
Yaşam koşullarındaki artış karşısında insanca ve adil bir ücret talep eden işçiler, 28 Mayıs sabahı iş yerlerinde iş bırakarak greve başladı. Buna karşılık, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Cemil Tugay, X üzerinden yaptığı açıklamada, sendikanın temel hak taleplerini reddetti.
Tugay, “Sendikaların talepleri haklarıdır ama bu kadar yüksek zam istemek belediyenin bütçesinin karşılayabileceği bir durum değil.” ifadelerine yer verdi. Tugay, sendikanın yüzde 65 zam talep ettiğini ve bunun belediyeye 13 milyar lira ek yük getireceğini belirtti.
Belediyenin teklifinin ise toplamda yüzde 38; en düşük ücretin net 59.000 TL, en yüksek ücretin ise 76.000 TL bandında olduğunu açıkladı. Buna karşın, işçiler artan yaşam maliyetleri karşısında adil ve insanca bir ücret talebinin haklılığını savunarak kararlı bir duruş sergiledi.
Grev bitince baskı arttı
Tugay’ın zam oranlarına ilişkin açıklamalarının ardından sendika yöneticileri, belediyenin açıkladığı oranın gerçeği yansıtmadığını belirtti. Resmi olarak belediyenin daha düşük bir teklif sunduğunu ifade eden sendika, yüzde 29.19’luk teklifin yetersiz olduğunu vurgulayarak, taleplerinin karşılanması için daha yüksek bir zam oranı gerektiğini dile getirdi.
Ayrıca işçilerin ücretlerinin diğer belediye iştirakleriyle eşitlenmesi gerekliliğine dikkat çekti. Bu itirazlara ve süregelen müzakerelere rağmen, İzBB ile Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel-İş arasında yürütülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinden sonuç alınamaması üzerine başlayan grev, 7. gününde yapılan anlaşmayla sona erdi.
Ancak anlaşmanın ardından belediye yönetimi, “bütçe yetersizliği” gerekçesiyle imzalanan protokolün geri çekilmesini talep etti. Bu açıklamayı izleyen günlerde grevde yer alan işçilere yönelik baskılar sistematik bir hal aldı. İşçiler farklı birimlere sürüldü, bazıları görevden alındı, bazılarına ise keyfi tutanaklar tutuldu.
Çalışma ortamında mobbing yaygınlaştı; baskı yalnızca yönetsel kararlarda değil, işçilere yönelik gündelik uygulamalarda da kendini hissettirmeye başladı. Süreç içerisinde sürgünler ve işten çıkarmalarla birlikte, iş yerlerinde güvensizlik iklimi hâkim oldu.
“Saatlik izin verilmiyor, yıllık izin talepleri reddediliyor”
Özgür Gelecek’e konuşan belediye çalışanı Gülçin Demirtaş (isim tarafımızdan konulmuştur), grev sonrasında başlayan baskıları ve çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi anlattı.
Demirtaş, iş yerindeki psikolojik şiddetin sistematik hale geldiğini ifade etti: “Mesailer tamamen keyfi bir şekilde dağıtılıyor. Bazı arkadaşlarımıza hiç verilmezken, bazılarına fazla mesai yazılıyor. Bu ayrım açıkça yapılmaya başlandı. Saatlik izin taleplerimize sürekli ‘Üst kademeden talimat var, veremeyiz’ deniyor. Yıllık izin taleplerimiz bile reddediliyor. Bu yüzden arkadaşlarımız sağlık raporu almak zorunda kalıyor. Tüm bu uygulamalar, doğrudan işçileri yıldırmaya dönük.”
“Kıyafet, sakal, yazılı tişört… Her şeye karışıyorlar”
Demirtaş, kılık kıyafet yönetmeliği üzerinden de baskı kurulduğunu ifade etti: “Grev sonrasında yeni talimatlar geldi. Tişörtlerin önünde yazı olmayacak, sakallar mutlaka kesilecek. Bunlara uymayan arkadaşlara tutanak tutuluyor. Sürekli üstümüze geliniyor. Sorunca da ‘Müdürün talimatı, biz de yukarıdan baskı görüyoruz’ diyorlar. Bu aslında doğrudan yukarıdan gelen bir cezalandırma politikası.”
Demirtaş, grev döneminde bile çalışmaya zorlandıklarını, “hak kaybınız olmaz” gibi söylemlerle işçilere baskı yapıldığını belirtti:
“Bazı birimlerde arkadaşlara doğrudan ‘iş bırakmayın’ uyarısı yapılmış. Grev sonrası dönen arkadaşlara ise ‘hoş geldin’ denmedi, aksine görev yerleri değiştirildi, mesailer verilmedi. İnsanlar yalnızlaştırıldı. Bu da yetmezmiş gibi kıyafeti ya da sakalı nedeniyle tutanaklar tutulmaya başlandı.”
“İşten çıkarılma tehdidi hep üzerimizdeydi”
Demirtaş, özellikle grev sonrasında işten çıkarılma korkusunun herkesin üzerinde bir baskı unsuru haline geldiğini belirtti:
“Hepimiz diken üstünde çalıştık. Çünkü ne zaman işten çıkarılacağımız belli değil. Şu anda İzDoğa’dan işçi arkadaşlarımız çıkarılıyor. Bu, hepimizin yaşayabileceği bir şey haline geldi. İş yerinde huzur kalmadı. İnsanlar işe mecburiyetten gidiyor. Moral, motivasyon diye bir şey yok. Çünkü biliyoruz ki bir gün ‘sakalı uzun’ ya da ‘tişörtü yazılı’ diye bile işten çıkarabilirler.”
Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın kamuoyuna açıkladığı maaş rakamlarının gerçeği yansıtmadığını belirten Demirtaş, “Bordrolarımızı yayınladık, çünkü insanlar bize inanmadı. ‘80 bin, 110 bin, 180 bin istiyorlarmış’ dediler. Biz sadece insanca yaşayabileceğimiz bir maaş istedik. Aynı işi yapanlar aynı ücreti alsın istedik. Talebimiz netti: 60-70 bin lira bandında ücret. Bugün yoksulluk sınırının 81 bin olduğu bir ülkede bu haksız bir istek olabilir mi?” dedi.
Demirtaş, sendikanın da bu süreçte elinden geleni yaptığını belirtti. “Sendika da biz de direndik. Ancak baskılar öyle yoğunlaştı ki, artık daha fazla ses çıkaramayacak hale geldik. Bir noktada kabul etmek zorunda kaldık.” ifadelerine yer verdi.
“Aynı baskıyı biz de yaşadık”
Daha önce Özgür Gelecek’e konuşan Yasemin Ay, basına yansıtılan zam oranlarının gerçeği yansıtmadığını belirterek bordrolardaki rakamlarla kamuoyuna sunulan bilgilerin örtüşmediğine dikkat çekti.
Ay, “Örneğin ben bu ay 35 bin maaş aldım ki kira, elektrik, su, taksit ödemelerimi ve diğer kart harcamalarımı karşılayamadım. Her gün banka tarafından gecikme nedeniyle aranıyorum. İnternet ve doğalgaz faturalarımı da ödeyemedim” diye anlattı.
Bir diğer işçi Alper Metin ise, işçilerin grev hakkını meşru görmeyen belediye yönetiminin baskılarını sistematik olarak sürdürdüğünü belirtti: “Başka birimlere yönlendirmeler yapılıyor. Greve katılan arkadaşlar bir birimden başka birime sürülüyor. Grevin başına kadar sadece yüzde 29,16’lık bir zam teklifi vardı. Grevin ilk gününde yapılan sekiz buçuk saatlik toplantıda önce ‘Enflasyon farkının yarısını şimdi verelim, kalanını sonra verelim’ denildi. Ancak bu enflasyon farkı Temmuz ayında değil, toplu sözleşmeye göre Eylül ayında verilmesi gerekiyordu.”
Metin, baskıların yalnızca yönetsel değil, psikolojik bir kuşatma biçiminde sürdüğünü vurguladı.