GüncelMakaleler

YORUM | Kıbrıs’ta Seçimleri En Çok Bağıranlar Kaybetti

"Kıbrıslı Türklerin seçimle verdikleri tepki ne anlama geliyor, beklentinin büyük olması gerçekle neden çelişiyor?"

Güncel olarak tartıştığımız Kıbrıs sorunu Ortadoğu’daki gelişmelere paralel gündemdeki yerini kaybetmedi. ABD ve İsrail’in güneydeki Rumlara biçtikleri misyon Akdeniz’de adayı adeta savaş gemisine dönüştürmüş durumda. Bu güçler adayı Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da operasyon ve harekat merkezi olarak kullanıyor. Gazze operasyonunda katliamın önemli ayağı olarak kullanıldı. İsrail ve ABD için önemli bir sac ayağı konumuna getirildi. Rum egemen sınıfları bundan cesaret alarak adanın tek hakimi gibi davranmaktan çekinmemektedir. Adanın kuzeyinde yer alan parçasında ise yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve bu seçimlerin AKP/MHP üzerinde yarattığı şok etkisi ile gündeme oturdu. Arka planda politik derinliği olan ve siyasal sonuçları bakımından ağır getirilere gebe sancılı bir dönemin başlangıcına işaret etmektedir. Ayrıca bu seçimlerin sonucu itibariyle aynı zamanda ABD-İsrail ve AB’nin oynadığı rolün açığa çıkarılması açısından önemli veriler sunmaktadır. Kıbrıs meselesinde sözde garantör ülke olan Türkiye’nin emperyalist güçler özelikle İsrail ve AB’nin stratejik adımların dışında tutulması bir başka okunması gereken konuyu kapsamaktadır. Kıbrıs Türk tarafından yapılan ve AKP/MHP iktidarını sarsan seçim sonuçları da bu minberde okunması gerekiyor.

“Güney Kıbrıs”ın Uluslararası İlişkilerdeki Önemi ve Seçimlere Yansıması

Üçüncü dünya savaşı çığırtkanlığını teoriden çıkarıp pratikte yol almasını sağlayacak birçok veriyi toplumsal olarak yaşıyoruz. Ortadoğu, Akdeniz, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın yanı başında savaş ve çatışmaların toplumsal, ekonomik ve pratik sonuçları ciddi anlamda hissedilmektedir. Konumlanmalar, ittifaklar ve bölgesel hamlelerin her bir adımı bu savaşın bir sonraki planına hizmet edecek şekilde dizayn edilmektedir. Sınırların değişimi, yeni askeri üslerin kurulması, devasa silahlanma, emperyalist kamp/birlikler etrafında konumlanmalar gibi birçok hamle onlarca yıl sonrasını hesaplayan politik, askeri yaklaşımların yansımalarıdır. Yeni pazar alanları açma ve bu alanlarda askeri varlıklarını tahsis etme yönlü adımlar yeni arayış ve çatışmaları tetiklemektedir. İşte bu noktadan gelişmeleri okuduğumuzda Kıbrıs adasının Güney parçası bu konumlanmanın ötesinde stratejik bir rol oynamaktadır. ABD/İsrail açısından Akdeniz’e hakimiyet Kuzey Afrika ve Ortadoğu gibi bir alana en yakın askeri üslerin kurulması can alıcı bir mesele olarak varlığını korumaktadır. Son yıllarda Filistin, Suriye, Lübnan gibi ülkelerdeki gelişmeler Kıbrıs’ın stratejik önemini anlatmaya yetecek gelişmelerden bazılarıdır. Bu bağlamda Güney Kıbrıs Rum kesiminin silahlandırılması ve Kuzey Kıbrıs Türk tarafının bloke edilmesi ile esasen Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye açık mesaj verilmektedir. Türkiye ayak direyip mızıkçılık yaptığı sürece emperyalist güçler açısından alternatifler devreye konularak cezalandırılmasının mümkün olduğunu Kıbrıs’ta bir kez daha görmüş oldu. Altmışlı yılların başından itibaren Kıbrıs Türk kesiminin garantörlük hamisi Türkiye’nin Kıbrıs’ta iki devletli çözüm siyaseti gelinen evrede boşa çıkarılmaya müsait bir ortama dönüştürülmüştür. Güney Kıbrıs Rum kesiminin askeri teknikle fazladan donatılması aslında emperyalistler açısından bilinçli bir tercihti. Ayrıca 2004 yılında tek taraflı olarak Güney Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye alınması aslında Kıbrıs adasındaki AB’nin hamlelerine denk gelen bir yönelimi ifade etmektedir. Türkiye’nin AB kriterlerini yerine getirmemesinin bir başka ifadeyle AB tarafından  cezalandırılmasıdır. Bu cezanın faturası hiç şüphesiz ki yalnızlaştırılan Kıbrıslı Türklere çıkmıştır. Garantör devletlerin ve emperyalist güçlerin kışkırtmaları sonucu Kıbrıs’ta işler daha çetin bir hal almaya devam edecek ve adadaki halkların ortak yaşam birlikteliğini bozmaya ve düşmanlaştırmaya kadar vardıracaktır. Bu anlamıyla devrimciler için esas talep tüm askeri üslerin boşaltılması ve işgalci güçlerin (sözde garantörler dahil) Kıbrıs’ı terk etmesidir.

“Garantör Ülke” Türkiye Açısından Seçimler Hangi Bağlamda Okunmalı?

Kıbrıslı Türklerin seçimle verdikleri tepki ne anlama geliyor, beklentinin büyük olması gerçekle neden çelişiyor? Türkiye “garantör devlet” olarak Kıbrıs üzerinde hep hak sahibi olmuş ve bunu hep açıktan ifade etmiştir. Kıbrıslı Türklerin istem ve talepleri çoğu zaman Türkiye’nin izlediği politikalara kurban edilmiştir. Bunda Kıbrıslı Türklerin de payı büyüktür. Özellikle 2014 yılında Kıbrıs Türk Parlamentosu tarafından oy birliği ile alınan garantör ülke Türkiye’nin kabul edilmesi tam bir teslimiyet kararıdır. Bu bağlamda TBMM onaylamadığı hiçbir kararı Kıbrıs Türk Parlamentosu da uygulayamaz.  Kıbrıslı Türkler kendi bağımsız siyasi yaşamlarının karar hakkını Türkiye’ye kayıtsız koşulsuz bırakmalarının cezasını maalesef ki on yıllardır çekmektedir. Nitekim büyük beklentiler içinde yapılan ve kazanılan seçim zaferi yukarıda bahsi geçen gerçekliğe çarpıyor. Yeni sosyal demokrat Cumhurbaşkanı aynı zamanda CHP’nin kardeş parti genel başkanı Tufan Erhürman yaptığı ilk açıklamada “Türkiye ile istişare etmeksizin Kıbrıs’ta bir dış politikanın belirlenmesi veya Kıbrıs soruna ilişkin bir politikanın belirlenmesi bugüne kadar söz konusu olmadı. Benim dönemimde de söz konusu olmayacak” şeklinde kendini bulmuştur. Oysa yapılan seçimde Erhürman’ın seçim vaadi ve toplumun onlarca yıldır Türk devletinin uyguladığı politikalara tepkinin ve beklentinin sonuçlarıydı. Türkiye’nin AB’ye girme umutlarının kırılmasının ardından Kıbrıs’ın Türk tarafı adeta Türkiye Cumhuriyeti’nin özelde de AKP/MHP iktidarının arka bahçesine çevrildi. Kara para aklama, fuhuş, talan, yağma, rüşvet, kamuda her türlü hukuksuz işleyiş rutin hale getirildi. Siyaset ve mafya ilişkisi ayyuka çıktı. Cumhurbaşkanlığına vali atar gibi Türkiye’nin belirlediği aday seçiliyordu. Tehdit dahil her türlü yöntem kullanarak halkın seçim iradesi gasp ediliyordu. 2020 yılında seçilen Ersin Tatar’ın rakibi Mustafa Akıncı “kendisinin ve ailesinin MİT tarafından adaylıktan çekilmesi doğrultusunda tehdit edildiğini” açıklamıştı. Tüm bunların Kıbrıs halkının gözlerine baka baka yapılması sessiz ama derinden toplumsal öfkeyi büyütmüştü. Keza 19 Ekim Cumhurbaşkanı seçimleri yine faşist kliğin adaya müdahalesini gözler önüne serdi. Seçim süreci boyunca AKP/MHP siyasetçileri, bürokratları Kıbrıslı Türkleri yalnız bırakmadı. Erdoğan’ın yardımcısı Cevdet Yılmaz, eski Başbakan Binali Yıldırım, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, eski Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, BBP Başkanı Mustafa Destici, futbolcu Mesut Özil, Yavuz Bingöl ve bunlar yetmezmiş gibi üfürükçü Cübbeli Ahmet Hoca’nın fetvalarıyla da donatılmış seçim şakşakçıları mevcut aday Ersin Tatar için Kıbrıs’ın Türk tarafına karakol kurmuşlardı. Tek dertleri atadıkları ‘vali’nin kendilerinden olması ve kurdukları pis çarkın dönmesini sağlamaktı. Ancak tüm abluka ve ahlaksızca yapılan siyaset tarzına toplum tepkisini seçimde göstermiş ve AKP/MHP adayı tarihsel bir hezimet almıştır. Oyların 35,08’ini alan Tatar, ağa babalarının hüzünlü bakışları arasında koltuğunu terk etmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyetçi Türk Partisi adayı Erhürman’ın tecrit altında Türkiye’nin hukuksuz bir arka bahçesi olmayı reddeden söylemleri, federasyon tartışmaları, tek parçada iki ulusun ortak ve eşit koşullarda yaşamını savunması, sonuç alıcı müzakere yapmaya çalışması gibi birçok noktada AKP/MHP kliklerinden farklı düşünmesi ve toplumsal tepkiyi iyi kullanması Erhürman’ı %62,76 ile Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturttu.

Erhürman bu söylemlerini Türkiye’ye rağmen hayata geçirebilir mi? Bu sorunun yanıtını kendisi vermişti zaten. Türkiye’ye rağmen farklı bir karar almayacağını beyan etti peşinen. Zaten yasal olarak da böyle bir yetkisi yok. Buna rağmen dile getirdiklerine Türkiye’de faşist klik MHP başkanı Bahçeli tarafından ve bir dizi faşist cepheden açık tehdit ve saldırılar geldi. Bahçeli’nin “seçimlere katılımın az olduğu ve bu katılımın Kıbrıs Türklüğünü temsil etmeye yetmeyeceğini söyleyip KKTC parlamentosu acilen toplanıp seçim sonuçlarını kabul etmeyip Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almalı” söylemi içten içe kaybetmenin dışa yansıyan öfkesini göstermiştir. Vatan, millet, beka sorunu gibi safsataları art arda dizerek bildik faşist argümanlar ile günü doldurmuş oldu. Bunun yanı sıra Hakan Fidan’ın arka planda Rum kesiminin silahlanmasını bahane göstererek tehditkar açıklamaları aslında İsrail’e söylenmiş bir söz olarak askıda kaldı. Keza buna paralel Erdoğan daha ihtiyatlı açıklamalarda bulundu. Kendi adaylarının kaybetmesi kendileri açısından ciddi bir sorundu. Ancak daha acil sorunlar vardı. Ve Erdoğan seçimin galibini kutlayarak demokrasi örneği göstermiş oldu.

Sonuç Olarak

Bu seçim sonuçları Kıbrıslı Türklerin artık Türkiye’nin uyguladığı siyaset tarzına gösterdiği bir tepkiydi. Onlarca yıldır düşledikleri AB hayallerini yok eden ve bunun üzerinde siyaset yaparak bir hiçliğe itilen toplumun tepkisiydi. Dünyada yalnızca Türkiye tarafından tanınan bir halkın yıllardır bir adada tecrit edilmesine duyulan öfkenin yansımasıydı. Yaşadıkları topraklarda kendilerine yabancı olan her türlü gayri resmi işlerin merkezi haline getirilmesine karşı duyulan öfkenin ifadesi olarak yansıdı seçimlerde. Seçimi kim kazanırsa kazanmış olsun Türkiye’nin, özelde de AKP/MHP kliklerinin egemenliği sökülüp atılmadıkça resmi veya gayri resmi kurulan tüm işleyişler bir şekli ile sürecektir. Kıbrıs tek parçada iki ulusun tam hak eşitliği üzerinden inşa edilmelidir. Garantör veya başka adlarla hiçbir işgal kabul edilemez. Ada emperyal güçlerin üsleri haline getirilemez.

Bağımsız ve Demokratik Kıbrıs’ı inşa etmek bir zorunluluktur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu