DerlediklerimizGüncel

DENİZ ARAS | Müesses nizam ‘komünistleri’

Aradan yüz yıl geçtikten sonra “yeni” TKP, “cumhuriyetçi birikimi savunma” adı altında benzer bir çizgiye savrulurken “tarihsel TKP”nin bir karikatürüne dönüşmüş durumdadır.

TC devleti ile Kürt ulusal hareketi arasında yaşanan görüşmeler, sürecin mecliste komisyona havale edilmesiyle devam ediyor. TC devletinin “Terörsüz Türkiye”, Kürt ulusal hareketinin “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” olarak adlandırdıkları sürecin, TBMM ayağı olarak “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kurulduğu ilan edildi.

Tarafların komisyondan beklentileri farklı olsa da kurulan komisyonun Kürt ulusal sorununu çözme gibi bir hedefi bulunmadığı anlaşılmaktadır. En azından iktidar açısından komisyonun hedefinin Kürt ulusal hareketinin silahsızlandırılması ve tasfiye edilmesinin yasal alt yapısının hazırlanması olduğu anlaşılmaktadır.

Yaşanan süreç, Türkiye siyasetinde yeni saflaşma ve tartışmalara neden oldu. Irkçı ve faşist İyi Parti ve Zafer Partisi gibi oluşumlar, açıktan sürece karşı cephe alırken, kendini “Türkiye Komünist Partisi” olarak adlandıran çevrenin öncülük ettiği “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” bildirisi yayınlandı. Bildirinin içeriği ve sonrasında yapılan tartışmalardan, kendini “komünist” olarak tanımlayan bu çevrenin “cumhuriyetçi birikimi savunma” adı altında Kemalizm’in bayraktarlığına soyunduğuna tanık olduk.

Adı geçen örgütlenme, M.Suphi sonrasındaki “tarihsel TKP” ile bir ilgisi olmamasına rağmen aradan yüz yıl geçtikten sonra, M.Suphi’nin Kemalistler tarafından katledilmesinden sonra partinin önderliğini ele geçiren Ş.Hüsnü’nün sağcı ve revizyonist çizgisiyle bütünleşmiş durumdadır.

Hatırlanacak olursa, Ş.Hüsnü önderliğindeki revizyonist TKP, “Kemalistlerden sosyalist devrim yapmalarını bekleyecek kadar” Marksizm-Leninizm’den uzaklaşmış ve “genç cumhuriyeti savunma” adı altında, faşizmin başta komünistler olmak üzere dönemin bütün ilerici güçlerine, işçilere, köylülere yönelik saldırganlığına, Kürt ulusuna yönelik kitle katliamlarına destek vermişti.

Aradan yüz yıl geçtikten sonra “yeni” TKP, “cumhuriyetçi birikimi savunma” adı altında benzer bir çizgiye savrulurken “tarihsel TKP”nin bir karikatürüne dönüşmüş durumdadır.

Öyle ki “Mustafa Kemal’in önünde diz çöküyoruz” müsameresinden; en keskin NATO karşıtı söyleme sahip olmalarına rağmen Irak Kürdistanı’nda işgal saldırısında ölen NATO üyesi TSK mensupları için “başımız sağ olsun”  açıklaması yapmaya; “Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını istemiyoruz” diyerek Türk hakim sınıflarının devletinin sorgulanmaksızın savunan; “mevcut sınırlarımızın tartışılmasını istemiyoruz” diyerek faşist TC devletinin “hudut bekçiliği”ne soyunmuş bir çizgiyle karşı karşıyayız.

Bu çizgi, sınıfsal talepleri savunmak” adına Kürt ezilen ulus milliyetçiliğine karşı çıkıyor gibi görünüyorken gerçekte Türk şovenizmine savrulmaktadır. Her ezilen ulusun burjuva milliyetçiliği gibi Kürt ulusunun, ulusal zulme karşı yönelmiş olan genel demokratik muhteva taşıması gerçekliğini reddediyor.

Ezilen Kürt ulusunun mücadelesini “emperyalizm oyunu” olarak gördükleri için bu konuda yaşanan her gelişmede “vatan elden gidiyor” histerisine kapılmaktadır. Varsayalım ki, ezilen ulusun mücadelesini “dış güçler” kendi çıkarları için araçsallaştıyor.

Bu iddia nedeniyle ezilen ulusun bir ulus olmaktan kaynaklı en demokratik haklarının kabul edilmesi ve dahası bu mücadelesinin demokratik içeriğiyle birlikte mücadele etmeyi gerektirdiği halde, müesses nizam komünistleri ezilen ulusun mücadelesiyle değil, ezen ulusun devletinin yanında konumlanmayı propaganda etmektedirler.

Kürt ulusal isyanının arkasında “emperyalizmin parmağı”nın olduğunu varsayalım. Bu şartlarda gerçek bir komünist hareketin tavrının ne olması gerektiği son derece açıktır: “Türk hâkim sınıflarının Kürt ulusal hareketini zorla bastırma ve ezme politikasına kesinlikle karşı çıkmak, buna karşı aktif bir şekilde mücadele etmek, Kürt ulusunun kendi kaderini kendisinin tayin etmesini istemek, yani ayrı bir devlet kurup kurmamaya bizzat Kürt ulusunun karar vermesini istemek.” Mesele bu kadar basittir.

Müesses nizam komünistleri bırakalım Kürt ulusunun ulusal zulme karşı mücadelesinin demokratik yanını desteklemeyi, bu mücadelenin “cumhuriyetçi birikimi” tehdit ettiğini vaaz etmekte ve tam da bu nedenle burjuva cumhuriyetin birikimi dedikleri “şey”in savunulması gerektiği çağrısı yapmaktadır.

Böylelikle müesses nizam komünistleri, savunma çağrısı yaptıkları cumhuriyetin gerçekte coğrafyamızda “özünde köylülere ve işçilere, bir toprak devrimi imkanına karşı” geliştiği gerçeğinin üzerini örtmektedirler.

Savunma çağrısı yapılan cumhuriyet, “yuvarlanan taçların kimse başına koymaya cesaret edemediği” dönemde bir tercihten öte zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Sultanlığın artık hâkim sınıfların ihtiyaçlarını karşılayamadığı, egemenliklerini koruyamadığı bir tarihsel süreçte kurulmuştur.

Bu gerçeği burjuvazi bildiği içindir ki, karşı-devrim, “demokratik cumhuriyet” maskeli faşist diktatörlük olarak kurulmuştur.

Savunma çağrısı yapılan cumhuriyet, Ermenilerden gasp edilen köşkte kurulan rakı masasında “efendiler, yarın cumhuriyeti ilan ediyoruz” emriyle kurulmadan çok önce daha savaş yıllarında emperyalistlerle yapılan işbirliğiyle, Bolşevik tehlikeye karşı bir tampon olarak kurulmuştur.

“Cumhuriyet’in birikimi” adı altında önünde diz çöktüklerinin bırakalım M.Suphi ve 15’leri ve Maria Suphi’yi işkenceler altında katletmesini, 1927 gibi erken bir tarihte bile Adana-Nusaybin demiryolu hattında greve çıkan işçileri ve ailelerini katlettikleri tarihsel gerçeğini yok saymaktadırlar.

Bu tarihsel gerçekler, Kemalist hareketin sınıfsal niteliği ve kurulan cumhuriyetin niteliği komünist önder İbrahim Kaypakkaya tarafından net olarak çözümlendiği içindir ki, komünistler tarafından aşılmış tartışmalardır.

Ne var ki, müesses nizam komünistleri aradan yüz yıl geçtikten sonra bile yeniden Kemalist hareket ve burjuva cumhuriyetin arkasında saf tuttukları ve dahası kitlelere bu çağrıyı yaptıkları için yeniden gündem olmaktadır. Elbette bundan amaçlanan “AKP-MHP karşıtı” cephenin sosyal şoven bir çizgi arkasında yedeklenmesidir. Geçmişte bu çizgiyi Şafak revizyonistleri, Aydınlık, Vatan Partisi vb. savunmuştu.

Şimdi müesses nizam komünistleri, onlardan boşalan yere iltihak etmiş durumdadırlar.

(Yeni Yaşam.13 Ağustos 2025)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu