
Açıklama: Aşağıdaki makale Nepal Devrimci Komünist Partisi’nden “Com. Basanta” tarafından yazıldı ve moolbato.com sitesinde Nepalce ve İngilizce olarak yayınlandı. Özgür Gelecek okurları için çevirdik.
13 Haziran’da İsrail, İran’a büyük bir askeri saldırı başlattı. Saldırıda, üç İranlı askeri komutan, bir Devrim Muhafızları şefi, iki nükleer bilim adamı ve bazı politikacılar dahil olmak üzere 17 önde gelen isim öldürüldü. İran’ın misillemesi sonrasında Orta Doğu, korkunç bir savaşın içine sürüklendi. Her iki tarafta da büyük can ve mal kaybı yaşandı. Çatışma, sadece Orta Doğu ülkelerini değil, tüm dünyayı sarsmıştır. Üstelik ABD, İran’da üç nükleer tesisi sığınak delici bombalarıyla yok etti. Bazı siyasi analistler bunu III. Dünya Savaşı’nın başlangıcı olarak nitelendirirken, diğerleri bu savaşın mevcut jeopolitik dengede önemli bir değişime yol açacağına inanıyor. Bu kısa makale, bu konulara odaklanacaktır.
Öncelikle, bu iki ülkenin tarihsel arka planına genel bir bakış atalım. İsrail, tarihsel olarak gelişmiş bir ulus değildir. Bu bölge, Yahudilerin Filistin topraklarının bir kısmını işgal edip İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yerleştiği bir bölgedir. 14 Mayıs 1948’de, Yahudi Ajansı’nın başkanı David Ben-Gurion, bu bölgeye “İsrail Devleti” adının verilmesini önerdi. Teklifin aynı gün ABD Başkanı Harry Truman tarafından onaylanmasının ardından, bu küçük bölge İsrail Devleti olarak yeniden adlandırıldı ve daha sonra İsrail olarak anılmaya başlandı. İsrail, kurulduğu günden bu yana ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki kontrol noktası olmuş ve Filistin toprakları ile diğer komşu ülkeler üzerinde yayılmacı bir hegemonyaya sahip olmuştur. Dolayısıyla İsrail, ABD emperyalizminin koruması altında hayatta kalmış ve Ortadoğu’da ABD’nin çıkarlarını savunan bir bölgesel bekçi köpeğidir.
Öte yandan, tarihsel olarak Pers olarak bilinen bugünkü İran, insan uygarlığının başlangıcından beri kültürel açıdan zengin bir ulustur. Burada Müslümanların Şii topluluğu büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. İran, 1979 yılına kadar monarşi ile yönetilmiş ve son kralı Muhammed Rıza Pehlevi idi. O zamana kadar İran ile İsrail arasındaki ilişkiler çok iyiydi. Bunun nedeni, her iki hükümdarın da ABD’nin kuklası olmasıydı. 1979’da İran İslam Devrimi ile monarşi sona erdi ve İslam Cumhuriyeti kuruldu.
İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından bu yana, bu ülke ABD karşıtı bir politika izlemektedir. Ancak bu, anti-emperyalist ilerici bir güç olarak yanlış anlaşılmamalıdır. İran, komprador ve bürokratik kapitalizmin geliştiği gerici bir devlettir. İran, yalnızca İsrail’in Orta Doğu’daki tekelini genişletmesinin önünde engel teşkil etmesi ve Amerika’nın İsrail’i savunması nedeniyle Amerika ve İsrail’e karşı durmuştur.
İran ile ABD arasındaki çatışma, 1990’lardan bu yana, özellikle İran’ın uranyum zenginleştirme programını başlatmasından sonra tırmanmaktadır. ABD, İran’ın nükleer güç olmasını istemiyor. İran’ın nükleer programını, kendi güvenliğine tehdit olarak göstererek karşı çıkıyor. Ancak İran misyonuna bağlı ve bundan vazgeçmeye hazır değil. Bu durumda ABD ve İsrail, İran’ın nükleer silah geliştirmesini engellemek ve gerekirse rejim değişikliği yoluyla programı durdurmak için bir strateji izliyor. Böylece İran’da rejim değişikliği, bu ülkelerin siyasi-askeri araçlarından biri haline geldi. Her ülke büyük veya küçük, gelişmiş veya az gelişmiş olabilir, ancak hepsi eşit egemen haklara sahiptir. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin nükleer silah geliştirirken İran’ın bunu yapmasına izin verilmemesi, İran’ın egemenlik hakkına aykırıdır. Bu, emperyalist güçlerin siyasi holiganlığıdır.
Öte yandan, İsrail’in kurulmasından bu yana, dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudilerin İsrail’e yerleşmesi ve Filistin halkını yerinden etmesi süreci devam etmektedir. Polonya’dan İsrail’e göç eden mevcut İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun babası Yahudi kökenlidir. 1948’deki bölünmede Filistin’in kontrolü altında olan Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Kudüs’ün doğu kısmı, 1967’den beri İsrail işgali altındadır. Amerika Birleşik Devletleri, Filistin halkını topraklarından zorla çıkarmak ve tüm Filistin’i İsrail’e ilhak etmek için bir plan üzerinde çalışmaktadır. 1948’de İsrail Devleti’nin kurulması ve ardından Yahudiler tarafından genişletilmesi haksızlıktır. Filistin halkı, kaybedilen topraklarını geri almak için İsrail işgaline karşı haklı bir mücadele vermektedir ve bu mücadele halen devam etmektedir.
İran’ın mevcut hükümeti, İsrail Devleti’nin meşruiyetini tanımamaktadır. Genel olarak İran’ın bu tutumu makul görünmektedir. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, İsrail ile İran arasındaki çatışmanın, İran’ın Filistin halkının haklı mücadelesini desteklemesi nedeniyle değil, ABD ve İsrail’in Orta Doğu’daki hegemonyasını genişletmesinin önünde engel teşkil etmesi nedeniyle ortaya çıkmış olmasıdır. Bu bölgedeki çatışma, hegemonyacı bir devlet olan İran ile ABD’nin vekili olan başka bir yayılmacı devlet olan İsrail arasındaki çelişkinin sonucudur.
Dolayısıyla, Ortadoğu’da süregelen çatışma, İran’ın İsrail’in meşruiyetini tanımadığı İsrail ile İran arasındaki çelişkinin sonucudur. Bu, antagonistik bir çelişkidir ve barışçıl yollarla çözülemez. İran ile İsrail arasında sık sık yaşanan askeri çatışmalar bu gerçeği doğrulamaktadır. Bu çatışma, biçim olarak İsrail ile İran arasında gibi görünse de, özünde ABD ile İran arasındaki çelişkinin derinlerine kök salmış bir çatışmadır. Amerika, İran’ı diz çöktürmek ve Ortadoğu’da tek başına hegemonyasını kurmak, böylece bölgede otoritesini dayatmak istiyor.
İsrail, 13 Haziran’da İran’a sürpriz bir askeri saldırı düzenledi. Bu saldırıda İran devletinin önemli bir kısmı öldürüldü. Bu, egemen bir ulusun bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve güvenliğine yönelik bir saldırıdır ve burjuvazinin kendisinin oluşturduğu uluslararası hukuku ciddi şekilde ihlal etmektedir. Bu savaş olayı, emperyalistlerin ne kadar acımasız, barbar ve suçlu olduğunu göstermektedir. Devrimciler bu tür gerici savaşlara karşı çıkmışlardır ve karşı çıkmaya devam etmelidirler. Mevcut bağlamda, savaş çığırtkanı ABD’ye karşı çıkmak, İran’daki gerici rejimi desteklemek anlamına gelmez ve bu şekilde anlaşılırsa, temel bir teorik hata olur.
İran’ın 13 Haziran’da İsrail’in askeri hedeflerine misilleme yapmasının ardından Ortadoğu’da şiddetli bir savaş devam ediyor. Her iki tarafta 500’den fazla kişi öldü, binlerce kişi yaralandı. Bu arada İran, etkili bir hava savunma sistemi olarak kabul edilen İsrail’in Demir Kubbe’sine zarar verdi ve Tel Aviv ve Hayfa dahil olmak üzere İsrail’in önemli şehirleri yıkıldı. Milyarlarca dolarlık maddi hasar meydana geldi. Askeri uzmanlar, İsrail’in askeri teçhizatının sadece 12 gün daha dayanabileceğini söylüyor. İran da ağır can ve mal kaybı yaşamadı değil, ancak İsrail’in aksine, yıllarca tek başına savaşabilecek yeterli askeri teçhizata sahip. Dolayısıyla, bu savaşta İran’ın İsrail üzerinde büyük baskı oluşturduğu açık.
İran’ın İsrail’e misilleme yapmasıyla savaş patlak verdiğinde, Trump G7 toplantısı için Kanada’daydı. Toplantının tamamına katılmadı ve ertesi gün ABD’ye döndü. ABD’ye döndükten sonra üç açıklama yaptı. İlk olarak, gazetecilerin ABD’nin savaşa katılıp katılmayacağı sorusuna, ABD’nin savaşa katılabileceğini veya katılmayabileceğini ve bu kararın iki hafta sonra açıklanacağını söyledi. İkinci olarak, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Genel Direktörü Rafael Grossi’yi kullanarak İran’ın nükleer silah üretmeyi planlamadığını belirtti. Grossi, Fox News’e verdiği demeçte, “İran’ın şu anda bile birkaç savaş başlığı için yeterli malzemeye sahip olduğunu doğruladık. Ancak bu, nükleer silahla eşdeğer tutulmamalıdır” dedi ve ekledi: “Şu anda, bana sorarsanız, nükleer silah üretme veya imal etme programı ya da planı olduğuna dair somut bir kanıtımız yok.” Üçüncüsü, Trump, ABD istihbarat kurumlarının İran’ın nükleer silah geliştirdiği yönündeki bilgilerinin yanlış çıktığını söyledi.
Ancak ironik bir şekilde, iki açıklamasına ve iki haftalık süreye sadık kalamadı. Bu açıklamaları yaptıktan iki gün sonra, İran’ın Fordow, Natanz ve İsfahan’daki üç nükleer tesisini sığınak delici bombalarla vurdu. ABD istihbarat kurumlarının verdiği bilgiler yanlışsa ve İran’ın nükleer silah üretme planı yoksa, neden bu tesislere saldırı emri verdi? Bu konuda hiçbir açıklama yapmadı. Başkanlık gibi saygın bir konumda bulunan bir kişi bugün bir şey söylüyor, yarın bunun tam tersini yapıyorsa, yaptığı açıklamaların sadece bir komplo ve halkı aldatmak için olduğu açıktır.
Nükleer tesislere saldırdıktan sonra Trump, Beyaz Saray’da şunları söyledi: “Amacımız, İran’ın nükleer zenginleştirme kapasitesini yok etmek ve dünyanın bir numaralı terör destekçisi devletin oluşturduğu nükleer tehdidi durdurmaktı.” Trump, “Ya barış olacak ya da İran için son sekiz günde tanık olduğumuzdan çok daha büyük bir trajedi yaşanacak.” diye ekledi. Trump, “Unutmayın, daha birçok hedef var.” dedi. Bu açıklama, devlet terörizminin destekçisinin İran değil, ABD emperyalizmi olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Saldırının ardından İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi, “Bu sabahki olaylar çirkin ve sonsuza dek sürecek sonuçlar doğuracak. BM’nin her bir üyesi bu son derece tehlikeli, kanunsuz ve suç teşkil eden davranıştan endişe duymalıdır” dedi. İran’ın “egemenliğini, çıkarlarını ve halkını savunmak için tüm seçenekleri saklı tuttuğunu” da sözlerine ekledi. Saldırının ardından bir televizyon röportajında İsrail Başbakanı Netanyahu, “Tebrikler, Başkan Trump. İran’ın nükleer tesislerini ABD’nin müthiş ve haklı gücüyle hedef almaya yönelik cesur kararınız tarihi değiştirecek.“
Olayla ilgili olarak BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, ”Bugün ABD’nin İran’a karşı güç kullanmasından ciddi şekilde endişe duyuyorum“ dedi. ”Bu, zaten uçurumun eşiğinde olan bir bölgede tehlikeli bir tırmanış ve uluslararası barış ve güvenliğe doğrudan bir tehdittir” diye ekledi. Guterres, bu çatışmanın “hızla kontrolden çıkma ve siviller, bölge ve dünya için felaketle sonuçlanma riski”nin arttığını da sözlerine ekledi. Guterres, üye ülkelere “gerginliği azaltma” ve “BM Şartı ve diğer uluslararası hukuk kuralları kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirme” çağrısında bulundu. Bu bağlamda, ABD Temsilciler Meclisi’nin en üst düzey Demokrat üyesi Hakeem Jeffrey, “Başkan Trump, niyetleri konusunda ülkeyi yanılttı, askeri güç kullanımı için Kongre’nin onayını almadı ve ABD’yi Orta Doğu’da felaketle sonuçlanabilecek bir savaşa sürükleme riskini aldı. Donald Trump, tek taraflı askeri eyleminin tüm olumsuz sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmelidir” dedi.
Nükleer silahların yasaklanması için yürütülen uluslararası kampanya ise şöyle dedi: “ABD istihbarat kurumlarının İran’ın nükleer silah peşinde olmadığını değerlendirdiği göz önüne alındığında, bu, nükleer silahların daha fazla yayılmasını önlemek için uluslararası çabaları baltalayabilecek anlamsız ve pervasız bir eylemdir.”
Rusya, Çin, Kuzey Kore, Venezuela, Şili ve diğerleri de dahil olmak üzere birçok ülke, ABD’nin İran’a saldırısını kınadı ve kınadı. Rusya, İran’ın istediği her şeyi vereceğini açıkladı. Çin, IAEA’nın güvencesi altındaki İran nükleer tesisine yönelik ABD saldırısına şiddetle karşı çıktı. Benzer şekilde Kuzey Kore de ABD’nin İran’a yönelik askeri saldırısını şiddetle kınadı ve bunu BM Şartı’nın ağır bir ihlali olarak değerlendirdi. Her zaman Şiiler ve Sünniler arasında bölünmeden çıkar sağlayan ABD, bu kez başarısızlığa uğramış görünüyor. Suudi Arabistan, Irak, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri dahil olmak üzere Orta Doğu’daki Müslüman ülkeler açıkça İran’ın yanında yer aldı ve siyasi analistler, dünyadaki 57 Müslüman ülkenin tamamının İran’ın yanında yer alabileceğini söylüyor.
ABD saldırısının ardından İran, sadece İsrail’e değil, Katar, Bahreyn, Suriye ve Irak’taki ABD askeri üslerine de füze saldırıları düzenleyerek savaşı tırmandırdı. Bu arada Donald Trump, İsrail ve İran’ın ateşkes konusunda anlaştığını açıkladı. Ancak CNN’e göre İran Dışişleri Bakanı Abbas Araghchi, “Şu anda herhangi bir ateşkes veya askeri operasyonların durdurulması konusunda ‘anlaşma’ YOK” dedi. Benzer şekilde, Tehran Times, İran parlamentosu başkanının danışmanı Mahdi Mohammadi’yi bunu yalanlayan ilk İranlı yetkili olarak aktardı. Mohammadi, “ABD ve İsrail yalan söylüyor. İran’ın gardını indirmesini istiyorlar ki gerilimi tırmandırabilsinler” dedi. Her ne olursa olsun, zaman geçtikçe ne olacağını kimse bilemez. İran’ın misilleme eylemleri henüz durmadı ve dünya III. Dünya Savaşı’na doğru ilerliyor. Bunun tek sorumlusu ABD emperyalizmidir.
Şu ana kadar, yakın zamanda farklı bir durum gelişmedikçe, dünyanın soykırımcı bir III. Dünya Savaşı’na doğru gittiği bir gerçektir. Yaklaşan dünya savaşının ana sponsorları ABD emperyalizmi ve onun önde gelen aktörü Başkan Donald Trump’tır. Dünya savaşını durdurmanın tek yolu proleter devrimdir. Bu dönemde devrimcilerin sorumluluğu, başta ABD emperyalizmi olmak üzere gerici güçlerin maskesini düşürmek ve devrim hazırlıklarını hızlandırmaktır. Emperyalizm halkın gözünde ne kadar çabuk ifşa edilirse, işçi sınıfı proleter devrimin etrafında o kadar çabuk toplanır ve hazırlıklar hızlanır. Devrimciler proleter devrimi ilerletip savaşı önleyebilirler.