
Uluslararası kapitalizm yarattığı sorunların üstesinden gelemediği gibi ürettiği sorunlar yumağı giderek daha büyümüş, daha kronik hal almıştır. Bir türlü müdahale edilmeyen ve çözülmeyen bu durum ve yarattığı tahribatlar yaşamı her geçen gün daha zorlu bir döneme sokmuştur. Öyle ki, bu durum giderek sorunların ve çelişkilerin daha tırmanmasına neden oluyor. Kurulu düzenin neden olduğu bu sorunlar çözülmedikçe, uluslararası mali sermayenin -ve bağımlı kıldıkları pazarlardaki egemen sınıfların- baskı ve saldırıları giderek daha agresif boyutlara tırmanacaktır. Bunun sonucu çürüyen ve köhneyen düzenin yarattığı külfet, halklara mal ediliyor. Sınıfsal ve siyasal baskı ve yaptırımlar giderek daha katmerli hal alıyor.
Kısacası emperyalistlerin kâr hırsı o denli artmıştır ki, sömürüleri, saldırıları, baskı ve tahakküm dürtüleri had safhaya tırmanmıştır. Ezilen sınıflar ve yığınlara reva görülen sömürü, saldırı ve baskı mekanizması bundan dolayı daha keskin hal almıştır. Bunun yanısıra, gözleri hiçbir şey görmeyen emperyalistlerin kendi aralarında pazarların yeniden paylaşım kavgası ve politik, askeri hegemonya dalaşı da daha keskin düzeylere varmıştır.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, emperyalistlerin ve tüm gerici güruhların sömürü ve kâr hırsı doğayı, iklimi, ekolojik dengeyi de tehdit eden düzeydedir. Aşırı kâr dürtüsü, doğanın tahribatını görmezden gelmiş ve dünyayı ekolojik bir felaketin içine sürüklemiş; dünyanın geleceğini tehlikeye atmıştır. Hiçbir önlem almadan yaptıkları üretim, maden arama, askeri tatbikatlar ve çıkarttıkları savaşlar, doğa ve iklim üzerinde ciddi ve geri alınamaz sorunların oluşmasına neden olmuştur. Daha net bir deyimle, günümüzün ekolojik sorunları uluslararası emperyalist sistemden kopuk değildir. Dolayısıyla soruna karşı mücadele, sorunu yaratan egemen sisteme karşı mücadeleden bağımsız ele alınamaz.
Dünyayı tehdit eden ekolojik kriz
Dünya çapında uluslararası emperyalist devletler ve bağımlı kıldığı ülkelerde oluşan ekonomik, mali, siyasi, askeri kriz ve gerginliklerle beraber, dünya ekolojik kriz ile fasit bir daire içine sürüklenmiş durumdadır. Bunun sonucu tabiatın, iklimin, doğanın tahribatıyla beraber, tüm canlıların tehdit edildiği bir dönem içine de girilmiştir. Öyle ki, bu krizler yumağı insanlığın yaşam koşullarını tehdit eder hal almıştır. Nitekim bu durum her geçen gün kendisini daha hissettirmektedir.
İnsanlığın tarih sahnesinde yer aldığı ilk dönemlerden günümüze değin ekolojik ve doğa sorunları hep var oldu. Dolayısıyla insanlık aleminin tarihinde bu sorunlar devamlı gündeme geldi. Bu sorunlar önceleri yerel düzeyde iklim sorunu olarak ele alındı. Ancak kapitalizmle birlikte ekolojik sorunlar giderek hız kazandı ve doğal bir tabiat olayı, beraberinde kapitalist sistemin neden teşkil ettiği uluslararası bir sorun halini de aldı. Emperyalist aşamaya ulaşan kapitalizmin özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra gelişen üretici güçleri üzerinden, üretim-tüketim döngüsünün hız kazanmasıyla doğaya daha fazla müdahale edildi. Ancak emperyalistlerin kâr hırsı ve para, sermaye fetişizmi öne çıktığından üretici güçlerin doğaya müdahalesi doğadaki tahribatlara önlem almaktan uzaktı. Sömürü, artı-değer, kâr, ilhak vb. hırs ve dürtüler, doğayı ve iklimi korumaktan, olası tahribatlara önlem almaktan yoksundu. Tersine kapitalizmin artı-değer ve kâr hırsı doğayı, iklimi, ekolojik yapıyı giderek tahrip eden, doğal kaynakların tükenmesine ve çevresel krizlere neden olan bir sürece soktu.
Nitekim fabrikalarda, maden aramalarında, tarımda, savaş ve askeri tatbikatlarda vb. yerlerde kullanılan fosil yakıtlar ve atıkları doğayı kirletmiş ve çevreyi tahrip etmiştir. Beraberinde doğaya salınan fosil yakıtların yakılmasıyla karbondioksit, metan, azot oksitlerden oluşan ve atmosfere salınan sera gazları giderek artmıştır. Öyle ki, sera gazı güneşten gelen ışınları içeri alır ama dünyadan yansıyan ısıyı dışarı salmaz. Böylece sera gazları giderek atmosferde birikir ve güneş ışınlarını süzen ozon tabakasını da zorlar. Nitekim bunun sonucu ozon tabakasında incelme ve çatlaklar da oluşmuştur. Kısacası birbirine bağlı bu gelişmeler sonucu biriken sera gazı atmosfer dışına salınmaz ve atmosferde yarattığı birikimle küresel ısınmaya neden olur. Daha net bir deyimle, dünyanın ısınmasının temel nedeni, kâr hırsıyla ve para dürtüsüyle doğanın tahribatına önlem alınmadan yapılan kapitalist üretim sonucu, doğanın fosil yakıtlar ve zararlı gazlarla kirletilmesi ve atmosferde oluşan sera gazlarının dünyayı ısıtması ve tahrip etmesidir.
Bunun sonucu, biriken sera gazları ve güneşten gelen enerji küresel ısınmaya neden olur, dağlardaki buzulları eritir, buharlaşmayı artırır, yağmuru çoğaltır, sel ve su baskınları ile kuraklık ve fırtınayı artırır. Sosyal yaşamı olumsuz etkiler.
Küresel ısınmayla ısı artar, tarım sektöründe ve bitki üretiminde olumsuz etkiler yaratır, orman yangınlarına neden olur. Kullanılan zararlı bitki ilaçlarıyla da toprak tahrip edilir. Ayrıca çıkartılan bilinçli orman yangınlarıyla kapitalist yatırımlar için doğa tahrip edilir, doğal alem yıkıma uğratılır. Artan bu yangınlar toprak erozyonuna ve çölleşmeye neden olur.
Doğayı kirleten atıkların su kaynaklarına karışmasıyla içme suyu ve deniz yaşamı tehdit altına girer. Dünyanın ısınması, buzulların erimesi, hava kirliliği, aşırı ve yersiz yağışların olması, iklim değişikliğine neden olur. Atmosferi daha kirletir.
Tüm bu durumlar canlıların ve bitkilerin yaşam ve gelişme yeri olan habitat alanlarında olumsuz etkiler yaratır. Bunun sonucu bazı hayvan türleri azalır, bazı bitki üretimleri sekteye uğrar.
Kısacası uluslararası alanda uluslararası kapitalist-emperyalist sistemin neden olduğu ekolojik tahribat, yaşadığımız dünyayı böyle bir sarmal durum içine sürüklemiştir. Dolayısıyla doğadaki tahribat ve iklim krizi, mevcut sistemden kopuk salt bir doğa sorunu değildir. Aynı zamanda gözü dönmüş uluslararası sistemin sermaye ve artı-değer hırsının yarattığı tahribattır.
Ekolojik kriz Türkiye’yi de tehdit ediyor
Uluslararası alanda başgösteren iklim ve ekolojik kriz Türkiye’yi de etkilemiştir. Nitekim Türkiye’de son dönemlerde doğal afetler ve ekolojik tahribat doruğa çıktı. Günbegün orman yangınları, aşırı yağışlar, tehlikeli fırtına, şiddetli rüzgar, su baskınları, kuraklık, nehirlerin kuruması, hava kirliliği, aşırı nem oluşması, aşırı sıcaklık gibi meteorolojik faktörler, hissedilir boyutlarda zarar nükseden bir tırmanış içine girmiş durumdadır. Nitekim tüm bu meteorolojik zayiatlar uluslararası ekolojik tahribatın Türkiye ayağıdır.
Nitekim Türkiye’de orman yangınları iyice artmış durumdadır. Gereken müdahale yapılmadığı için çıkan yangınlar hızla geniş alanlara yayıldı. Yapılan maden aramaları, inşaatlar, yol yapımı, yatırımlar, kimyasal tarım ilaçları kullanımı gibi faktörler sonucu doğa tahrip ediliyor. Türkiye’deki bu ekolojik tahribat da tesadüfi değildir. Türkiye, kâr dürtüsüyle uluslararası emperyalist tekeller tarafından ekolojik yapısına müdahale edilen ülkeler kapsamında yer alan başlıca ülkeler kapsamına alınmıştır. Bu hırsla, doğal kaynakların çarçur edildiği ve israf edildiği ülke haline getirildi.
Bunun sonucu yabancı ve yerli şirketler ülkenin madenlerini talan ediyorlar. Ülkenin zenginliğini yağmalıyorlar. Topraklarını tahrip edip, gasp ettikleri değerleri ülke dışına taşıyorlar. Bir avuç insanın çıkarları için ülke böyle bir fasit daire içine sürüklenmiş durumdadır.
AKP’nin “kentsel dönüşüm” projesi yaftasıyla ülke derin bir ekolojik kriz içine sürüklendi. Bunun sonucu ülkenin çeşitli yerlerindeki halk katmanlarının, kırsal alandaki küçük üreticilerin yaşam koşulları, yerleşim alanları dikkate alınmıyor, toprakları ve yaşadıkları yerler, yarattıkları değerler gasp ediliyor. Ailece yaşadıkları topraklarından, evlerinden, barklarından resmi güçlerin zor unsuruyla men ediliyorlar. Yarattıkları değerlere el konuyor ve çok uluslu tekellerle yerli işbirlikçilere peşkeş çekiliyor. Uzun bir dönemden beri ailece ve sülalece yer aldıkları yerlerden tasfiye ediliyorlar. Toprakları ilhak ediliyor, yarattıkları değerler gasp ediliyor, yaşadıkları bölgelerden zoraki göçe zorlanıyorlar.
Günümüzde sömürü ve kâr hırsıyla kentsel dönüşüm, maden projeleri adı altında yaşadıkları topraklardan koparılıyorlar. Ayrıca Kürtler yaşadıkları topraklara yapılan saldırılar sonucu yerlerinden ediliyorlar. Sınıfsal baskıyla beraber ulusal baskı ile daha katmerli baskı ve tahakküme tabi tutuluyorlar. Bir başka deyimle, kırsal alanın köylüleri, küçük üreticileri yaşadıkları topraklardan koparılıyorlar, mülksüzleştiriliyorlar. Yöre halkları günümüzde, zoraki baskı ve katmerli yaptırımlar ile emeklerinin geçtiği, üretiminde yer aldıkları, yaşadıkları topraklardan zor unsuruyla böyle tasfiye ediliyorlar.
Bu sömürü ve gasp ile yabancı firmaların, yerli kompradorların inşaat, yol, üretim tesisleri, madencilik, altın arayışı için önleri açılmış durumdadır. Nitekim Türkiye’de siyanürle yapılan altın arayışı sonucu doğa ekolojik olarak tahrip ediliyor, kalıcı zararlar oluşturuluyor. Nitekim Erzincan’ın İliç ilçesindeki altın arayışında oluşan yer altı siyanürlü toprak artıkları ve salıkları kayarak çöktü. Dokuz işçi toprak altında kalarak can verdi. Ve geniş alanlara yayılan siyanürlü toksik atıklar günümüzde İliç ilçesini tehdit etmektedir. Çünkü siyanür yayıldığı bölgelerin oksijen seviyesini azaltır. Ve ölümcül sonuçlar doğuran zehri etkin kılar. Böylesi altın arayışları ülkenin birçok yerine yayılmış durumdadır. Amerika, Kanada, Avrupa, Rusya, Çin gibi emperyalist ülkelerin tekelleri Türkiye topraklarına el atmışlardır. Ülke toprakları uluslararası emperyalizmin mali sermayesine peşkeş çekilmiştir.
Ormanlar bunun için yakılmaktadır. Helikopterler arazileri bombalıyor, yangın çıkarılıyor. Ormanlar ve köyler yakılıyor, yıkılıyor, halk göçe zorlanıyor. Makine ve kimyasal maddelerle araziler tahrip ediliyor. Böylece boşaltılan, yakılan, yıkılan topraklar, araziler çok uluslu tekellere peşkeş çekiliyor. Halkın yaşam kaynakları, yerleşim yerleri dikkate alınmadan kâr ve para fetişizmi ile ülke toprakları ve doğa tahrip ediliyor. Fosil yakıtlar Türkiye’de de yaşamı felç ediyor, iklimi ısıtıyor, sera gazının tahribatına göz yumuluyor.
Kısacası uluslararası tekellerin ve bağımlı kıldıkları kompradorların dünyayı tehdit eden ekolojik yıkım ve tahribatı almış başını gidiyor. Bu tahribat, yıkım, ekolojik ve iklim krizi Türkiye’yi de tehdit ediyor. Toprakların mali sermaye tarafından ilhak edilmesine, tarımının, doğasının, sosyal yaşamın ekolojik tahribatına onay veriliyor.
Tabiri caizse, dış düşmanın yaptığını iç düşman da yapıyor!
Ekolojik kriz ve tahribat mevcut sistemin ürünüdür!
Yukarıda belirttiğimiz gibi ekolojik krizin ve yarattığı sorunların kökeninde uluslararası kapitalizm vardır. Kapitalizmin mayasında varolan kâr hırsı, ekolojik altüst oluşun nedenidir.
Dolayısıyla uluslararası emperyalist sistemin mayasında yer alan “kâr ve artı-değer için her şey mübahtır” halet-i ruhiyesi doğayı, iklimi, sosyal yaşamı iyice tehdit eder hale getirmiştir. Bu hırs ile yapılan üretim doğayı ve insan alemini koruma güvencesinden uzaktır. Bunun için doğayı tahrip etme ve insanlığı tehdit etme niteliği vardır. Bu nedenle yukarıda ısrarla belirttiğimiz fosil yakıtlara ve sera gazlarına önlem alınmamıştır.
Kapitalist sistemin üretiminde insanın ihtiyacını karşılamasına tekabül eden kullanım değeri ile artı-değere tekabül eden kesim vardır. Kâr, artı-değerin kapitalist sermayenin toplam miktarı içindeki oranıdır. Dolayısıyla ekolojik krize neden olan kâr dürtüsünün kökten yok edilmesi, artı-değer sömürüsünün ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Bir başka deyişle, günümüzdeki mertebeye varan ekolojik ve iklim sorununun nihai olarak ortadan kalkması, varlık nedeni olan emperyalist-kapitalist sistemin kökten tasfiyesiyle mümkündür. Zaten sınıf çelişkisiyle, doğa sorunu içiçe geçmiş durumdadır. Sınıf mücadelesi ekolojik ve doğa sorunlarıyla mücadeleyi de içerir. Sömürünün, işsizliğin, yoksulluğun, geçmişte elde edilen sosyal ve demokratik hakların giderek gasp edilmesi, ekolojik tahribatın vardığı boyutla eşgüdüm halindedir. Dolayısıyla köhnemiş ve çürümüş sistemin artan sömürüsüne, artan baskı mekanizmasına karşı mücadele, beraberinde ekolojik sorunlara karşı mücadeleyi içerir.
Asıl olan örgütlü mücadeleyi geliştirmektir!
Emperyalist-kapitalist sistemin, baskı ve sömürü çarkı, gün geçtikçe işçi ve emekçileri büyük bir yoksulluk ve sefalet içine itiyor. Bu sefalet tablosu, yalnız halkın acılarını derinleştirmiyor, aynı zamanda öfkesini de kabartıyor. Bu öfkenin hedefli-stratejik bir mücadeleye dönüşmesi, ancak örgütle-örgütlülükle olur. Örgüt demek, güç demektir. Hedefli, planlı bir mücadele demektir.
Örgüt demek, kolektif bir akılla sürece müdahale ederek, yetersizlikleri aşmak demektir. Çünkü, aşılmayan her yetersizliğin, çözülmeyen her sorunun, genel gidişatı olumsuz yönde etkileyeceği tarihi tecrübelerle bilinmektedir. Bilinen diğer gerçek ise, olumlu temelde yapılan her müdahalenin, sorunların anlaşılmasına-kavranmasına ve doğru bir temelde çözülmesine pozitif anlamda daha çok katkı sunduğu gerçeğidir.
Sınıf düşmanlarımızın bugün görece var olan baskın gücü, geniş halk yığınlarının sınıf bilinci ve örgütlenme düzeyinde sahip olduğu zayıflık ve yetersizliktendir. Dolayısıyla gerçek olan şudur ki: Sınıf bilinçli öncüsüyle birleşmeyi başaran, geniş halk yığınlarının örgütlü gücü, emperyalistleri ve onların suç ortakları olan diktatörleri, yerel zorbaları dize getirme kudretine sahiptir. Bunun en iyi tanığı, yine insanlık tarihinin kendisidir.
Dolayısıyla ekolojik sorunlara karşı mücadele verilmeli, emekçi halk kitlelerinin yaşadığı sorunlar sınıf mücadelesi şemsiyesi altında ele alınarak giderek yoğunlaştırılmalıdır. Bu mücadele, kapitalizme karşı mücadeleden kopuk ele alınmamalıdır. Devrim perspektifiyle sınıf mücadelesine tabi kılınmalıdır!
Sınıf mücadelesi ve tarihsel materyalizm bunu emretmektedir!