
Barış ve demokratikleşme sürecinin güven içinde yürütülmeye çalışılması için büyük bir sorumluluk dahilinde gerilla iyi niyet gösterisi olarak tarihi bir adım attı. Silah yaktı. Ancak daha üzerinden yirmi dört saat geçmeden gerilla alanı olarak bilinen Amedîyê bombalandı. Birbirine zıt iki farklı yönde ilerleyen politika yürütmekten vazgeçmeyen; bunu “Türk usulü demokrasi ve politikası”nın bir gereği olarak göstermeye çalışanlar, inandırıcılığını kimseye kabul ettiremez.
Barış ve demokratikleşme sürecinin her alanda ve her kesime yönelik gözle görülür temelde adımlar atılması yönünde olması gerekirken; beklentilerin, iyi niyet adımların somut olması gerektiği süreçte CHP’ye yönelik saldırılarla birlikte Ermenistan- Türkiye sınırında bulunan Ani harabelerinde bir katedralin camiye dönüştürülmek istenmesi söylem ve pratiklerin tutarsızlığını gösteren örnekler olarak okunabilir. Bu haberin Agos gazetesine düştüğü dönemde aynı zamanda bir kısım Türk politikacıları tarafından açılması düşünülen Ermenistan-Türkiye sınır kapısının adının “Talat Paşa” konulması isteminin de yüksek sesle dile getirilmesi, yaşananların sürecin pekte umulduğu ve hedeflendiği gibi iyi yönde ilerlemediği yönünde gelişmeler olarak okunması gerekir.
Ani, Ermeni tarihinin ve kültürel mirasının en zengin parçası olan Bağraduni Prensliği’nin bir dönem başkenti olmuştur. Ani, yazılı olan ve olmayan güçlü bir tarih kaydıdır. Bir hafızadır. Yaşayan her Ermeni için unutulmayan ve kutsal mekanlardan biri olan “Ani’yi gören gözlere kurban olunan” değerler, şu an ciddi bir tehdit altındadır. Halen her bir köşesinde yıkılmış sayısız kiliselerin taşlarında yankılanan Ermeni kadınların dualarının işitildiği günümüzde atılan bu yıkıcı adımları Ermeniler, “Cermag Çart” (Beyaz Soykırım) olarak tanımlamaktadır.
Yaşayan her Ermeni’nin gidip görmek, ziyaret gerçekleştirmek istediği hayallerin başında Ani gelir. Gidemeyen, uzaktan, soluk resimlerin içinden bakarak özlem gidermeye çalışan her Ermeni; tarihle, yaratılan ve yaşatılan kültürle soluk almaya çalışarak dayanıyor, beyaz ve her renkten soykırıma.
Şimdi Türk yetkililerine sormak gerekir. Ani’de en az hasarla ayakta durmaya çalışan bir katedralin camiye çevrilme motivasyonun amacı nedir? Bu güçlü Türklük ve Müslümanlık aşkı nereden gelmektedir? Bin yıldır kilise olan bir tarihi yapıtın camiye çevrilme ihtiyacı nereden kaynaklanmaktadır? Ermenistan’la Türkiye sınırı arasında insanların yaşamadığı bir bölgeye cami yapılmasının ihtiyacı nedir? Türkiye’de inşa edilen bir kısım caminin boş denecek kadar “dolu” olduğu gerçekliği orta yerde dururken, buraya atanacak cami hocasına sormak gerek; bu boş topraklarda hangi canlıya ne vaaz vereceksin?
Elbette biz hasmımızı kan ve yağma dolu katliam tarihinden, sayısız beyaz soykırım suçu işlemiş dosyalarından tanırız. İyi niyet ve bir samimiyet taşımayan sayısız pratiklerinden, örtülü ve açık tehditlerinden tanırız! Bu kadim topraklarda Türk devletini en iyi tanıyanlar Ermeniler, Rumlar, Nasturiler, Kürtler ve Alevilerdir. Onları tanımak için bir gün Kürt, bir saat Ermeni olmak yeterlidir. En iyi Ermeniler ve Kürtler, Aleviler bilir Türk devletinin “iyi niyetinin”, “hoşgörüsünün”, “misafirperverliğinin” ne anlama geldiğini. Çünkü onlar iyi bilir bir Ermeni deyimindeki gerçekliği; “Türkler birlikte yaşamak için gelmez. Türk olmayan halkların yaşadıkları yerlerde yaşamak (işgal etmek) için gelirler.”
Her halkın tarih boyunca yaratıp biriktirdiği kendine özgü bir bilinci ve lügati vardır. Bu yaratılan lügatin içerik ve anlamı o halkın kendisine, hafızasına ve diline aittir. Örneğin Kürtler sık sık “Ferman” ve “Bra Kuşti” kavramını kullanır. Bu kavramların başka bir dile özellikle de Türkçeye çevirisi yapıldığında özünden ve değerinden çok şey kaybedeceği bir gerçektir. Anlamı oldukça düşecek hatta hiçbir şey anlaşılmayacaktır. Ancak bir de gelin Kürtlere sorun “Ferman”ın ne demek olduğunu? “Bra kuşti”nin anlamını?
Ermenilerin de “Cermag Çart” kavramını yaşadıkları sayısız katliam ve acıları üzerinden tanımlamıştır. Kültürel soykırım anlamına gelen “Cermag Çart” fiziki ve kitlesel soykırımın ikinci önemli ayağı olarak tanımlamışlar.
Yakma-yıkma-tehcir edip geride kalan kültürel ve tarihi mirasları yok ederek “Hafıza Katilliği” yapmayı sadece kötülüğün zirvesinde kalmayı başaran soykırımcılar, fetihçiler ve işgalciler bilir. Beyaz soykırımla paralel yürüyen hafıza katilleri Ermenilere, Nasturilere, Rumlara, Kürtlere ait ne kadar tarihsel, kültürel miras varsa yakıp yıkmışlar, harabe haline çevirip kullanılmaz ve görünmez hale getirmişler. Tarihi mirası yıkıntılar haline getiren fetihçi, işgalci zihniyet sadece kelle koparıp kol ve bacak kesmemiştir. Aynı zamanda okul, eğitim ve bilim yuvalarını, köprü ve katedralleri, hamam ve çeşmeleri de yerinden, kökünden söküp imha etmiştir. Bir kısmını camiye (Ayasofya, Diyarbakır’da Ulu Cami, Kars’ta cami olarak kullanılan Surp Sarkis Kilisesi vb.) askeri kışlaya, su deposuna çevirmiş, çoğunu da define arama bahanesiyle altını üstüne getirerek yıkıntıya, harabeye çevirmiştir. Bir kısmını ise utanmazca ahıra çevirmişler. Mezarlıkların önemli bir bölümü imha edilmiş. Bir kısmının üzerine de beton dökerek tuvalet ve farklı amaçlı kullanılan binalar inşa etmiştir.
Bütün çaba ve amaç “Dört başı kısrak başı gibi uzak Asya’dan gelip Akdeniz’e kadar uzan memleketin” yeniden fethedilmesi, bu topraklarda kendilerinden önce yerli ve kadim halkların yaşamadığına dair sahte bir tarih yazmaktır. Yalan üzerinde inşa edilen bir inandırma mühendisliğine soyunmaya çalışmaktır.
Erdoğan “Ermeniler göçmen bir topluluktur” diyerek inkarcılığın en kaba halini dile getirmekten geri durmamıştır. Sormazlar mı bu iki yüzlü politikacılara! İki bin beş yüze yakın kilise, katedral ve manastırı, altı binin üzerinde okul ve bilim yuvasını at üzerinde elinde kılıçla Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türk kabileleri mi yaptı?
İnançlara saygısı olmayanların değişmeyen politikalarının amacı aynıdır. Fethedilen, hakim olunan, toprakların yegane ve şaşmaz sahibi, kurucusu ve efendisi olduğunu ispatlamaya çalışmaktır. Kendilerinden önce yaşayan kadim halklara ait tarihin kültürün ve zenginliklerin el değiştirilerek yeniden adlandırılması ve anlatılmasına çalışmaktır. Hakikati öldür! Hakiki olan sil! Sahte ve yalan olanı inşa et!
“Türkiye Türklerindir” iddiasını ve motivasyonu ispatlamak için yalan, inkar ve çarpıtma uğruna sahte resmi Türk tarih tezi yazmak. “Ani”nin Ermenilere ait olmadığını göstermek için Ani’yi “Anı” yaparak Türklere ait olduğunu ispatlamaya çalışmak utanç vericidir. Harflerle oynayarak gerçeği değiştireceğini düşünenler ancak hafıza katilleridir. İşgal ettiği toprakları fethederek “kılıç hakkı”nı kullanarak, yeni bir Türk tarih yazımı ve anlatımı yaratmak ancak soykırımcılara yakışır.
Bu topraklarda Ermeniler 6437 okul inşa etti. İki bin beş yüze yakın kilise, katedral, manastır inşa etti. Şimdi ise parmakla sayılabilecek sayıda kalan bu tarihi yapılara ne oldu?
Ermenistan sınırında orijini kilise olanı camiye çevirmek hem içe hem de Ermenistan’a yönelik Türk iktidar gücünü gösterme amaçlıdır. Egemenler, fetihçiler, işgalciler “Türkiye Yüzyılı” olarak tanımladıkları 21. yüzyılı, güç ve “kılıç hakkı” üzerinden yeniden restore etmeye çalışıyor. Türk- İslam kimliğine uygun yeni bir kodlama yapmaya çalışıyorlar. Oysa fetihçi zihniyetle yazılan tarih gerçek olamaz. Tarih, sadece Türk yazımında saklı değildir. Soykırıma uğramış halkların beleklerinde ve anılarında da kayıtlıdır.
(Yeni Özgür Politika – 15 Temmuz 2025)