
TBMM çatısı altında kurulan “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” Başkanı Numan Kurtulmuş, Komisyon’da yaptığı konuşmada; “PKK, Suriye dahil bütün bileşenleriyle silah bırakmadan yasal süreç başlamaz. PKK’nın Suriye dahil tüm bileşenleriyle silah bıraktığında hukuki aşamaya geçileceğini” buyurmaktadır.
Kürt sorununun “çözüm”ü için Komisyon kuranların, bu sözleri ettiği süreçte Türk devleti destekli başıbozuk çapul ordusu HTŞ, hızından bir şey kaybetmeden Efrîn, Der Hafir ve Tışrîn’e yönelik askeri saldırılarını sürdürmektedir. HTŞ saldırganları Rojava’ya giden yolları kapatıp Halep’teki Kürt mahallelerini ablukaya almaya ve Rojava’yı tümüyle kuşatmaya çalışıyor. Bütün bu saldırganlığın amacı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni teslim alıp diz çökerterek, tekçi-merkezi yönetimi kabul ettirmektir. Bütün bu kabul edilemez saldırganlığın arkasında bilinen Türk devleti ve asker-sivil bürokratları vardır.
Bu saldırıların yapılmasının ne anlama geldiğini, amacının ne olduğunu başta QSD güçleri ve Rojava halkı iyi bilmektedir. İlham Ahmed’in açıklaması bölge gerçekliğini gözler önüne serer niteliktedir: “Bölgenin kaderi barışçıl, istikrarlı demokratik gelecekle olası iç savaşa doğru gidiş arasında bir dengede duruyor.” Rojava’nın önüne zorbalıkla iki yol konmaktadır: Ya DAİŞ artığı merkezi Şam yönetiminin baskı ve zorbalığını kabul edip teslim olmak ya da onurlu bir yaşam için direnmek!
Türk devlet yetkilileri, QSD’nin HTŞ’ye, Özerk Yönetim’in merkezi Şam yönetimine entegre olmasını dayatıyor. Kürtler başta olmak üzere Rojava halkının boynunu çetelerin kılıcı altına sokması isteniyor. Yakın zamanda Alevi-Dürzi-Hristiyan katliamlarını gerçekleştiren başı bozuk çapul ve katliam ordusu olan HTŞ’ye, merkezi Şam yönetimine entegre olmak demek yeni bir soykırıma ve kadın kırımına “evet” demektir. On binlerce şehit ve gazi, büyük fedakarlık ve emek pahasına elde edilen özgürlüklerin, insanlık ve kadın düşmanı DAİŞ’e teslim edilmesi demektir.
AKP-MHP iktidar yöneticileri var olan süreci barış ve demokrasi olarak algılayıp kabul etmekte oldukça zorlanmaktadır. Onlar Kürt ulusal özgürlük sorununu güvenlik ve “Terörsüz Türkiye” yaratma olarak görmekte ve böyle yaklaşmaktadır. Kürt ulusal özgürlük hareketinden sonu gelmeyecek ve asla kabul edilmesi mümkün olmayan tavizler koparmaya çalışmakta; tam tasfiye ve tam teslimiyete zorlamaktadır. Kürtçenin eğitim ve ana dil olarak bile kabul edilmemesi, Rojava’ya yönelik saldırı ve provokasyonların ardı arkasının gelmemesi, merkezi Şam yönetimine entegre politikasında ısrar etme gibi bir dizi adım gösteriyor ki Türk devlet aklı dün olduğu gibi bugün de benzer tarzda ‘çözüm’ için çalışmaktadır.
Kuruluşundan itibaren bir türlü demokrasiyi benimseyip içselleştiremeyen, faşist zihniyetten kopamayan “Cumhuriyeti Türki” devleti, Kürt ulusal özgürlük hareketinden daha fazla taviz koparmaya, Kürtlerin samimiyetle attığı adımları karşılıksız bırakmaya çalışmaktadır. Meclis’te ya da ikili yapılan görüşmelerde kurulan cümleler, söylenen sözler, verilen vaatler kimseyi yanıltmamalıdır. Yarım asırdır kırk bin şehit pahasına elde edilen tecrübe ve mücadele içinde kazanılan birikim ve elde edilen bilinç “Osmanlı’da oyun çoktur” sözünün de bilincindedir.
Kötülerin dünyaya hakim olması istenmiyorsa bugün dünden ve her zamandan daha fazla yüksek sesle doğruları söyleme cesaretini göstererek, güçlünün karşısında dik ve sağlam durarak, demokrasi ve barış yolunda yol alınabilinir.
(Yeni Özgür Politika – 7 Ekim 2025)