
Yaşanan gelişmelere ilişkin https://anovademocracia.com.br/ sitesinde yer alan analizi Özgür Gelecek okurları için çevirdik.]
*
Rio de Janeiro, ülkenin yakın tarihindeki en büyük katliam karşısında “yetkililerin” suç ortaklığı sessizliği altında bir sabaha uyandı. Özel Polis Operasyon Taburu (BOPE) (Polis Özel Harekat benzeri bir yapı) çeteleri tarafından Alemão ve Penha semtlerinde yürütülen operasyon, 29 Ekim gecesi itibarıyla bilinen 136 kişinin ölümüne yol açtı ve ormanlardan ve sokaklardan cesetler çıkarılmaya devam ettikçe bu sayı daha da artabilir.
“Suçla mücadele” bahanesiyle başlatılan, tamamen medya ve seçim amaçlı bu operasyonda yaklaşık 2.500 sivil ve askeri katil harekete geçti ve ardında ise yıkım, infazlar ve devlet terörü izlerini bıraktı.
Başından itibaren, bölge sakinleri helikopterlerin ve zırhlı araçların rastgele ateş açarak evleri ve işyerlerini vurduğunu bildirdi. Cesetler, beceriksizce, izole edilmeden ve kimlikleri belirlenmeden yere atıldı. Bu arada, korkunç vali Cláudio Castro, ahlaksız bir üslupla, “devletin gücü galip geldi” diyerek operasyonun “verimliliğini” kutladı. Yoksulların ve siyahların katledilmesini bir başarı olarak gören bir soykırımcının sözleri.
Federal hükümet ise fırsatçı geleneğine sadık kalarak, kitlelerin baskı altına alınmasına ve yoksulların soykırımına ortak oldu. Adalet Bakanı Ricardo Lewandowski, “davayı dikkatle takip ettiğini” söylemekle yetinirken, Cumhurbaşkanı Luiz Inácio herhangi bir kamuoyu açıklaması yapmaktan kaçındı, bu da açık bir göz yumma anlamına geliyor.
Valilik tarafından yayınlanan tek not, “güvenlik güçleri arasında entegrasyonun önemini” övüyor, ölü sayısını tamamen göz ardı ediyor ve pratikte savaş operasyonlarının yapılmasını onaylıyordu.
Uluslararası etki hemen görüldü. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar bu olayı “sivillerin katliamı” olarak nitelendirdi ve bağımsız bir soruşturma çağrısında bulundu.
The Guardian gibi uluslararası basın tekelleri bile bunu “Rio’daki şiddetin en kötü günü” olarak nitelendirdi. Favela kompleksinin sokaklarında, sakinler Vali Cláudio Castro ve başbakanına karşı derin bir nefretle kitlesel protestolar düzenleyerek, kurbanların kimliklerinin derhal tespit edilmesinin yanı sıra, suçlu polis baskınlarının sona erdirilmesini talep ettiler.
Özet infazlar ve devlet terörü haberleri
29 Ekim sabahı, bölge sakinleri ormana girerek polisin geride bıraktığı cesetleri topladılar. Sakinlerin kendi aktarımlarına göre José Rucas yolu üzerindeki St. Luke Meydanı’na en az 72 ceset getirildi.
Hepsi, gece boyunca silah seslerinin duyulduğu ormanlık alanlardan çıkarıldı. Polis, aile üyelerinin cesetleri kurtarmasını defalarca engellemeye çalıştı ancak topluluk sabah saatlerinde harekete geçerek dövizler ve pankartlar taşıyarak ilerledi.
Bir bölge sakini, cesetleri toplamaya çalışırken polisin drone’larla grubu izlediğini ve korkutmak için tüfeklerle ateş açtığını bildirdi. “Cesetleri kurtarmak için ailelerle birlikte gittik, ancak bizim yanımızdaki yere ateş açtılar. […] Ormana tüm erişimi kapattılar, ormanın içinde çatışma taklidi yaparken orada bulunan geri kalan insanları öldürdüler. Hâlâ hayatta kalanlar olduğu için, bugün burada bulunan cesetlerin birçoğu dün gece hayattaydı ve teslim olmaya çalışıyordu. Aileleri, hayatta kalmalarını sağlamak için bu teslimiyet konusunda pazarlık yapmaya çalışıyordu ancak polis tüm ormanı kuşatmış ve şafak vakti bu insanlara işkence ederek herkesin tırmanmasını engelliyordu, bu da ancak bu sabah mümkün oldu.”
Başka bir bölge sakini, derin bir isyan halinde, St. Luke Meydanı’nda toplanan cesetlerin yanında bağırdı:
“Halkın ihtiyacı olan şey eğitim ve kültür, bu korkaklık değil. Yaptıkları şey gerçekdışıydı. Birçok canlı insan teslim oldu ama onlar makineli tüfekle ateş açtılar, kafalarını kestiler, vücutlarını parçaladılar. Bu ne tür bir operasyon? Bu bir katliamdı!” diye sordu.
Cesetleri kendi başlarına kurtardıktan sonra, bölge sakinleri ellerinde dövizlerle ormanlık alandan indiler ve Cidinho & Doca’nın ünlü şarkısı “Mutluluğun Rap’i”nin nakaratı gibi şarkılar söylediler: “Sadece mutlu olmak istiyorum / doğduğum favelada sessizce yürümek istiyorum…” Böylece ağıtlarını mücadeleye ve isyana dönüştürdüler.
Toplanan görüntüler ve raporlar, kanlı “BOPE operasyonu”nun, pratikte, eski devletin üniformalı katillerinden oluşan birlikler tarafından terk edilmiş, silahsız ve teslim olmuş gençlerin toplu infazından ibaret olduğunu ortaya koyuyor.
Halk ölülerini gömerken, eyalet hükümeti tüm ölenlerin “çete üyeleri” olduğu yönündeki iddiayı pazarlamaya çalıştı. Hiçbir silah incelenmedi ve iddia edilen çatışmaların gerçekleştiği yerler izole edilmedi. Yine de BOPE, kaynağına dair hiçbir kanıt olmaksızın 70’den fazla tüfek ve 200 kilogram uyuşturucu “ele geçirdiğini” açıkladı.
Ölü sayısı -136- ele geçirilen silahların toplam sayısının neredeyse iki katıdır, bu da böyle bir operasyonun bütçe ve asker seferberliği açısından başarısız olduğunu, sonuçların çok zayıf ve her şeyden önce felaket olduğunu ortaya koymaktadır.
Dün öğleden sonra geç saatlerde, Kamu Güvenliği Sekreterliği “operasyonun stratejik bir başarı” olduğunu belirten alçakça bir açıklama yaptı. Kurumsal sinizm, asla polis olarak değil, askeri işgal gücü olarak hareket eden kurumun sadist karakterini ortaya çıkardı. Siyah üniformaları ve Nazi Totenkopf’una layık iğrenç kafatası sembolüyle BOPE, silahsız yoksulları katlederek zorba bir güç olmaya devam ediyor.
Brezilya topraklarında işlenen savaş suçları
BOPE tarafından işlenen katliamlar, dünyayı şok eden katliamlarla karşılaştırılabilir boyutlara ulaşmaktadır. 1999 yılında Kosova’nın Pastasel kasabasında Sırp askerleri, NATO saldırısına misilleme olarak 106 Arnavut sivili infaz etti ve cesetlerini yaktı.
2005 yılında Irak’ın Haditha kentinde, bir isyan saldırısının ardından kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere 24 sivil, Amerikan deniz piyadeleri tarafından öldürüldü. 2023 yılında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen Keba Operasyonu’nda, hükümet güçleri “isyancılarla savaşmak” bahanesiyle 56 köylüyü katletti.
Tüm bu vakalar uluslararası kuruluşlar tarafından savaş suçu olarak kabul edildi ve mahkemelerde veya insan hakları komisyonlarında yargılandı. Rio de Janeiro’da yaşananlar ise açıkça benzer bir vaka: yargısız infazlar, cesetlerin saklanması, kurbanların kimliklerinin tespit edilememesi, “iç düşmanlara” karşı savaş söylemleri ve katliamın kamuoyunda kutlanması.
Rio de Janeiro’nun “elit birlikleri”nin katilleri, emperyalist işgal senaryolarında uygulanan etnik temizlik ve isyan bastırma taktiklerini Brezilya topraklarında yeniden üretiyorlar. BOPE, kamu güvenliği gücü olarak değil, düşman topraklarında gerçek bir işgal ordusu gibi hareket ediyor.
Tek fark, burada düşmanın halkın kendisi olması. Genç, yoksul ve siyah insanlar, birçok masum işçi, kendi şehirlerinde askeri hedefler olarak muamele görüyorlar. Favelalar, Brezilya devletinin silahlarını, insansız hava araçlarını test ettiği ve tam bir cezasızlık içinde olduğu “düşman toprakları”dır.
136 kişinin ölümüne rağmen, hiçbir özür, hiçbir aklama, hiçbir özeleştiri yok. Takım elbise ve kravatlı bir kasap olan Vali Cláudio Castro, sanki olanlar “görevini yerine getirmiş” gibi, hâlâ “huzur içinde uyuduğunu” söylüyor. BOPE, bayraklar ve kafatasları ile fotoğraf çektiriyor, yasadışı olarak ve hiçbir kanıt olmadan “suçluları katlettiği” ile övünüyor. Bu, kurumsal barbarlığın ürkütücü bir görüntüsüdür.
Durumu daha da kötüleştiren şey, Luiz Inácio’nun fırsatçı hükümetinin alçakça bir anlamaz numarası yaparak eğik durmaya devam etmesidir. Federal hükümetin hareketleri, Yankee emperyalizminin alt kıtayı militarize etmek ve yoksul halkın yok edilmesini meşrulaştırmak için dayattığı sözde “uyuşturucuya savaş” adına barbarlığı körükleme yönündedir.
Rio hükümetindeki aşırı sağ temsilcileri gibi, Luiz Inácio da bu projenin bir başka kapı paspası olarak hareket ediyor.



