DerlediklerimizGüncel

DOĞAN ÖZGÜDEN | Tayyip’in Avrupa’daki Kızıl Elma’cı destekçileri…

Türkiye ve Macaristan savaş sanayileri arasında yapılan yeni anlaşmanın önemli bir özelliği, Macaristan'ın sadece Avrupa Birliği'nin değil, aynı zamanda Türkiye'nin başını çektiği Türk Devletleri Teşkilatı'nın da üyesi olmasıdır. 

“Terörsüz Türkiye” sürecinde hemen her gün yeni bir sürprizle karşılaşılırken, AKP-MHP iktidarının “Kızıl Elma” cihadı sadece Ortadoğu, Asya ve Afrika’da değil, Avrupa Birliği’nin bağrında da, özellikle savaş sanayii konusunda yeni kazanımlar kaydediyor.

Bu hafta Brüksel’de Türk Devleti’nin temsilcileriyle Belçika Savunma bakanı Theo Francken arasında savaş sanayii işbirliğini geliştirmek amacıyla bir toplantı yapılırken, Türkiye’ye tantanalı bir ziyaret yapan Macaristan Başbakanı Victor Orban ile de silahlanma konusunda yeni anlaşmalar imzalandı.

2026 yılı Mayıs ayında Belçika Prensesi Astrid başkanlığında Türkiye’ye gerçekleştirilmesi planlanan Belçika Kraliyet Ekonomik Misyonu öncesinde, iki ülke arasındaki iş birliği fırsatlarını değerlendirmek amacıyla Brüksel’de düzenlenen toplantıya Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) Uluslararası İşbirliği Daire Başkanı Ertaç Koca, Türkiye’nin Belçika Büyükelçisi Görkem Barış Tantekin, NATO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Basat Öztürk katıldı.

ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN ve TUSAŞ’ın da aralarında bulunduğu sekiz büyük silahlanma şirketinin temsilcilerinin yer aldığı toplantının ardından Belçika Savunma Bakanı Francken şu açıklamayı yaptı:

“Bizim Türkiye’ye ihtiyacımız var. Jeopolitik hakkında biraz bilgisi olan herkes, Türkiye’ye neden ihtiyaç duyduğumuzu bilir. Avrupa’daki konumu, ortaya koyduğu güç, bizim sahip olmadığımız askeri kabiliyetleri…

Aynı şekilde teknoloji alanındaki yenilikler ve sahip oldukları büyük şirketler bakımından da durum böyle. Bu nedenle Türk halkına, Türk sanayiine, Türk siyasetine ve Türk diplomasisine ihtiyacımız var. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin içinde olmadığı bir güvenlik senaryosuna inanmıyorum.”

Milliyetçi Flaman partisi N-VA’nın liderlerinden biri olan Francken’in bundan altı yıl önce milletvekili olarak sert şekilde eleştirdiği Türkiye’ye bugün savunma bakanı olarak bu denli övgüler düzmesinin ardında NATO üyesi ülkelerin silahlanma harcamalarını artırmasına destek hesabının yattığında kuşku yok.

Francken’in dayatmalarıyla silahlanma bütçesini güçlendirmek için emekçilerin sosyal haklarında ve kültürel alanlardaki harcamalarda sürekli kısıntılar yapıldığı için Belçika’nın tüm kentlerinde protesto gösterileri birbirini kovalamakta…

Francken bundan iki ay önce büyük bir askeri delegasyonla İstanbul’daki IDEF Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’na katılmış,  Türkiye savaş sanayiinin güçlenmesine büyük övgüler düzdükten sonra Ankara’ya geçerek Anıt Kabir’de Atatürk’ün mozolesi önünde diz çökmüştü.

Brüksel’de söz konusu toplantı yapılırken, Türkiye\de de Macaristan Başbakanı Viktor Orban ile savaş sanayii başta olmak üzere çeşitli alanlarda işbirliğine yönelik 16 anlaşma imzalandı. Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen ortak basın toplantısında Erdoğan “Havacılıktan güvenliğe, teknolojiden kültür ve eğitime münasebetlerimizin ahdi zeminini güçlendirecek muhtelif belgelerin imzasını gerçekleştirdik.

Avrupa’da değişen güvenlik koşulları dikkate alındığında savunma sanayii işbirliğimizi daha da ileri seviyelere taşıyacak ortak üretimi de öngören projeleri değerlendiriyoruz” dedi.

Türkiye ve Macaristan savaş sanayileri arasında yapılan yeni anlaşmanın önemli bir özelliği, Macaristan’ın sadece Avrupa Birliği’nin değil, aynı zamanda Türkiye’nin başını çektiği Türk Devletleri Teşkilatı’nın da üyesi olmasıdır.

Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi Türk dilinin farklı ağızlarını kullanan İslam ağırlıklı devletlerin yanı sıra Türkçe ile ve de İslam’la ilgisi olmayan Macaristan’ın da bu birlikte yer almasının anlamı nedir?

Wikipedia’nın verdiği istatistik bilgilerine göre, Macaristan’ın 10 milyona yakın nüfusu etnik açıdan % 94 Macarlar, % 3 Romlar, % 2 Almanlar, % 0,3 Slovaklar, % 0,2 Hırvatlar’dan, dinsel açıdan da % 54 Hristiyanlar, % 19 dinsel inancı olmayanlar, % 0,1 Museviler, % 0,1 Budistler’den oluşurken Türkler ya da Müslümanlar sadece % 0,06’lık bir azınlık oluşturuyor.

15 Nisan 2021 tarihli Artı Gerçek’te yayınlanan “Tanrı’nın kırbacından İslam’ın kırbacına…” başlıklı yazımda nedenlerini açıklamıştım:

Macar ulusunun Türk ulusuyla kan ve dil bağı bulunduğu, Türkçe gibi Macarca’nın da Ural-Altay dil grubuna ait olduğu bir tarih tezi olarak onyıllardır akademik çevrelerde hep tartışıla gelmiştir. Dahası, 5. yüzyılda Avrupa halklarına dehşet saçan Hun imparatoru Atilla, Türklerin tamamı gibi Macarların bir bölümü tarafından uluslarının en önemli atalarından biri olarak kabul edilmiştir.

Türkiye’deki ilk, orta ve lise eğitimimizde bizlere öğretilen en büyük Türk liderleri listesinde Mete Han, Alp Arslan, Osman Bey, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve Mustafa Kemal ile birlikte Atilla da mutlaka yer almıştır.

O kadar ki, Bülent Ecevit’in başbakan olduğu 1974 yılında Türk Ordusu’nun Kıbrıs’ın kuzeyini işgali operasyonuna da büyük bir iftiharla “Atilla Harekatı” kod adı verilmiştir.

Avrupa Birliği üyesi iki ülkeyle art arda yapılan bu görüşmeler ve anlaşmalar, yazının başında da belirttiğim gibi, AKP-MHP iktidarının ırksal referanslı Kızıl Elma operasyonun yeni bir aşamasını oluşturuyor.

Anımsayalım… Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’nin 2018 yılında Afrin kentine yönelik düzenlediği Zeytin Dalı Harekatı’na katılan bir asker, kendisine yöneltilen “İstikamet neresi?” sorusuna “Kızıl Elma” yanıtını vermişti. Tam da o günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir konuşmasında bu askerin sözlerini hatırlatıp, “Evet, bir kızıl elmamız var. Biz o hedefe doğru gidiyoruz” demişti.

Kızıl elma ile neyin kastedildiği tartışılırken bu kez Malazgirt Zaferi’nin yıldönümü nedeniyle Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı bir klipte Malazgirt muharebesinden İstanbul’un Fethi’ne, oradan Osmanlı dönemine çeşitli savaş ve fetih sahneleri canlandırılmış, günümüz Türkiye’sinin güvenlik güçlerinin görüntülerine de klipte yer verilerek 15 Temmuz 2016’da yaşananlar ile Ayasofya’nın ibadete açılmasına gönderme yapılmıştı.

Klipte “Malazgirt’te şahlanan Alparslan gibi / Zaferlerle tarih yazan ecdadım gibi / Çağ kapatıp çağ açan ceddimiz gibi/ Hedefimiz kızıl elma marş ileri” diye haykıran bir Kızıl Elma Marşı da yer alıyordu.

Mevcut iktidarın zaman zaman ilişkileri yumuşatmak için söylediği “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” sözleriyle kasdettiği Avrupa, hiç kuşkusuz AB Müktesebatı’nın öngördüğü Avrupa değil, 1071’de Malazgirt’te başlayıp, 1453’te Konstantinopl’ün, ardından Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin fethiyle doruğuna ulaşarak Viyana kapılarına dayanan Osmanlıfütuhatının tamamen İslami tahakküm altına almayı amaçladığı Avrupa’dır.

O Avrupa, Türk-İslam’cıların 21. Yüzyıl’daki “Kızıl Elma”sı olan Avrupa’dır.

İslam serdarı Erdoğan’ın Irak, Suriye, Libya, Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve en son Kafkasya fütuhatı ile kıtalar ötesi boyut kazanan Kızıl Elma fütuhatının daha ileri hedeflere ulaşabilmesinin ana koşulu hiç kuşkusuz Türkiye savaş sanayiinin giderek daha da güçlendirilmesidir.

Bu konuda müstakbel iktidar adayı CHP de şimdiki iktidar sahiplerinden geri kalmamaktadır. CHP’nin milli savunma politikalarından sorumlu genel başkan yardımcısı Yankı Bağcıoğlu

2 Eylül 2025’te yaptığı açıklamada da Türk savunma sanayiinin onlarca yıllık emeğin ve kararlılığın ürünü olarak küresel bir aktör haline geldiğini işaret ederek şöyle diyor:

“Baykar ve TUSAŞ tarafından geliştirilen İHA/SİHA’larımız dünya çapında bir marka olmuş ve 2024’te 7,1 milyar dolarlık savunma sanayi ihracatımızın büyük bir kısmını oluşturmuştur. TUSAŞ liderliğinde geliştirilen KAAN, 2024’te ilk uçuşunu gerçekleştirerek Türkiye’yi beşinci nesil savaş uçağı üretebilen seçkin ülkeler arasına taşımıştır. Merhum Oramiraller Vural Bayazıt ve Özden Örnek’in vizyonuyla başlatılan MİLGEM Projesi, milli korvet ve fırkateynlerin envantere girmesiyle Deniz Kuvvetlerimizi güçlendirmiştir. Çelik Kubbe Projesi, hava savunmamızı güçlendirecek ancak bölge ülkelerinin bu yönde yaptıkları hamleler dikkate alındığında çok geç kalınmış kritik bir adımdır. Gecikse de ALTAY tankı, FIRTINA obüsleri ve KORAL elektronik harp sistemleri, Kara Kuvvetlerimizin sahadaki etkinliğini artıracaktır.

“Milli savunma sanayinin sahiplenilmesi veya desteklenmesi, siyasi parti taraftarlığına indirgenmemeli; bu mesele siyaset üstü bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. TSK’nın her türlü tehdide karşı koyacak şekilde harbe hazır hale getirilmesini sağlamak Anayasanın 117’nci maddesi gereği yürütmeye verilen bir görevdir. Bu görevin yerine getirilmesi bir lütuf değil, anayasal bir zorunluluktur.”

Unutmayalım ki, CHP Genel Başkanı Özgür Özel de, 25 Ekim 2024’te Türk Havacılık ve Uzay Sanayini (TUSAŞ)’a yaptığı bir ziyarette “Burası Türkiye’nin gözbebeği bir kurum. Ben Kaan uçtuğunda ilk paylaşımları yapan ve burası ile nasıl gurur duyduğumuzu ifade eden siyasetçilerden bir tanesiydim. Tüm Cumhuriyet Halk Partililer, TUSAŞ’ın ve iştiraklerinin, TAİ’nin ve yapılan tüm projelerin arkasındadır” demişti.

En son 27 Kasım’da, 2026’nın Milli Savunma Bakanlığı bütçesi Meclis’in Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken söz alan CHP Ordu Milletvekili Seyit Torun, savunma sanayiinin Türkiye’nin ortak değeri olduğunu vurgulayarak şöyle diyordu:

“Savunma sanayiimiz Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, özellikle 1974’ten sonra Türk mühendisinin, askerinin, şehidinin, gazisinin alın teridir. Kimse ‘her şey bizimle başladı’ diyemez. Biz renkli televizyonumuz yokken dahi gemi yapan bir ülkeydik. 1980’lerde F-16 montaj hattını kurmuştuk. MİLGEM’in fikri temeli 1990’lara dayanıyor, TCG Anadolu’nun proje çalışmaları AKP’den önce başlamıştı.”

Bugünkü iktidarın iftihar konularından biri olan Altay Tankı projesinin aslında 1990’larda tasarlandığını, 2007’de başlatıldığını, 2012’de prototip üretildiğini hatırlatan Torun şöyle devam etmişti:

“Sonra ne oldu? Bugüne kadar seri üretim hâlâ başlamadı. Hükümetin tercihleri, hem TSK envanterini güçlendirecek bir sistemi geciktirdi hem de Türkiye’nin küresel tank pazarındaki fırsatları kaçırmasına yol açtı. Bugün Polonya, Norveç, Litvanya, Hollanda, Romanya modern tank alımlarını tamamladı. Biz ise hâlâ prototip gösterme aşamasındayız; vitrinde tank var ama envanterde yok… TF-2000 hava savunma muhribi 30 yıldır gündemde olduğu halde hâlâ gerçekleşmiş değil… Çelik Kubbe’nin tam olarak devreye alınması en azından 6–7 yıl sürecek… Mevcut güvenlik tehditleri göz önündeyken bu gecikmelerin ciddi riskler yaratmaktadır.”

Ana muhalefet partisinin savaş sanayiinin güçlendirilmesine verdiği bu desteğe karşılık, DEM Parti’nin 2026 bütçe kanunu teklifine düştüğü 222 sayfalık şerhte bütçenin Türkiye’nin derinleşen ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm getirmezken NATO’nun savunma harcamalarını Gayrisafi Yurt İçi Hasıla’nın yüzde 5’ine çıkartma kararına uyulmakta olmasının Türkiye ekonomisini daha da zorlayacağı ve güvenlikçi politikalarda ısrarın bölgesel barış perspektifini zayıflatacağı vurgulanarak şu haklı uyarıda bulunuluyor:

“2026 Bütçesi Kürt sorununda yaşanan demokratik ve barışçıl çözüm çabalarının yoğunlaştığı bir dönemde, bu gelişmelere duyarsız bir şekilde hazırlanmıştır. Oysa içerisinde bulunduğumuz dönem ve koşullar bu ezberlerden vazgeçmeyi zorunlu kılmaktadır. 2026 Bütçe tercihleri daha önce sürekli gerekçe olarak sunulan olağanüstü koşullar devam ediyormuş gibi, 1 Ekim 2024’ten bu yana olağanüstü gelişmeler yaşanmamış gibi, 27 Şubat Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yapılmamış gibi hazırlanmıştır.”

DEM Parti bu uyarısında tamemen haklıdır… “Terörsüz Türkiye” sürecini başlatırken 1071 Malazgirt Savaşı’nı Türk-Kürt kardeşliğinin başlangıcı olarak niteleyenlerin, aynı savaşı iktidardaki Erdoğan ve ortaklarının yıllardır ırkçı-islamcı Kızıl Elma fütuhatının başlangıcı olarak kutsadıklarını da bir nebze unutmamaları gerekir.

(Artı Gerçek, 11 Aralık 2025)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu