
“Edebiyat ve sanatı gerçekten devrimin tüm makinasının bir kısmı haline getirmek, halkı birleştirmek ve eğitmek için, düşmana darbe indirmek ve düşmanı yok etmek için kudretli bir silâh olarak kullanmak, düşmana karşı gönül birliği ve ortak bir iradeyle savaşmasında halka yardım ettirmek gerekir.”
-Mao Zedong, Seçilmiş Eserler Cilt: III
Bu senenin başında kurulmuş, altı genç kadından oluşan pop müzik grubu manifest, 6 Eylül’de +18 konseptli bir konser gerçekleştirdi. Konserin ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, grup üyeleri hakkında “hayâsızca hareketler” ve “teşhircilik” suçlamalarından resen soruşturma başlatmış; sonrasında gözaltına alınan grup üyeleri ise adli kontrol ve yurt dışı yasağı ile serbest bırakılmıştı.
manifest, K-pop’ın Türkiye’deki bir uyarlamasıdır. Bu yüzden ilk olarak K-pop sektörünü incelememiz gerekiyor.
Zorlu eğitim süreci, ağır sözleşmeler, özel hayatın kontrol altında tutulması..
Güney Kore’deki pop müzik sektörü kapitalist müzik endüstrisinin etkisi altında şekillenmektedir. K-pop sektörü ise bunun en bilinen örneği. Sanatın metalaştırıldığı bu sektörde, sanatçılar da metalaştırılmanın kurbanı olmakta.
Bir grupta çıkış yapmak isteyen genç biri, yeteneklerine göre değil, patron için ne kadar “kazanç sağladığına” göre seçiliyor. Bu kişiler bir gruba girmeden önce yoğun bir eğitime tabi tutuluyor. Bu eğitimler sadece vokal ve dans üzerine değil, aynı zamanda patronun sunmak istediği imaj üzerine de veriliyor.
Hayatlarını o şirketin çıkaracağı grubun üyesi olmak için adıyorlar. Yıllar süren yoğun ve zorlu, insani olmayan bir eğitim sürecinin ardından, müzik şirketinin patronu isterse o grup ile medyada kendine yer bulabiliyor.
Medyada yer aldığı ve konserlerini de verdikleri süreçte de bu grup üyeleri, ağır sözleşmeler altında çalışmalarını sürdürmekte. Özel hayatları üretecekleri eserler gibi denetim altındadır. İstedikleri şarkıyı yazamaz, istedikleri içerikleri üretemezler. Ürettikleri eserler bir politik mesaj da içermemelidir.
Üretilen bu eserler kitleyi mevcut sömürü koşulları ve bunun açığa çıkardığı sorunlara karşı harekete geçirmekten öte uyku moduna geçirmeyi amaçlar. Uyutulan kitlenin bu sektöre duyduğu hayranlık da metalaştırılmaktadır.
Bu hayranlık, K-pop sermayesinin en büyük silahlarından birisidir aslında. Hayranların bu gruplara duyduğu sevgi, aidiyet vb. duygular; albüm satışlarına, konser biletlerine ve “hayran” ürünü diyebileceğimiz fiziksel ürünlere dönüştürülür.
Grup ve hayran arasındaki bağ, şirket lehine müzik grubunu seven, takip eden fanların birer gelir kaynağı olarak ele alındığı bir mantıkla sermayeye havale edilir.
Başka bir deyişle müzikal üretimin, kapitalist müzik endüstrisinin ihtiyaçları temelinde inşa edildiği bir eko-sistem inşa edilir.
Peki ya manifest?
manifest de buna benzer süreçlerle orta çıktı. Geçtiğimiz sene YouTube üzerinden yayınlanmış olan “Big5 Türkiye” adlı yarışma üzerinden kurulan manifest tam da Kore’deki K-pop tarzını Türkiye’ye taşıdı.
Yarışmayı incelediğimizde, kazananların müzikal anlamda özgün ve bağımsız üretimlerden öte kapitalist müzik endüstrisinin ihtiyacını karşılayabilecek ve patrona para kazandırabilecek performanslardan seçildiğini görüyoruz.
Burada jüri 3 kişilik, bunlardan ikisi müzikle ilgili insanlar iken biri ise manifest grubunun da şirketi olan Hypers Music şirketinin patronu. Bir patronun müzik yarışmasında jüri üyesi olması o yarışmanın yeteneği seçmek üzerine değil de, metayı seçmek üzerine düzenlendiğini gösteriyor.
manifest’te endüstrileşen müzik piyasasının son ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Siyonist İsrail’e destekleri ile bilinen markalar olan Burger King ve Coca Cola ile işbirliği yapan manifest bizlere, “ülkemizin gururu” olarak pazarlanıyor. manifest’in sanatsal üretiminin genel çerçevesi bahsettiğimiz gibi doğrudan şirketin politikası tarafından çizilmekte.
Sonuç olarak şirket bir sanatsal üretimden ziyade para kazanmak istiyor. Bunda da başarılı olduğunu söyleyebiliriz. manifest’in konserleri yoğun katılımlarla geçtiği gibi müzik listelerinde de en üst sırada.
Şu anda gündemde olan +18 konseptli konserin de patronun istekleri doğrultusunda gerçekleştirildiği aşikar.
Grup bir yandan da “politik” duruşuyla da lanse edilmeye çalışılıyor. 19 Mart hareketliliği sürecinde yeni çıkacak şarkılarını ertelemeleri, bu süreçte üyelerin “andımız” gibi şoven metinlerle X paylaşımları yapmaları bize muhalif politik çıkışlar olarak sunuldu.
Müzikal tarzından dolayı seküler bir toplumsal tabana hitap eden grubun bu tutumları bile şirketin kar odaklı politikasının bir ürünüdür.
‘Girl Power’(Kız Gücü) diye bize sunulan manifest grubu, Me Too hareketinin Türkiye’de tekrar başlamasıyla birlikte adını sıklıkla duyduğumuz fotoğraf sanatçısı Mesut Adlin ile de çalışmalarıyla biliniyor.
Kadınlar tarafından ifşalanan Mesut Adlin’le ilgili gruptan veya şirketten ise herhangi bir açıklama yapılmadı.
Öte yandan manifest grubunun üyelerinden birinin partneri de pedofili çıkmıştı. Bu gerçek karşısında tepkisiz kalan grup üyelerinin tek yaptığı Instagram hesabından herkesi takipten çıkmak oldu.
Siyonizm işbirlikleri
Grubun Siyonist İsrail destekçisi markalarla işbirliği yaptığından bahsetmiştik. Grup, bu markalarla olan işbirliklerini ürettikleri kliplerde de gözümüzün içine sokuyor.
Tüketici klipleri izleyince boykot edilmesi gereken markaları kullanmaya yöneliyor. manifest, İsrail’le işbirliği yapan şirketlere yönelik boykot çağrılarının, fiili boykotların karşısında konumlanıyor. Buradan anlayacağımız şey, manifest, kitleleri uyutmak için biçilmiş kaftanlardan biri.
Kitleyi apolitize edip, hayranlarını sadece grubun kendisine odaklamakta. Kitle o kadar apolitize edilmiştir ki, hayranlar sadece manifest’i düşünmektedir. Bu onların suçu da değildir. Sorumlu, sanatsal üretimi piyasalaştıran kapitalistler ve onların müzik endüstrisindeki şirketleridir.
Kapitalist müzik endüstrisinin ürünü K-pop ve Türkiye uzantısı manifest gibi gruplar, gençliği kendi sorunlarından, bu sorunlara neden olan gerçeklerden uzaklaştırma politikasının bir sonucudur.
Gençliği apolitikleştirme, kendi gerçeğinden uzaklaştırma ve bireysel bir düşün dünyasına hapsetme yaklaşımı gençliğin kaderi değildir.
Her gün giderek daha fazla piyasalaştırılan üretimlerden öte yeryüzündeki her şeyi yaratan emeğe ve alınterine, direniş ve mücadeleye odaklanan; bize diz çöktürmek isteyen sistemin karşısında konumlanan edebiyata, resime, müziğe bir bütün olarak devrimci-sosyalist halkçı sanata yönelmeliyiz.