GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Emperyalist Savaşa, Emeğin Sömürüsüne ve Yoksulluğa Karşı ÖRGÜTLÜ MÜCADELEYE!

Gelişmeler TC devletinin önümüzdeki süreçte hem burjuva muhalefete hem de işçi sınıfına ve halka yönelik saldırgan bir politika izleyeceğine işaret etmektedir.

Filistin ulusal direnişinin, 7 Ekim 2023 “Aksa Tufanı” hamlesinin sonrasında iki yıldır soykırım saldırılarına hedef olan Gazze’de ateşkes ilan edildi. Elbette sorunun asıl kaynağı olan, batı emperyalizminin Orta Doğu coğrafyasındaki ileri karakolu olarak kurulan ve tarihsel olarak kollanan, işgalci siyonist İsrail devletinin varlığı, bu ateşkesi, “savaşa verilen ara” olarak tanımlamayı gerekli kılmaktadır.

Şimdilik Mısır’ın turistik bölgesi Şarm El-Şeyh’de ABD Başkanı Donald Trump’ın alay-ı valayla düzenlediği törenle ilan edilen “ateşkes”, esas olarak ABD emperyalizminin dönemsel politikasının ürünü olarak şekillenmiş görünmektedir.

Bu nedenle, ABD’nin baskısıyla ilan edilen ateşkesin gerçekte, siyonist İsrail’in Orta Doğu’da başta ABD olmak üzere batı emperyalizminin çıkarları doğrultusunda yeni bir soluklanma tanımlamak daha doğrudur.

İsrail’in başta Filistin olmak üzere, Orta Doğu’daki saldırganlığının arkasında emperyalist kapitalist sistemin bölgesel çıkarlarının hayata geçirilmesi vardır. Nitekim bu gerçek, Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in İsrail’in İran’a yönelik saldırısı sırasında; “hepimiz adına kirli işleri yapıyor” diyerek teşekkür etmesinden de anlaşılabilir. (20.06.25)

İsrail’in başta Filistin halkı olmak üzere Orta Doğu’da gerçekleştirdiği saldırganlığın arkasında başta ABD olmak üzere batı emperyalizmi olduğu, siyonist saldırganlığın başta silah sanayi olmak üzere hemen her türlü yöntemle desteklendiğini, ABD Başkanı D.Trump ateşkes öncesinde İsrail meclisinde yaptığı konuşmada da açık açık ifade etmektedir: “Dünyadaki en iyi silahlara sahibiz, İsrail’e de çok fazla verdik açık konuşmak gerekirse. Bibi beni o kadar çok telefonla aradı ki, ‘Şu silahı, bu silahı verir misin’ diye. Bazılarının adını bile duymamıştım. ‘Tabii getiririz’ dedim.” (13.10.25)

Filistin’de “ateşkes”in, İsrail’in Filistin halkına yönelik katliam saldırılarının bir numaralı destekçisi ABD ve onun görevdeki Başkanı D.Trump’a atfen “20 maddelik barış planı” olarak adlandırılması ise -tarihin bir ironisi değilse bile-, burjuva uygarlığının sınıfsal niteliğini, ikiyüzlü politik duruşunu ve katliamcı gerçekliğini göstermekten öte bir anlam taşımamaktadır.

Soykırım saldırılarının ardından Gazze’de silah zoruyla barış ilan edilmiş ve bölgeyi yönetmek adına “küresel kayyum atanmış”tır.

Emperyalistler adına bu görevi yapmak ise, “inşa ve ihya” adına TC devletine verilmiştir. Pek tabidir ki, bu “barış” da, başta Gazze’de olmak üzere, siyonist İsrail devletinin saldırılarında katledilmiş on binlerce insanın yanında, yerinden edilmiş ve yaralanmış milyonlarca insan, burjuva dünyasında birer istatistikten ibaret olarak kalmaktadır.

Dünya gericiliğinin Filistin başta olmak üzere işçi sınıfı ve ezilen halklara yönelik gerçekleştirdiği katliamları meşrulaştırmak adı altında yapageldiği “terörizm” propagandasının gerçekliği ise, ABD başta olmak üzere emperyalist kapitalistlerin “terörist” ilan ettikleri El Kaide ve IŞİD artığı selefi cihatçı Colani’yle teşvik-i mesailerimden rahatlıkla anlaşılabilir. Başta ABD olmak üzere batı emperyalistleri, Colani’ye kravat taktırıp, onunla fotoğraf vererek elindeki kanı temizlediklerine inanmamızı beklemektedir.

Sadece batı emperyalistleri değil, Ukrayna’da savaştıkları Rusya, kısa bir süre önce bombaladığı Colani’yi Suriye’nin meşru temsilcisi olarak Kremlin’de ağırlamaktadır.

Dolayısıyla esas olan emperyalist kapitalist sistemin dönemsel politikalarının olduğu, “dün ak dediklerine bugün kara diyecekleri”, burjuvazi açısından ise belirleyici olanın kendi sınıfsal çıkarları olduğu bir kez daha teyit edilmektedir.

Öte yandan süregelen savaşların ve katliamların arka planında sadece kapitalizmin kâr hırsı ve bu bağlamda “savunma sanayi” adı altında silah tekellerinin aşırı kâr elde etmesi bulunmamaktadır. Kapitalist sistemin savaş demek olduğu, savaşlar ve işgallerle kendini yeniden ürettiği gerçeğini V.İ.Lenin net olarak ifade etmektedir:

“Kapitalist bir devletin gerçek gücünü sınamanın savaştan başka bir yolu yoktur ve olamaz. Savaş özel mülkiyetin temelleriyle çelişmez bilakis bu temellerin doğrudan ve kaçınılmaz bir ürünüdür. Kapitalizm altında tek tek işletmelerin ve tek tek devletlerin düzgün ekonomik büyümesi imkânsızdır. Kapitalizmde periyodik biçimde sarsılan dengeyi yeniden sağlamanın sanayide krizler ve siyasette savaşlardan başka bir yolu yoktur.” (“Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine”, Marx-Engels-Marksizm içinde Sol Yayınları, İkinci Baskı, Mayıs 1990, s: 236-240)

Dolayısıyla Filistin başta olmak üzere Ortadoğu’da halklara yönelik saldırganlığın, Ukrayna’da savaşın sürdürülmesi ve dahası yeni bir emperyalist paylaşım savaşının güçlü işaretlerinin ortaya çıkmasının arka planında sadece emperyalist kapitalist sistemin işleyişi ve dönemsel politikaları belirleyici değildir.

Aynı zamanda burjuvazinin kendi cebini doldurmasının aracıdır. Örneğin The Guardian gazetesi, eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson hakkında, Ukrayna’daki savaşın devam etmesini lobi yapması karşılığında silah üreticisi bir şirketin hissedarından 1 milyon sterlin (yaklaşık 1.2 milyon dolar) rüşvet aldığını yazmaktadır. (13.10.25)

 

“Kürt barışı”nda ipe un serme!

Sömürüden, kandan, katliamdan ve savaşlardan beslenen bir sistem gerçekliği içinde Gazze’de sağlandığı ilan edilen “barış”ın gerçekte yeni savaşlar için bir hazırlık anlamını taşıdığı çok açıktır. Yeni bir emperyalist paylaşım savaşının hazırlıklarının yapıldığı süreçte, “silah” zoruyla sağlanan “ateşkes”te TC devletinin “özel” rolüne ise mutlaka işaret etmek gerekir.

Türk hakim sınıflarının sınır dışında ve sınır içinde “barış güvercinliği”ne soyunduğu süreçte Filistin ulusal direnişinin, “Trump Barışı”na zorladığı anlaşılmaktadır. TC devleti sözcüleri bir yandan İsrail’in katliamlarını yüksek perdeden kınarken diğer yandan İsrail’e başta petrol olmak üzere ticareti sürdürürken, Filistin direnişinin “ateşkes”e ikna etmek için özel olarak görev aldığı anlaşılmaktadır.

Nitekim ABD Başkanı D.Trump yaptığı açıklamada; “Erdoğan bireysel olarak sürece dahil oldu. Harika davrandı” demektedir. (9.10.25)

TC devletinin de tıpkı İsrail gibi ABD emperyalizminin bölgesel çıkarları açısından önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Bir NATO üyesi olarak TC devletinin, ABD emperyalizminin bölgesel çıkarlarının karşısında olması söz konusu bile değildir. TC, ABD emperyalizmin yarı-sömürgesidir.

Bu gerçeklik beraberinde Türkiye pazarının, yer altı ve yer üstü kaynaklarının başta ABD olmak üzere emperyalist kapitalist sisteme, -küçük bir pay karşılığında- peşkeş çekilmesi demektir.

Kısa bir süre öncesinde ABD Başkanı D.Trump’la görüşmek ve “meşruiyet almak için” kırk takla atıp, milyarlarca dolarlık uçak satın alınmasını imzalayan R.T.Erdoğan’ın; hem iç hem de dış politikada ABD emperyalizminin hizmetinde olduğunu en iyi yine ABD Başkanı D.Trump açıklamaktadır:

“Ne zaman ihtiyacım olsa yanımda olur, bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür etmek istiyorum” demektedir. (13.10.25)

Nitekim TC devleti, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve Suriye Demokratik Güçleri’ne yönelik üst perdeden tehditlerine devam edip, HTŞ ve SMO çetelerinin Rojava’ya yönelik kısmi saldırılarını teşvik ederken, diğer yandan ABD’nin “çözüm planı”na itiraz etmemektedir.

Daha doğru bir ifadeyle TC devleti Rojava’ya yönelik topyekûn bir askeri işgal için ABD’den izin alamadığı için süreci olabildiğince kendi lehine çevirmek ve Suriye’de Kürt ulusunun herhangi bir kazanım elde etmemesini engellemek istemektedir.

Bu durum TC devletinin Kürt ulusal hareketi önderi A.Öcalan ile yürüttüğü “barış” görüşmelerine tezat bir durum gibi görünse de gerçekte, TC devletinin geleneksel ezen ulus imtiyazlarıyla uyumlu bir politikadır.

TC devleti içeride ve dışarıda Kürt ulusunun herhangi bir kazanım elde etmesini kendi bekası için bir varlık ve yokluk sorunu olarak görmekte ve bu nedenle süreci “Terörsüz Türkiye” olarak ele almaktadır. Kürt ulusal hareketi ise süreci “Demokratik Toplum” olarak adlandırmaktadır.

Her iki yaklaşımın arasındaki fark ise meselenin “çözüm”üne dair belli bir fikir vermektedir. Meseleye dair mecliste kurulan komisyon çalışmaları sürmekle birlikte TC devletinin somut bir adım atmadığı ve dahası atma niyetinin olmadığı anlaşılmaktadır.

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum; bu sürecin “geçiş” ve “demokrasiyi geliştirme” süreçleri olarak iki ana aşaması olduğunu açıklamakta ve “Bu iki ana aşama asla iç içe geçmemelidir. Diğer deyişle ‘Terörsüz Türkiye’ye Geçiş Süreci’ ile ‘Demokrasiyi Geliştirme Süreci’ ayrı ayrı ele alınmak zorundadır” demektedir. (12.10.25)

Kürt Ulusal Hareketi cephesinden ise A.Öcalan’ın serbest bırakılmasına odaklanılmış görünse de herhangi bir somut adım atılmadığı da net olarak ifade edilmektedir. Dahası KCK Yürütme Konseyi Üyesi Xebat Andok, “Önderlik, Türk devletine kendisini kullandırmaz ama Türk devletinin yaklaşımı Önderlik üzerinden Hareket’i tasfiye etmektir. Bu mümkün değil” ifadelerini kullanmaktadır. (10.10.25)

TC devleti açısından sürecin “Demokratik Toplum” hedefiyle değil “Terörsüz Türkiye” olarak ele alındığı nettir. Dahası TC devleti açısından önümüzdeki süreçte bu politikanın devam ettirileceği açıktır. Nitekim Türkiye’nin Suriye ve Irak’a asker göndermesine ilişkin tezkerenin süresinin 30 Ekim 2025’ten itibaren üç yıl daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri Meclis Başkanlığına sunulmuş durumdadır.

Suriye tezkeresinde, “PKK/PYD-YPG, Suriye merkezi yönetimine entegre olmayı reddetmekte” ifadeleri bu gerçeği bir kez daha kanıtlamaktadır. “İç cepheyi tahkim” etmek olarak propaganda edilen süreçte atılan bu adımlara ek olarak 81 ilde park, okul ve hastanelerin altına sığınaklar inşa etmeye başlanmıştır. Yine afet, seferberlik ve savaş durumlarında koordinasyon ve hızlı müdahale gerekçesiyle 17 bakanlığın 16’sında “Acil Durumlar ve Savunma Planlaması Dairesi Başkanlığı”nın kurulduğu duyurulmaktadır.

Özetle TC devleti topyekün savaşa hazırlanmaktadır.

Emperyalist savaşlara ve faşist saldırganlığa karşı mücadeleye!

Bütün bu gelişmeler TC devletinin önümüzdeki süreçte hem burjuva muhalefete hem de işçi sınıfına ve halka yönelik saldırgan bir politika izleyeceğine işaret etmektedir. Türk hakim sınıf klikleri içinde süregelen iktidar mücadelesi, CHP’nin yargı eliyle “Ankara merkezli siyaset”e ikna edilmesi hamleleriyle sürdürülmektedir.

Hakim sınıfların muhalefetteki kliğine yönelik bu saldırıların devam edeceği açıktır. Buna ek olarak son süreçte AKP-MHP iktidarına yakın bazı yandaş zenginlere yönelik tutuklama ve holdinglerine kayyum atanarak sermayelerine çökülmesi örneğinde olduğu gibi Osmanlı’nın müsadere yönteminin de devam ettirildiğini göstermekle birlikte rejimin kendi içinde bir rant dalaşına işaret etmektedir.

Bu gelişmelerin “meşruiyet alınan” ABD ziyareti sonrası yaşanması ise dikkat çekicidir.

İşçi sınıfına ve emekçi halka yönelik resmi olarak Orta Vadeli Program (OVP) olarak adlandırılan “Şimşek Programı”yla son 25 yılın en sert ekonomik programının uygulanmasıyla bir yandan bir avuç zenginin daha da zenginleşmesinin önü açılırken diğer yanda milyonlarca insanın açlık ve yoksulluk içinde yaşamasına neden olunmuştur. İşçi sınıfına ve emekçi halka dayatılan bu çalışma ve yaşam koşullarının önümüzdeki süreçte daha da ağırlaştırılacağı anlaşılmaktadır.

Hatta patronlara yeni iş gücü sağlamak için zorunlu eğitim süresinin kısaltılması gündeme getirilmiş durumdadır.

Faşist devletin devrimci ve komünist tutsaklara yönelik “Hayata Dönüş” katliamıyla gündeme getirdiği, tecrit ve tretman politikasına dayanan F Tipi Hapishanelerin yerine S Tipi, Y Tipi ve yüksek güvenlikli hapishaneler olarak adlandırılan “Kuyu Tipi Hapishaneler” gündeme getirilmiştir.

TC rejimi açısından bu tür hapishanelerin gündeme getirilmesinin nedeninin işçi sınıfına ve halka yönelik kapsamlı saldırıların hazırlığı olduğu bilinmektedir.

Sokak ortasında muhalif gazetecilerin dövülerek katledildiği, “yeni nesil çete” adı verilen gerçekte devlet destekli kriminal örgütlerin önünün açıldığı, devrimcilere yönelik “ibret-i alem olsun” diye ağır hapis cezalarının verildiği, 11. Yargı Taslağı adı altında TCK’da yapılacak değişiklikle LGBTİ+lara yönelik hapis cezasının gündemleştirildiği koşullarda faşist saldırganlığa karşı direnmek ve mücadele etmekten başka bir yol bulunmamaktadır.

Bu açıdan İşçi-Emekçi Birliği’nin, 2 Kasım günü saat 14.00’te Kadıköy’de gerçekleştireceği “İşçi-Emekçi Buluşması” gibi politik çalışmaları artırmak, işçi sınıfı ve emekçi halkı, kendi bağımsız devrimci çizgisini yaratmaya ve geliştirmeye çalışmak doğru olandır.

Coğrafyamız devrimci ve komünist hareketinin sokakları ve meydanları terk etmeyen, kendi bağımsız devrimci çizgisinde ısrar, geleceği kazanmak için gereklidir.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu