
Haziran ayı geldiğinde gökyüzü biraz daha renklenir. Dünyanın dört bir yanında kentlerin sokaklarına gökkuşağı bayrakları asılır, şirket logoları da birdenbire renkten renge bürünür. Kimi bankalar, kimi telefon operatörleri, kimi çokuluslu giyim markaları bir ay boyunca “biz de buradayız” der gibi gökkuşağına sarılır.
Oysa biz iyi biliriz ki gökkuşağı bu kadar ucuz, bu kadar kolay, bu kadar satılık bir şey değildir. Gökkuşağı, polis copunun, hapishane duvarlarının, mahkeme salonlarının, işten çıkarmaların, aile baskısının, taşlanmanın ve öldürülmenin içinden geçerek buraya kadar geldi.
Onur, Lubunyaların 1969’da New York’un Stonewall barında başlayan örgütlü/kolektif direnişinin adıdır. Birkaç trans kadın, birkaç lubunya ve birkaç göçmenin o gece polis baskınına “artık yeter” dediği anın mirasıdır. Onur, sokak ortasında dövülen, evinden atılan, kimliği inkar edilen, kimliği yüzünden yoksullaştırılan milyonların öfkesinin ve inatla hayatta kalma direncinin adıdır. Bugünse aynı Onur, market raflarında satılan rengârenk ürünlerle, milyon dolarlık sponsor anlaşmalarıyla, gökkuşağına boyanmış logolarla karşımıza çıkıyor. İşte tam da burada soruyu sormak zorundayız: Bizim acımızı, bizim direnişimizi, bizim rengimizi kim pazara çıkardı?
Pembe kapitalizmin tuzakları
Kapitalizmin mahareti bellidir: Her şeyi metalaştırmak. Aşkı, sanatı, kültürü, isyanı, direnişi… Hatta devrim hayalini bile. LGBTİ+ hareketinin yıllar boyunca sokaklarda, barikatlarda, örgütlenmelerde kazandığı görünürlüğüde aynı iştahla yuttu sermaye. Bugün dünyanın büyük markaları haziran geldiğinde “biz de eşitlikten yanayız” diye reklam kampanyaları yapıyor. Oysa aynı markalar, işyerlerinde
LGBTİ+ çalışanlarını mobbinge maruz bırakıyor, trans işçileri işe almıyor, eşit işe eşit ücret vermiyor. Buna pembe kapitalizm ya da gökkuşağı kapitalizmi diyoruz. Yani şirketlerin gökkuşağını yalnızca satışları artırmak için kullanması. Bir banka logosuna gökkuşağı konduruyor ama kredi verdiği şirketler işçi kıyımı yapıyor.
Bir içki markası Onur Yürüyüşü için özel şişe tasarlıyor ama reklamında sadece “makbul” görülen gey erkekleri gösteriyor, trans kadınları görünmez kılıyor.
Bir telefon operatörü “aşk aşktır” diyor ama sendikalaşmak isteyen işçilerini kapının önüne koyuyor. Onur, kapitalistlerin reklam kampanyası değildir. Onur, sokakta gözaltına alınmayı, işsiz kalmayı, dışlanmayı göze alanların mücadelesidir. Ve biz biliyoruz ki sermaye, hangi renge bürünürse bürünsün, sonunda hep aynı şeyin peşindedir: daha çok kâr.
Pinkwashing: Soykırımda “Onur” yoktur!
Pembe kapitalizm yalnızca şirketlerle sınırlı değil. Devletler de kendi kirli yüzlerini aklamak için LGBTİ+ haklarını bir vitrin olarak kullanıyor. Bunun en çarpıcı örneği Siyonist İsrail’in politikalarıdır. Tel Aviv’de düzenlenen Onur Yürüyüşleri, tüm dünya medyasına “İsrail özgürlükler ülkesi” diye servis ediliyor.
Rengârenk kalabalıkların görüntüleri, Gazze’de bombalanan evleri, öldürülen çocukları, yerinden edilen binlerce Filistinliyi perdelemeye yarıyor.
Buna pinkwashing diyoruz. Yani LGBTİ+ haklarını, savaş suçlarını ve işgali görünmez kılmak için bir propaganda malzemesi haline getirmek. İsrail hükümeti “bakın ne kadar ilericiyiz, geylere hak tanıyoruz” derken, aynı anda Filistinli lubunyalar sınır kapılarında aşağılanıyor, kimlikleri yüzünden hedef alınıyor. Bir elde gökkuşağı bayrağı sallanırken, diğer elde tankların gölgesi düşüyor.
Ama biz soruyoruz: Gökkuşağı tankların üzerine boyanınca özgürlükmü geliyor? Bir devlet, Filistin halkını katlederken LGBTİ+ haklarını sahte bir vitrine dönüştürünce ilerici mi oluyor? Bu soruların cevabı çok açık: Hayır. Özgürlük başka halkların kanı üzerine inşa edilemez: Soykırımda onur yoktur!
Homofobiyle iktidarını büyütenler
Pinkwashing’in tam tersi bir yöntem de var: LGBTİ+ları şeytanlaştırmak, günah keçisi haline getirmek. Türkiye’de, Polonya’da, Rusya’da ve daha çok sayıda yerde iktidarlar bu yolu tercih ediyor. Gökkuşağı burada reklam panolarına değil, polis yasaklarına konu oluyor. Her yıl Onur Yürüyüşü yasaklanıyor, coplarla dağıtılıyor, gözaltılarla engelleniyor. İktidarlar, kendi başarısızlıklarını gizlemek için LGBTİ+ları hedef tahtasına koyuyor.
Yoksulluğu, işsizliği, savaş ve işgal politikalarını konuşmamızı istemiyor; bunun yerine “toplumun değerlerini tehdit eden lubunyalar” masalını anlatıyor.
Oysa hepimiz biliyoruz ki lubunyaların tek tehdidi var: Gerçeği söylemeleri, görünür olmaları ve örgütlenmeleri. Bir yanda gökkuşağına boyanmış tanklar, diğer yanda gökkuşağını yasaklayan coplar. İki farklı yöntem, aynı sistem: Kapitalist–otoriter-faşist düzen. Gökkuşağını fabrikaya taşımalıyız İşte tam da bu yüzden, meseleyi yalnızca “şirketler bizi sömürüyor” noktasında bırakmak yetmez. Çıkış yolunu aramak zorundayız.
LGBTİ+ mücadelesi, işçi sınıfının mücadelesinden, emekçilerin taleplerinden ayrı düşünülemez. Çünkü lubunyalar da fabrikada işçi, plazada emekçi, okulda öğrenci, hastanede hemşire, pazarda tezgahtardır. Kimliği yüzünden ayrımcılığa uğrayan işçi, aynı zamanda patronun sömürüsüne uğrayan işçidir.
Devrimci bir perspektif, gökkuşağını fabrikanın içine taşımak demektir. Bir yandan homofobiye, transfobiye karşı mücadele ederken, diğer yandan sendikalarda, işçi hareketinde, kadın hareketinde, göçmenlerle dayanışmada yan yana durmak demektir.
Çünkü özgürlüğümüz birbirine bağlıdır. Birimizin zinciri kırılmadıkça hiçbirimiz gerçekten özgür değiliz.
Kapitalizmin sahte dostluklarına da, faşist-otoriter devletlerin düşmanlığına da mahkûm değiliz. Bizim gerçek dostlarımız işçi sınıfının safındadır, yoksulların, göçmenlerin, kadınların, ezilen halkların yanındadır.
Onur satılık değildir!
Unutmayalım: Onur ayı market raflarında değil, sokaklarda kazanıldı. Coplara rağmen, yasaklara rağmen, işten atılmalara rağmen yürüyenlerin cesaretiyle kazanıldı. Bugün sermaye gökkuşağını logosuna iliştiriyor olabilir, devletler rengârenk yürüyüşlerle imajlarını temizlemek istiyor olabilir. Ama biz biliyoruz: Onur ne bir satış kampanyasıdır ne de bir propaganda vitrinidir.
Onur, direnişin adıdır. Onur, örgütlenmenin adıdır. Onur, eşitlik ve özgürlük için yan yana durmanın adıdır. Ve biz, lubunyalar, devrimciler, emekçiler, kadınlar, göçmenler biliyoruz: Lubunyanın özgürlüğünü, sermayenin değil dayanışma ve örgütlenme getirecek!