
Zulüm, adaletsizlik ve kötülükler hiçbir dönem bu kadar örgütlü, yıkıcı ve pervasız olmadı.
Hukuksuzluk hiçbir dönem bu kadar her alanda ve yerde egemen olmadı. Sermayenin sahipleri, paranın temsilcileri her şeyi teslim alıp diz çökertirken hak ve özgürlüklere ait ne varsa kuşatıp, yıkıp, ezmeye ve geriletip sindirmeye, sessizliğe gömmeye çalışıyor. Halklar, yaşadıkları zulüm ve karşılaştıkları haksızlıklar karşısında kapısını çalıp adalet ve özgürlük talep edeceği, hukuk arayacağı hiçbir kurum kalmadı.
Devletlerin altına imza attığı sayfalar dolusu evrensel insan hakları ve düzenlemeler, gelinen aşamada boş kağıt parçasından başka bir şeye evrilmedi. BM, Avrupa Konseyi, AİHM ve benzeri kurumların hiçbir etki gücü, iradesi ve güvenilirliği kalmamıştır.
Tabela olarak kağıt üzerinde kalan bu kurumlar anlamsızlık ve değersizliğe tabi olmaktan kurtulamadı. Temel hak ve özgürlük arayan mazlum halkların önünde sayısız engel ve zorluklar olsa da birleşip ortak hareket etmekten, mücadele edip kaderlerini kendi ellerine almaktan başka yolları yoktur.
Başta “uygar” diye bilinen dünyanın önde gelen yönetimleri kapitalizmin yaşadığı yapısal çoklu krize ve insanlığın karşı karşıya kaldığı yıkıma ve doğanın geri dönüşümü olmayan kırımına çözüm bulamıyor. Çareyi temel hak ve özgürlükleri gasp edip geriletmeye, adım adım yok etmeye çalışıyor.
Kendisine bağımlı sömürge ülkelerde ise demokrasiyi benimseyip içselleştirememiş diktatöryal rejimler dışında başka bir yol ve alternatif bırakmıyor. Faşizm, bugün zamana ve yaşanan koşullara uyum sağlayarak kendini yeni biçimlerde var edip yaşatıyor.
İktidarın politikalarında, devletin tüm kurumlarında, yaşatılan şiddet ve teröründe, politikacıların söylem ve bitmeyen tehditlerinde bu gerçeklik görülebilir. “Hukukun üstünlüğü”, “yargının bağımsızlığı”, “mahkemelerin tarafsızlığı” gibi sözler yaşanan ve yaşatılan zulmü ve adaletsizlikleri örtbas edemiyor.
Orta Doğu halkları barış, huzur ve istikrar içinde yaşamaktan uzak, fırtınalar içinde bıçak sırtında yürümeye çalışıyor. Orta Doğu’nun yegane barış ve huzur adası olan Rojava, sistematik bir şekilde hemen her gün bir Türk devlet yetkilisi tarafından tehdit edilmektedir.
Rojava halkları TC’nin örgütleyip kışkırttığı DAİŞ çetelerinin saldırılarına karşı direnmeye, özgürlüklerini ve onurlarını korumaya çalışıyor.
“Yakma-Yıkma-Çökme” politikalarında oldukça eğitimli, üstün diplomalı ve tecrübeli olan TC devleti Kürt’ün ne Türkiye’de ne de Rojava’da varlığına ve haklarına tahammül edemiyor. Kürt’e ait özgür bir varlığın, sözün, irade ve kararın var oluş biçimine göz yummak istemiyor.
Özgürlüğü ve haklarıyla kendisi olan Kürt’ün yeminli ve tarihsel düşmanı olanlar kimsenin özgürce yaşamasını istemediği gibi Kürt’ün özgürce yaşamasını istemiyor. Bundandır ki başvurmadığı provakasyon, işlemediği suç, yürütmediği karanlık pazarlık kalmamaktadır.
Erdoğan ve ekibi ülke içinde ve dışında attığı her politik adımda ve yaptığı her görüşmede, yürütmek istediği her diplomatik çalışmada Kürt meselesini baş gündemi yapmaktadır. Diğer ülke ve yönetimlerinin Kürt meselesine kendisi gibi bakmasını aldığı tutuma göre herkesin bir pozisyon almasını istemektedir.
Kürtlerin varlığının kabul edilmemesi, hak ve özgürlüklerinin tanınmaması, bir statü sahibi olmaması için her türlü akıl ve becerisini kullanmaya çalışıyor. Bu politikanın yaşam bulup kabul görülmesi için her türlü maddi tavizi vermeye hazır halde durmaktadır.
ABD, AB, Rusya ve Arap ülkeleriyle yürütülen politik-diplomatik görüşmelerde bu çaba ve politikanın her türden rengi görülebilir. Emekçi halklarına sırtına yıkılacak olan milyarlarca dolar borçlanma pahasına her türlü tavizi vermeye hazır durumda bekliyor.
Erdoğan’ın altı yıldır dört gözle beklediği Trump’la görüşmesi yakında gerçekleşecektir. Her türlü askeri-ticari anlaşmaları kabul etme her türlü tavizi vermeye hazır olan Erdoğan’ın Trump’la yapacağı görüşmenin önemli bir yerinde “Suriye-Rojava” meselesi olacak, Rojava’da Kürtlerin bir “statü”ye sahip olmaması için çalışacaktır.
Sermaye sahiplerinin silah baronlarının Orta Doğu’yu, Rojava’yı nasıl şekillendirecekleri konusunda yürüttükleri görüşmeleri ve yaptıkları çalışmaları izlemek, anlamaya, çözümlemeye, tutum almaya çalışmak önemli bir yerde durmaktadır.
Ancak halkların politik ve diplomatik çalışmaları daha önemli bir yerde durmaktadır. Özgürlük uğruna yürütülen mücadele de en önemli diplomatik çalışma “halklar arasında yürütülen devrimci propaganda çalışmasıdır”. Rojava dışında yaşayan özgürlük arayan halkların bilinç ve duygularının kazanılmasıdır. Ortak mücadele fikrinin maddi güce çevrilmesidir.
İçtenlikle benimseyip kabul etmek gerekir ki, Kürtlerin özgürlüğü tanınmadıkça bu uğurda bilinçli ve örgütlü mücadele yürütülmedikçe Türkiyeli işçiler, emekçiler, kadın ve gençler asla kurtulamaz.
Kürt özgürlük mücadelesi devrimci mücadelenin önemli bir stratejik eksenidir. Eşitlikçi-gönüllü bir ittifak ekseninde ele alınmak zorundadır.
Kürt ulusal özgürlük mücadelesiyle geçici-dönemsel-seçimden seçime endekslenen, bu süreçte bağ kurulup yanyana gelinen değil, stratejik bağ kurulup, ciddiyet ve önemle ele alınarak birlikte mücadele edip somut görev ve sorumluluk üstlenmek gerekir.
Ayrıcalıklı, mutlu sınıflar özgürlükleri gönüllü olarak kendiliğinden ne işçilere ne de Kürtlere vermez. Beyler özgürlükleri vermez, halklar mücadele ile alır.
Ülkenin demokratikleşmeye ve barışa en fazla ihtiyaç duyulduğu süreç yaşanıyor. Vicdanı ve onuru kirlenmiş bir avuç Kürt dışında Kürt halkının önemli bir kesimi barış ve demokratikleşme talebiyle sokak ve meydanları inletiyor.
Acıların son bulmasını, demokratikleşmenin yolunun açılmasını, insanca bir nefes alınmasını isteyen Kürtler bir yandan TC devletinin yöneticilerine diğer yandan Türk halkına çağrıda bulunuyor. Bir çığ gibi büyüyen sesi duymamak için bir neden yoktur.
Komisyon çalışmaları oldukça ağır, aksak, Kürt sorununu çözümüne endekslenmemiş bir tarzda tek ayak üzerinde Kürtlerin omuzunda yürümektedir. Kuşkular oldukça ciddi ve kaygılar ağırdır. Kürt halkı ezici bir çoğunlukla ülkenin demokratikleşmesini, Kürtlerin varlığının tanınmasını, hak ve özgürlüklerin kabul edilmesini istemektedir.
Türk devletinin amacı bellidir; oyalayarak, süreci zamana yayarak, uzatmaktır.
Türk halkı ise Kürt halkının demokratikleşme ve barış talebinin anlaşılması ve gerçekleşmesi konusunda hazır değildir. Öyleyse ne yapmak lazım? Türkiyeli ilerici-demokrat ve devrimcilerine büyük görev ve ciddi sorumluluklar düşmektedir.
Türkiye’nin demokratikleşme ve Kürt halkının barış talebini kendi kurtuluşunun ve mücadelesinin stratejik bir parçası haline getirmelidir.
Zihniyeti ve niyeti demokratikleşmeye ve barışa göre şekillenmemiş ve hazırlanmamış bir devletin ve iktidarın Kürt halkının derdini, dilini, niyetini anlayamaz. Barış analarının Kürtçe çığlığını ve acısını dinlemeye tahammül etmez.
Barışın fazlasıyla dillendirilip, komisyon kurulduğu, sayısız toplantı ve görüşmelerin yapıldığı bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin silah üretimine hız vermesi, doğa ve yaşam kaynaklarını yıkımına aralıksız devam etmesi, İmralı kapılarının açılmaması, siyasi tutsakların serbest bırakılmamasının anlamı nedir?
Tüm bu kötülüklere kaynaklık eden politika ve uygulamaların iyi niyet taşımadığı bir gerçektir. Türk politikacılarının niyeti, zihniyeti ve eli ne tarihinde ve ne de günümüzde demokrasiyle tanışmamıştır ki Kürt analarının dilini, özgürlük talebini anlayabilsin.
Bugün her zamandan fazla eylem ve söylemde tutarlılık, mütevazi duruş, siyasal olgunluk, ciddiyet gibi insanlığa ve geleceğe ait erdem ve ölçüler esas alınarak özgürlük büyütülebilir.
(Yeni Özgür Politika – 23 Eylül 2024)