
“Er ya da geç
bu dünya
bizim olacak.”[1]
Karl Marx ile birlikte, dünya işçi sınıfına “Tüm ülkelerin proleterlerinin çıkarı tek ve aynı, düşmanı tek ve aynı, önlerindeki savaşım da tek ve aynıdır (…) Yalnız proletarya milliyeti ortadan kaldırabilir ve yalnızca uyanan proletarya, çeşitli ulusların kardeşliğini sağlayabilir,”[2] diye haykıran -yeri doldurulamaz!- neferiydi
Wilhelm Liebknecht’in, “Eğer o hayattayken bir devrim olursa elimizin altında bir askeri deha hazır,” [3] diye betimlediği Ona Marx ailesinde “General” diye hitap edilirdi.
Karl Marx’ın yoldaşı, Marksizm’in kurucusu Friedrich Engels, 5 Ağustos 1895’te gözlerini dünyaya kapattı.
O, yoldaşı Karl Marx ile işçi sınıfına kendini bilmeyi, kendi sınıf bilincine ulaşmayı ve toplumsal kurtuluşu için nasıl, hangi araçlarla kavga etmesi gerektiğini öğretti.
Friedrich Engels’in dehasını, kolektivist ve eğilip bükülmeyen militan kişiliğini, davasına ve yoldaşlarına sonsuz bağlılığını anlamak, anlatmak çok önemlidir.
Onun komünist kişiliğinin anlaşılması bakımından, sıkça yinelediği bir sözü hatırlatmanın tam yeridir: “Bütün hayatım boyunca yapmaya yatkın olduğum şeyi yaptım ve ikinci keman olarak kaldım; sanırım bu işi oldukça iyi yaptım. Marx gibi mükemmel bir birinci kemanla olduğum -çaldığım- için memnunum.”
Oysa gerçekte Friedrich Engels, Karl Marx’ın ayrılmaz bir parçasıydı. Onsuz Marksizmi düşünmek imkânsızdır.
Karl Marx ile Friedrich Engels’in işçi sınıfına yapmış oldukları hizmetler, kısaca şöyle ifade edilebilir: Onlar, işçi sınıfına kendini bilmeyi, kendi bilincine ulaşmayı öğrettiler. Boş hayallerin yerine bilimi koydular.
İşte bunun içindir ki, Friedrich Engels’in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir.
Hele hele sarsıntılı XXI. yüzyılda…
Gerçekten de sürdürülemez kapitalizmin “büyük buhran”ıyla, kriziyle sarsılıp, çıkmazda debelendiği koordinatlarda, köhnemiş ve çürümüş olduğu gerçeğinin her alanda çıplak biçimde karşımıza dikildiği günlerde -Karl Marx, V. İ. Lenin gibi- Friedrich Engels’e olan ihtiyaç büyümektedir.[4]
* * * * *
Friedrich Engels her alanda büyük toplumsal dönüşümlerin çağa damgasını vurduğu bir dünyaya gözlerini açtı. Burjuva devrimleri tüm Avrupa’yı sarsıyordu.
İşçi sınıfı, giderek bağımsız bir çizgi izlemeye başlıyor ve kapitalistler sınıfı ile karşı karşıya geliyordu.
Friedrich Engels, 1842’nin sonbaharında İngiltere’ye gitti. Babası Manchester’daki dokuma fabrikasında ticaret üzerine uzmanlaşmasını istemişti; lakin bir ticaret adamı olmayacak, komünist görüşlere ulaşarak bir devrimci olacaktı.
İngiltere Engels’i dehşete düşürmüştü. Bir işçi kız olan sevgilisi İrlandalı Mary Burns ile işçi muhitlerini dolaşıyor, işçilerle konuşuyor ve bilgi topluyordu. Engels’in iki yıllık gözlem ve çalışmaları İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu ile ürüne dönüştü.
Bu eserin en temel özelliği proletaryanın sefalet koşullarını tüm çıplaklığıyla betimlemesi değildi; onu ölümsüz kılan esas şey, işçi sınıfının acınacak bir sınıf olmadığını, kapitalist üretim tarzının işçi sınıfını zorunlu olarak mücadeleye ittiğini ve mücadele eden işçi sınıfının kendisiyle birlikte toplumu kurtaracağını ileri sürmesiydi.
Karl Marx ve Friedrich Engels’in yolları 1844’te Paris’te kesişti. Görüşleri tümüyle örtüşüyordu. Düşüncelerindeki bu birliktelik, bir yoldaşlık ilişkisinin de başlangıcı oldu.
Marx ve Engels Alman İdeolojisi’nde, hâkim üretim ilişkilerini ve toplumların sınıflara bölünmesinin nedenlerini, tarihin itici gücü olarak sınıflar mücadelesini ve kapitalist üretim tarzının işçi sınıfını bir devrime doğru ittiğini ana çizgileriyle ortaya koydular.
Toplumsal devrimin teorik temellerini ortaya koyduktan sonra, tez elden, işçi hareketiyle ilişkilerini derinleştirdiler ve devrimde işçi sınıfına önderlik edecek bir komünist örgütlenmenin inşasına giriştiler.
1836’da kurulan Adalet Birliği’nin adını Komünistler Birliği ve “Bütün İnsanlar Kardeştir” şiarını da “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin” şiarıyla değiştirilmesi kararının alındığı 1847 tarihli kongrede, örgütün amacının, burjuvaziyi devirerek proletaryanın egemenliğini sağlamak ve sınıfsız bir toplum kurmak olduğu ilan edildi.
Birliğin kongresi ikinci kez toplandı; Karl Marx ve Friedrich Engels’in savunduğu ilke ve görüşler oy birliği ile kabul edildi. Marx ile Engels’e Parti Manifestosunu kaleme alma görevi verildi.
Komünist Parti Manifestosu Şubat 1848’de Londra’da yayınlandı. Burjuvazinin yükselen komünist hareketten ne denli korktuğunu belirtmek için, “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor-komünizm hayaleti” sözleriyle başlayan bu küçük broşür gerçekten de Marksizmi ve işçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşını dünyaya resmen ilan ediyordu.
Manifesto’nun isim babası, “… ‘İman Tazeleme’ üzerinde biraz daha düşün. Biz din kitabı üslubunu bir yana bıraksak ve şunun adına ‘Komünist Manifesto’ desek daha iyi olacak diye düşünüyorum. Şöyle ya da böyle bunun içinde tarih de olacağına göre, şimdiki biçimi uygun görünmüyor. Ben burada hazırladığımı yanımda getireceğim, basit bir anlatı biçiminde, ama çarçabuk yazıldığı için kötü formüle edildi. (…) yaptığım hazırlık onaylanmaya henüz sunulmadı, ama ufak tefek bazı ayrıntıların dışında, en azından bizim görüşlerimize aykırı bir şeyleri içermeyen bir biçimde kabul edilmesini istiyorum,”[5] diyen Friderich Engels’tir.
Çünkü O, “Amentü” yerine doğrudan Komünist Parti Manifestosu ismini önermiş ve hatta bugün ‘Komünizmin İlkeleri’ olarak bilinen metni de kaleme almıştı.
Karl Marx ile Friedrich Engels Manifesto’da şunu ilan etmişlerdi: “Bugün burjuvaziyle karşı karşıya gelen bütün sınıflar arasında gerçekten devrimci olan biricik sınıf proletaryadır.”
O da proletaryanın generali idi.
* * * * *
‘Alman İdeolojisi’nden ‘Komünist Manifesto’ya uzanan güzergâhta Onun katkısı büyüktü…
Karl Marx’ın damadı Fransız sosyalist Paul Lafargue onun özelliğini şöyle anlatırdı:
“Engels’in bilgi edinmeye karşı yaklaşımı, bir konuda en küçük ayrıntılara kadar egemen olmadıkça o konunun peşini bırakmamak biçimindeydi. Bilgisinin kapsamı ve çeşitliliği konusunda bir fikri olan ve aynı zamanda canlı ve etkin bir hayat sürdüğünü hesaba katan bir insan onun bir ‘masa başı bilgesi’ olmadığını da düşünürse, böylesine büyük bir bilgi birikimini kafasına nasıl sığdırdığına doğrusu hayret eder.
Geniş kapsamlı bir bellek, olağanüstü bir çalışma temposu ile birlikte bir şeyi kavramada gösterdiği rahatlık onun zihinsel yetileriydi. Hızlı ve çaba harcamıyormuş gibi çalışırdı. Dört bir yanı kitaplıklarla kaplı geniş aydınlık çalışma odasında, yerde bir kâğıt parçası bile bulunmazdı; masasında çalışmalarıyla ilgili kitaplar dışında bütün kitaplar yerli yerinde olurdu. Odası, bir bilgenin çalışma odasından çok sanki konuk kabul ettiği oda gibiydi.”[6]
“Nasıl” mı?
Örneğin 1845’te, Manchester’daki fabrikalar ile işçi sınıfı mahallerinde yansıdığı üzere, kapitalist sistemin tetiklediği sefalet üzerine kaleme aldığı ‘İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu’nda açığa çıkan derin bilgi hazinesinde görüldüğü gibi.
Friedrich Engels şehir kütüphanelerinde titiz bir çalışma yürüttü, o sıralarda İngiliz kapitalizmi üzerine basılmış olan metinleri çalıştı. İşçilerin sefalet içinde geçen yaşamlarını doğrudan ve gündelik bir şekilde incelemesi ve güncel veriler ile istatistiklerin yoğun kullanımıyla İngiliz işçi sınıfının dehşet verici hayat şartlarını sert ve keskin bir biçimde tarif edebildi.
V. İ Lenin’in ifadesiyle söz konusu yapıt, “İçine çeken üslubuyla, İngiliz proletaryasının çektiği sefaletin en otantik ve şok edici görüntülerini ortaya koyan bir kitaptı. Kitap, kapitalizm ile burjuvaziye yöneltilmiş korkunç bir suçlamaydı ve derin bir etki yarattı.”
Friedrich Engels’in ulaştığı sonuç netti: İşçi sınıfı sadece sömürülmekle ve patronlarca maruz bırakıldığı sömürünün sonucu sefaletle yaşamakla kalmıyor; aynı zamanda onun mevcut koşullara karşı ayaklanmasını hazırlıyor, mahkûm edildiği şartlara karşı mücadelesini cesaretlendiriyordu
Onun yapıtında dile getirdiği birçok görüş daha sonra Karl Marx tarafından geliştirilecekti. Sınıf mücadelesi, kriz ve sömürüye karşı sosyalizm için mücadele, işçi sınıfının merkezî rolü gibi meseleleri sınıflar arasındaki çatışma perspektifiyle incelemeye taşıdı.[7]
Friedrich Engels modern işçi sınıfını özne, devrimin motoru olarak görüyordu. Marksizm bu alandaki katkıyı Onun düşüncesine borçludur.
‘Komünistler Birliği’nin, bilimsel sosyalizmin kuruluş dokümanı ‘Komünist Manifesto’nun yazılması da buna dahildir. Tıpkı V. İ. Lenin’in, “Bu küçük kitapçık ciltlere bedeldir: Bugün dahi uygar dünyanın örgütlü ve savaşçı bütün proletaryaya ilham verir ve onu cesaretlendirir,”[8] ifadesindeki üzere…
* * * * *
Ancak Friedrich Engels’e, saldırılar da eksik değil.
“Engels, Marksizmi yanlış biçimlendirmekle suçlanacaktı. Marx’ın özgün ve otantik eserlerindeki insancıl saiki bilimsellik hevesi yüzünden etkisiz hâle getirmekle ve onu yerine, arkadaşının yokluğunda, sosyalizmin ilham veren, doyurucu vaadinden yoksun bir mekanik siyaset anlayışı koymakla suçlanacaktı.”[9] Vs…
Bir de Ona Karl Marx’ın düşüncelerini “basitleştiren, kabalaştıran indirgemeci” diyenler de yok değil!
Bunda şaşılacak bir şey yok: Onun katkılarını Marksist teorik çerçeveden dışlamayı hedefleyen revizyonist, post-modern zihniyetin “olmazsa olmaz”ı bu!
Ona yönelik saldırılar çeşitli başlıklarda yapılmakla beraber, sistematiği bir cümlede özetlenebilir: Eleştirmenlerine göre “O, Karl Marx’ın derin düşüncesini pozitivist bir biçimde kabalaştırmış, ortaya tüm felsefi ve teorik zenginliğin siyasi hedeflere indirgendiği bir şablon çıkartmıştır. Adına Marksizm denen bu şablon aslında Engelsizmdir. Marksizm diye bir şey aslında hiç var olmamıştır.”
Oysa sosyalist devrimle siyasi iktidarı ele geçirip, üretim araçlarını kamusallaştırması ve dünya çapında, özel mülkiyetin olmadığı sınıfsız, sömürüsüz bir komünist düzeni kurmasını hedefleyen Friedrich Engels, şunları söylüyordu:
“Marx ile kırk yıllık ortak çalışmam sırasında ve ondan önce teorinin hazırlanışında olduğu kadar özellikle geliştirilmesinde de benim belli bir kişisel payım olduğunu yadsıyamam. Ama özellikle iktisat ve tarih alanında yön verici temel fikirlerin büyük çoğunluğu ve özellikle de bu fikirlerin kesin ifadelendirilişleri, Marx’ın işidir.
Benim teoriye katkımı, olsa olsa birkaç özel bilgi dalı dışında, Karl Marx, bensiz de gerçekleştirebilirdi. Ama Marx’ın yaptığını ben yapamazdım. Marx, bizim hepimizi aşıyordu; Marx, hepimizden daha uzağı, daha geniş ve daha çabuk görüyordu. Marx bir deha idi; biz ötekiler ise olsa olsa yetenekli kişiler. O olmasaydı, teori bugün bulunduğu yerden çok gerilerde olurdu. Dolayısıyla teori haklı olarak onun adını taşıyor.”[10]
Şu da görülmeli: Marksizmin bütünlüğünü sağlayan önemli ölçüde Friedrich Engels’tir. Zaten Ona yönelik saldırılar da esasen bunun içindir!
Perry Anderson’a kulak verelim: “Marx’ın kendisi, klasik anlamıyla, sistemli bir felsefe eseri bırakmamıştı. İlk felsefi tezlerini yayımlanmamış el yazmaları hâlinde bırakan Marx, olgunluk çağında katıksız felsefe alanına bir daha hiçbir zaman girmemişti.
Daha sonra yöntem konusunda yazdıkları arasında en önemlisi olan, 1857’de yazdığı Grundrisse’ye giriş bölümü bile tamamlanıp yayıma hazırlanmadan, programlı bir çalışmanın bir parçası olarak kalmıştır. Marx’ın felsefi ürünlerinin açığa çıkmamış, eksik kalmış yanları onu hemen izleyen halefleri için Engels’in, başta Anti-Dühring olmak üzere, sonradan yazdığı metinlerle tamamlanmıştır. (…) Batı Marksizmi de, aslında, Korsch ile Lukács’ın, sırasıyla, Marksizm ve Felsefe ve Tarih ve Sınıf Bilinci adlı kitaplarında, Engels’in felsefi mirasını iki koldan kesin bir tavırla reddetmesiyle başlayacaktı.
Engels’in son metinleri karşısında gösterilen irkilti, bundan böyle, Batı Marksizmi içinde Sartre’dan Colleui’ye, Althusser’den Marcuse’ye kadar hemen hemen bütün akımların ortak özelliği olacaktı. Engels’in katkısı geçersiz kılındığında, Marx’ın bıraktığı mirasın sınırlılığı eskiden olduğundan çok daha açık bir şekilde görünecek, eserini tamamlamak ihtiyacı da daha ivedi bir sorun hâline gelecekti.”[11]
Dogma değil, yöntem sunan bir kılavuzdur Marksizm, Friedrich Engels’in altını çizdiği gibi…
Marksist tarih anlayışı da soyut kurgulardan değil, toplumsal oluşumların maddi varoluş koşullarından hareket eder.
“Materyalist tarih anlayışına göre tarihteki belirleyici etken, son kertede gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Marx da ben de bundan daha fazlasını hiçbir zaman ileri sürmedik. Bundan ötürü, herhangi bir kimse ekonomik etken biricik belirleyicidir dedirtmek üzere bu önermenin anlamını zorlarsa, onu, boş, soyut, anlamsız bir söz hâline getirmiş olur.
Ekonomik durum temeldir, ama çeşitli üstyapı ögeleri -sınıf savaşımının politik biçimleri ve sonuçları, yani savaş bir kez kazanıldıktan sonra kazanan sınıf tarafından hazırlanan anayasalar vb. hukuksal biçimler ve bütün bu gerçek savaşımların onlara katılanların beyinlerindeki yansımaları, yani siyasal, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve daha sonra bunların dogmatik sistemlere gelişmeleri- hepsi de tarihsel savaşımların gidişi üzerinde etki yapar ve birçok durumda özellikle onların biçimini belirlerler.
Bütün bu ögeler arasında bir etkileşim vardır; bu etkileşime bütün sonsuz arızi durumlar (yani, aralarındaki iç bağlantı o kadar uzak ya da ortaya konulması o kadar olanaksız olduğundan yok sayıp göz ardı edebileceğimiz şeyler ve olaylar) çokluğu ortasında, ekonomik eğilimin sonunda kendisini ortaya koyması kaçınılmazdır. Yoksa teorinin herhangi bir tarihsel döneme uygulanması, birinci dereceden basit bir denklemin çözümünden daha kolay olurdu,”[12] diye ekler Friedrich Engels. Ve devam eder:
“Tarihimizi kendimiz yapıyoruz ama her şeyden önce, sıkı sıkıya belirlenmiş öncüller ve şartlar içinde yaşıyoruz. Bunlar arasında en sonunda belirleyici olanlar ekonomik şartlardır. Bununla birlikte politik şartlar ve başkaları; hatta insanların zihinlerinde çöreklenmiş gelenekler, son sözü söyleyememekle birlikte önemli rol oynarlar.”[13]
Özetle Karl Marx ve Friedrich Engels arasındaki tutarlı bütüne Friedrich Engels’in katkılarını yok saydığınızda, Marksizmi yöntemsiz bırakırsınız ve bütünlüğünü yitirmesini sağlarsınız.
Dolayısıyla, V. İ. Lenin’in, ölümü üzerine kalem aldığı makalesinde Onu “Proletaryanın büyük öğretmeni”[14] olarak uğurlaması boşuna değildi.
* * * * *
Kim ne derse desin… İki kişilik dev bir orkestraydı, eşsiz bir yoldaşlıktı onlarınki…
Kaldı ki Friedrich Engels’in kendini “ikinci keman” olarak nitelendirmesinin nesnel zemini de buydu; “Bütün ömrüm boyunca ancak yapabileceğim şeyi yaptım, yani ikinci kemanı çaldım (…) Şimdi birdenbire teori konusunda Marx’ın yerine geçip birinci keman çalmam isteniyorsa, böyle bir şey kusursuz bir biçimde olamaz, bunu da benden daha iyi duyumsayan bulunmaz. İçinde bulunduğumuz günler biraz hareketlensin de, o zaman Marx’ın kaybını tümüyle anlayacağız, onun hızlı hareket gerektiren anlarda her zaman doğru karar verip hemen püf noktasına varma yeteneğine hiçbirimiz sahip değiliz. Sakin zamanlarda ara-sıra olayların Marx’a karşı beni haklı çıkardığı olmuştur, ama devrimci anlarda onun yargısı hemen hiç şaşmazdı,”[15] vurgusundaki üzere…
Öte yandan Karl Marx ile ilişkilendirmeden, Onun hakkında konuşmak nafile bir şeydir. Elbette bu hâl Karl Marx için de geçerlidir.
Karl Marx ve Friedrich Engels 1844’te tanıştıklarında, bu ikili Karl Marx’ın 1883’teki ölümüne dek 40 yıl boyunca birbirlerinden ayrılmaz olmakla kalmadılar. Aynı zamanda aralarında sıkı bir çalışma işbirliği oluşturup, toplumsal ve ekonomik ilişkiler üzerine müthiş eserleri de ortaya koydular.
Bu da tamı tamına Karl Marx ve Friedrich Engels arasındaki işbölümü idi.
Marksizm’in XIX. yüzyılın sonuna gelindiğinde hemen her kritik toplumsal meseleye dair tezlerinin olması, ikisi de ayrı ayrı olağanüstü derecede üretken olsalar da ne Karl Marx ne de Friedrich Engels’in tek başına altından kalkabileceği bir işti. Karl Marx’ın deyişiyle “Görüşlerini açıklığa kavuşturmak olan başlıca amaçlarına”[16] ‘Alman İdeolojisi’ni yazma sürecinde ulaşmalarının ardından, Karl Marx’ın 1883’deki ölümüne kadar aralarında sürekli bir işbölümü oldu.
Onların külliyatı ortaya konduğunda, düşünsel üretim açısından, özellikle 1848’den sonra bu iş bölümü belirgin biçimde görülür. Bu tarihten itibaren Karl Marx esasen kapitalist üretim biçiminin yapısal işleyişinin çözümlenmesi ve eleştirisine yoğunlaşmış, Friedrich Engels de Marksizm’in bütünlüklü bilimsel yönteminin geliştirilmesi, başkaları tarafından da kavranabilir ve uygulanabilir hâle getirilmesine odaklamıştı.
Materyalist yöntem, bilimsel olmak zorundaydı; ve Karl Marx ile Friedrich Engels daha yolun başında bu sorunu önlerine koyup, Alman İdeolojisi’nde “Biz, yalnız tek bir bilim tanıyoruz, o da tarih bilimidir. Tarih iki yönden incelenebilir. Tarihi, doğa tarihi ve insanların tarihi diye ikiye ayırabiliriz. Bununla birlikte, bu iki yön birbirinden ayrılamazlar; insanlar varoldukça, insanların tarihi ve doğanın tarihi karşılıklı olarak birbirlerini koşullandırırlar,”[17] ifadesindeki yöntem notunu düşerler.
Ayrıca Friedrich Engels, ‘Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu’nda şu vurguyu yapar: “Materyalizm, doğa bilimleri alanında çığır açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır; ve tarihin kendisi materyalist bir yoruma tâbi tutulalı beri burada da yeni bir gelişme yolu açılmaktadır.”[18]
Paul Lafargue’ın, “Engels olmadan Marx’ı, Marx olmadan da Engels’i aklımıza getiremeyiz; varlıkları öylesine iç içe geçmiştir ki adeta tek bir yaşam oluşturmaktaydı…
Engels ve Marx’ın birlikte çalışma alışkanlığı vardı. Bilimsel dürüstlüğü son hadde kadar götüren Engels, on farklı yoldan kanıtlamadığı bir cümleyi yayımlamayı reddeden Marx’ın titizliği karşısında çoğu zaman öfkeden deliye dönüyordu.
Marx, Engels’in evrensel bilgisine, ona bir konudan diğer konuya çabucak geçmesini sağlayan kıvrak zekâsına hayran olmaktan hiç bıkmıyordu. Engels de Marx’ın analiz ve sentez gücünü kabul etmekten her zaman kıvanç duyuyordu,”[19] betimlemesindeki üzere Karl Marx ile Friedrich Engels, bugüne dek benzeri görülmemiş bir takımdı.
* * * * *
Friedrich Engels’e göre kapitalizm, ortaya çıkan yeni proletaryayı burjuvazi eliyle insani değerlerden uzak bir yapı olarak kurar. Bu da işçilerin din, ahlâk, burjuva egoizmi vb. mevcut egemen sınıf ideolojisinden ayrık durmasına yol açar.
İçinde bulundukları sanayileşme ve şehirleşme de işçilerin bir arada durmasını zorunlu kılan diğer faktörler olarak işçilerin bir sınıf olarak güçlerinin farkına varmasına imkân tanır. İşçiler insanlık onurunu burjuvaziye karşı verdikleri sınıf mücadelesi sayesinde bulabilirlerdi.
O hâlde yazımızı, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür.” “İnsan eli, sadece çalışarak ve sürekli yeni işlere uyum sağlayarak, Raphael’in tablolarını, Thorwaldsen’in heykellerini ve Paganini’nin müziğini ortaya çıkaran en yüksek mükemmelliğe erişmiştir,” diyen Friedrich Engels’in vurguları, uyarıları eşliğinde -şimdilik- sonlayalım…
Kapitalist Vahşet…
“İnsanlık tarihinin ortak noktası çalışanların hep yoksul olması, çalışmayanların ise zenginleşmesidir”…
“Üretici güçleri ne kadar çok kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok gerçek kolektif kapitalist durumuna gelir, yurttaşları o kadar çok sömürür”…
“Toplumun serveti, ancak, kendileri bu servetin özel malikleri olan, özel bireylerin serveti olarak vardır. Bu servet, toplumsal niteliğini, ancak, bu bireylerin, kendi gereksinmelerini karşılamak için karşılıklı olarak farklı nicelikte kullanım-değerlerini değişmeleri olgusunda ortaya koyar. Kapitalist üretim sisteminde, bunu, ancak para aracılığı ile yapabilirler. Yani bireyin serveti, ancak, para aracılığı ile toplumsal servet olarak gerçekleşir. Servetin toplumsal niteliği, işte bu şeyde, parada somutlaşmıştır”…
“Para her kapıyı açar ancak kilitleyemez”…
“Her ilerleme aynı zamanda görece bir gerilemedir, birilerinin refahı ve gelişmesi diğerlerinin acı çekmesi ve ezilmesi üzerinde gerçekleşir”…[20]
“İşçi yoksul, onun için yaşamın hiçbir çekiciliği yok, hemen hemen keyifli her şey ondan esirgeniyor, yasalardaki cezalar da onu daha fazla korkutmuyor; öyleyse arzularını niye gemlesin, zengine, doğumla kazandığı keyif yapma hakkını neden bıraksın, neden bir kısmını ele geçirmesin? Proleteri, çalmamaya teşvik edecek ne var? ‘Mülkiyetin kutsallığı’nın kuvvetle vurgulandığını duymak burjuvazinin kulağına pek hoş gelebilir, ama hiçbir şeyi olmayan için mülkiyetin kutsallığı hiçbir anlam taşımaz. Bu dünyanın tanrısı paradır; burjuvazi proletaryanın parasını alır ve onu pratikte bir ateist yapar”…[21]
Konut Sorunu…
“Konut sorunu, ancak, toplum, günümüzün kapitalist toplumunun zirveye taşıdığı kent-kır karşıtlığını ortadan kaldırma işine girişmeye yetecek kadar dönüştürüldüğünde çözülebilir. Bu karşıtlığı ortadan kaldırabilir olmanın çok uzağında bulunan kapitalist toplum, tam tersine onu her gün daha fazla keskinleştirmek zorundadır. (…) Konut sorununun çözümü aynı zamanda toplumsal sorunu çözmez; önce toplumsal sorunun çözülmesi, yani kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılması yoluyla, konut sorununun çözülmesi de mümkün kılınır. Hem konut sorununu çözmeyi hem de modern büyük kentlerin varlığını korumayı istemek bir saçmalıktır. Modern büyük kentlerin yok edilmesiyse ancak kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılması yoluyla gerçekleşebilir ve bu işe bir kez girişildiğinde, her işçiye ona ait olan küçük bir ev sağlamakla değil, bambaşka konularla ilgilenilecektir.
Ne var ki, her toplumsal devrim, ilk olarak, önünde bulduklarından hareket etmek ve en göze batan kötülüklere eldeki araçlarla çare bulmak zorunda kalacaktır. Ve görmüş olduğumuz gibi, mülk sahibi sınıflara ait olan lüks konutların bir bölümünün kamulaştırılması ve geri kalan bölümüne yerleştirme yapılması yoluyla konut kıtlığına hemen çare bulunabilir”…[22]
“Ama kesin olan şu ki, bugün bile, büyük kentlerde, akla uygun bir şekilde kullanılmaları durumunda her tür gerçek ‘konut kıtlığı’na hemen çare bulunmasına yetecek miktarda konut binası bulunuyor. Bu da doğal olarak yalnızca bugünkü sahiplerin mülksüzleştirilmesi ya da evlerine evsizlerin veya bugüne kadarki evlerinde aşırı kalabalık bir şekilde yaşayan işçilerin yerleştirilmesi yoluyla gerçekleşebilir ve proletarya siyasal iktidarı ele geçirir geçirmez, herkesin iyiliğinin gerekli kıldığı böylesi bir önlem, bugünkü devletin diğer kamulaştırma ve yerleştirme eylemleri kadar kolay bir şekilde hayata geçebilecektir”…[23]
Kadın Meselesi…
“Erkek, Ailedeki burjuvadır; kadınsa proletaryayı temsil eder”…[24]
“Yaşamı boyunca hiçbir zaman para karşılığı ya da mevki gücü için kendini bir erkeğe vermemiş, ya da ekonomik sonuçlarını düşünerek sevdiği erkeği geri çevirmemiş bir kadınlar kuşağıyla; para ya da mevki gücüyle bir kadını yüzüstü bırakmamış ya da geçimini düşünerek sırf çıkarı için sevmediği kadına bağlanmamış bir erkekler kuşağı yetiştiği zaman. İşte o zaman kadın erkek ilişkileri ve insan ilişkileri ahlâki yüceliğe ulaşacaktır. İşte proleter ahlâk anlayışı budur”…
“Modern karı-koca ailesi, açık ya da gizli, kadının evcil köleliği üzerine kurulmuştur”…
Bilinç Sorunu…
“Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda, egemen düşünceler olarak varlığını korumuştur”…
“Fikirler çoğu zaman elektrik kıvılcımları gibi birbirini tutuşturur”…
“İnsanları harekete geçiren ne varsa, hepsi zorunlu olarak onların beyninden geçer, ama bunun beyinde alacağı biçim, koşullara bağlıdır”…[25]
İşçilerin Hâli…
“Kömür ocağı, birçok dehşet verici felâketin sahnesidir ve o felâketler de doğrudan doğruya burjuvazinin bencilliğinden ileri gelir”…
“Soru 7: Proleter köleden hangi bakımdan farklıdır?
Yanıt: Köle ancak bir kez satılır, proleter ise kendisini günbegün, saatbesaat satmak zorundadır. Tek bir efendinin mülkü olan bireysel köle, efendisinin çıkarı bunu gerektirdiğinden, ne denli sefil olursa olsun, güvence altına alınmış bir geçime sahiptir; emeği ancak birisi buna gereksinme duyduğu zaman kendisinden satın alınan ve, deyim yerindeyse, tüm burjuvalar sınıfının mülkü olan bireysel proleter ise, güvence altına alınmış bir geçime sahip değildir.
Bu geçim ancak tüm proleter sınıf için güvence altına alınmıştır. Köle rekabetin dışındadır, proleter ise onun içindedir ve bunun bütün dalgalanmalarından etkilenir. Köle, uygar toplumun bir üyesi olarak değil, bir şey olarak hesap edilir; proleter ise bir kişi olarak, uygar toplumun bir üyesi olarak kabul edilir. Şu hâlde, köle proleterden daha iyi bir geçime sahip olabilir, ama proleter, toplumun gelişmesinin daha yüksek bir aşamasına mensuptur ve kendisi de köleden daha yüksek bir aşamada bulunur.
Köle, kendisini, bütün özel mülkiyet ilişkileri arasından yalnızca kölelik ilişkisini kaldırmakla özgür kılar ve böylelikle ancak o zaman bizzat bir proleter hâline gelir; proleter ise kendisini, ancak genel olarak özel mülkiyeti kaldırmakla özgür kılabilir”…[26]
“İşçi ne kadar çok tasarruf ederse, eline o kadar az ücret geçer. Dolayısıyla, tasarruf etmesi, kendi çıkarına değil, kapitalistin çıkarınadır”…
Sınıf Savaşımı…
“Yarısını yedikten sonra elimizde bütün bir elma kalmayacağı gibi, çelişik taraflardan biri olmadan diğeri de olmaz”…
“Sadece sınıf ayrıcalıkları değil, doğrudan doğruya sınıf ayrımları ortadan kaldırılmalı”…
“Şuna inanıyorum, şimdi yoksulun zengine karşı ayrıntıda ve dolaylı olarak sürdürdüğü savaş, doğrudan ve genel hâle gelecek. Barışçıl bir çözüm için çok geç. Sınıflar giderek daha keskince bölündü, direniş ruhu işçilere işliyor, kızgınlık kabarıyor, daha önemli çatışmalarda gerilla kavgaları yoğunluk kazanıyor ve yakında çok küçük bir itme, çığı yuvarlamaya yetecek. İşte o zaman, tüm ülkede şu savaş narası yankılanacak: ‘Saraylara savaş, kulübelere barış’!”…[27]
Devrimci Şiddet…
“Hiçbir zaman ilk kurşun bizden çıkmadı”…
“Önce siz ateş edin mösyö burjuvazi”…
Komünist Tavır…
“Bizim, özel mülkiyeti ortadan kaldırma niyetimizden dehşete düşüyorsunuz. Ama sizin bugünkü toplumunuzda özel mülkiyet, nüfusun onda dokuzu için zaten ortadan kaldırılmıştır”…
“Bir gram eylem, bir tonluk kuramdan daha değerlidir”…
Doğa ve Özgürlük…
“Doğa, burada hiçbir şey eskiden olduğu gibi ve eskiden olduğu yerde kalmaz; her şey hareket eder, değişir!”…
“Materyalist doğa görüşü, doğanın olduğu gibi, yabancı bir şey katmadan, yalın biçimde kavranmasından başka bir şey değildir”…
“Materyalist bir doğa anlayışı, matematik ve doğa bilim ile içli-dışlı olunmasını gerektirir”…
“Özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır”…[28]
“İhtiyaç, icadın anasıdır”…
“İnsanın kendi iradesine karşın, her gün, sabahtan gece vaktine kadar, belli bir şey yapmakla sınırlandırılmasından daha dehşet verici bir şey yoktur”…
Sosyalizm…
“Sosyal-demokrat ham kafa son zamanlarda proletarya diktatörlüğü sözünün edildiğini duyunca hidayete erdirici bir korkuya kapıldı. Eh peki, bu diktatörlüğün neye benzediğini görmek ister misiniz baylar? Paris Komünü’ne bakın. Paris Komünü, proletarya diktatörlüğüydü”…[29]
17 Kasım 2025 19:38:11, İstanbul.
N O T L A R
[*] Rojnameya Newroz, Aralık 2025…
[1] Friedrich Engels.
[2] Friedrich Engels Biyografi, çev: Oğuz Özgül-Süheyla-Saliha Kaya, Sorun Yay., 1997.
[3] Marksizm Leninizm Enstitüsü, Marx-Engels Anıları, çev: Alaattin Bilgi, Evrensel Basım Yay., 1999.
[4] Bkz: i) Sibel Özbudun, “Ailenin, Devletin, Özel Mülkiyetin Kökeni Bize Ne Öğretiyor?”, Friedrich Engels Üzerine Yazılar, Editör: Sezen Cilengir-Erdem Çevik-Hasan Ateş, SAV Yayınevi, 2023… ii) Sibel Özbudun, “Engels, Kadın, Aile”, Yeni E Dergisi, No:49, Kasım 2020… iii) Sibel Özbudun, “Friedrich Engels Ve Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni Üzerine”, Marksizmin Başyapıtları (19. Yüzyıl), Kolektif (Aydın Çubukçu, Dirk J. Struik, Ender Helvacıoğlu, Eric J. Hobsbawm, Erkin Özalp, Fatih Yaşlı, Haluk Yurtsever, Orkun Saip Durmaz, Özgür Narin, Sibel Özbudun, Uğur Erözkan, Yener Orkunoğlu), Bilim ve Gelecek Kitaplığı-Başyapıtlar ve Öncüler Dizisi, 2013…
[5] Friedrich Engels Biyografi, çev: Oğuz Özgül-Süheyla-Saliha Kaya, Sorun Yay., 1997.
[6] Marksizm Leninizm Enstitüsü, Marx-Engels Anıları, çev: Alaattin Bilgi, Evrensel Basım Yay., 1999.
[7] Friedrich Engels dönemin Alman Sosyal Demokratlarının önde gelen figürlerinden August Babel’e, “olan bitene dair kendilerine tek bir kelime edilmemesini affetmeyeceğini” ve kendisinin ve Karl Marx’ın Lassalle’cı devlet sosyalizmini temel alarak kurulmuş “bu yeni partiye asla mensup olmayacaklarını” yazmıştı. (Marcello Musto, “Gotha Programı’nın Eleştirisinin 150. Yılı”, Birgün Pazar, 11 Mayıs 2025, s.9.)
[8] https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1895/misc/engels-bio.htm
[9] Tristram Hunt, Fraklı Komünist-Friedrich Engels’in Devrimci Hayatı, çev: Işıl Elçin-Mehmet Ratip, İletişim Yay., 2018.
[10] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 4. baskı, 2006.
[11] Perry Anderson Batı Marksizmi Üzerine Düşünceler, çev: Bülent Aksoy, Birikim Yay., 2007.
[12] Karl Marx-Engels, Seçme Yazışmalar 2/ 1870-1895, (21 Eylül 1890 tarihli mektup), çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1996.
[13] Friedrich Engels’in Sosyalist Düşüncenin Gelişmesi, çev: Selahattin Hilav, Sosyal Yay., 1964.
[14] V. İ. Lenin, Marx, Engels, Marksizm çev: Vahap Erdoğdu, Sol Yay., 1997.
[15] Friedrich Engels, Büro ile Barikat Arasında, (15 Ekim 1884 tarihli mektup), çev: Necla Kuglin-Jörg Kuglin, Sol Yay., 1996.
[16] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1970.
[17] Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976.
[18] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 4. baskı, 2006.
[19] Paul Lafargue, “Friedrich Engels ile İlgili Kişisel Hatıralar”, 12 Ocak 2021… https://trockist.net/index.php/2020/12/04/friedrich-engels-ile-ilgili-kisisel-hatiralar/
[20] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1967.
[21] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, çev: Oktay Emre, Sosyalist Yay., 1994.
[22] Friedrich Engels, Konut Sorunu, çev: Güneş Özdural, Sol Yay., 1992.
[23] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, çev: Oktay Emre, Sosyalist Yay., 1994.
[24] Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1967.
[25] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 2011.
[26] Friedrich Engels, Komünizmin İlkeleri, çev: Süleyman Ege, Bilim ve Sosyalizm Yay., 2002.
[27] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu, çev: Oktay Emre, Sosyalist Yay., 1994.
[28] Friedrich Engels, Anti-Dühring: Bay Eugen Dühring Bilimi Altüst Ediyor, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1966.
[29] Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, çev: Kenan Somer, Sol Yay., 1977.



