayrak gibi dalgalanıyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu