
ANF’de 19 Kasım 2025 tarihin de Fırat Dicle imzasıyla “Rojava sosyalizmin son durağı, demokratik sosyalizmin ilk adımıdır” başlığıyla bir makale yayınlandı. Makale, sosyalizm ve sosyalist devrimler ile Stalin başlıklarında çok ciddi yanlışlarla dolu.
Makalenin başlığından edinilen ilk izlenim, yazarın Rojava devrimi ve onun kazanımlarını anlattığı sanılsa da, yazı bir bütün olarak okunduğunda, başlık ile yazarın niyeti arasında büyük bir fark olduğu görülmektedir.
Yazar, “Rojava, bu inanç ve düşünce ile sosyalizmin son durağıdır. Ve Demokratik sosyalizmin ilk mekanı, ilk ayak izlerinin yeşerdiği yerdir. Sahrada vaha olan tek mekandır. Hegel’in sol diyalektiği anlayışı ile sosyalizmin inşasını gerçekleştiren Marksizm ve Leninizm, yaşanılacak bir dünyanın olduğunu gösterdi
Ancak Alman Filozof Hegel’in oluşturduğu diyalektik, iki farklı görüşün de temellerini atmıştı. Bir taraftan sağ Hegelcilik, Alman faşizmine ve daha sonraki dönemlerde ulus-devletleri oluşturan, faşizmi hortlatan düşünce ile pratiklere zemin yaratırken, sol Hegelcilik Marksizm’e, yani bir bütün olarak sosyalizme götüren bir anlayış ve pratiğin ortaya çıkmasına neden oldu.
Bunun için binlerce bedelle ve emekle yaratılan Marksist, Leninist ve Maoist devrimler sisteme, angaje olarak sistemin en büyük savunuculuğunu yaptı. Lenin’in Sovyetleri, Stalin’le beraber bir Sovyet faşizmine dönüşürken, Mao’nun komünizmi ise en büyük sermayedar ve kapitalist olarak dönüşüme zorlandı.Toplumsallıktan uzak bir sosyalizm, sistemin devamı olmaktan öteye gidemez.” (ANF Fırat Dicle) diyerek bilinen koroya katılmış bulunuyor.
Kürt Ulusal Hareketi, 27 Şubat 2025 tarihinden bu yana devletle başlattığı süreçle birlikte yeni bir paradigmayı benimsedi. Fırat Dicle’nin söz konusu makalesinin bu yeni paradigmanın bir izdüşümü olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Stalin şahsında sosyalizme yönelik makaledeki iddia ve tespitlere ilişkin görüşlerimizi ifade etmeye çalışacağız.
Troçki’ye yönelik mücadelede Stalin
Dünya’da bugüne değin en fazla saldırıya uğrayan komünist usta Stalin’dir. Bu saldırı üç cepheden yapılmaktadır. Birinci cephede emperyalistler gelmektedir. Emperyalist paylaşım savaşında Hitler ve müttefiklerinin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini yenilgiye uğratması beklenirken, Stalin önderliğindeki Kızıl Ordunun birçok ülkeyi işgalden kurtarıp, faşizmin burçlarına Kızıl bayrak dikerek savaşı sona erdirmesini emperyalistler hazmedemedi. Seksen yıldır bu saldırı hızından bir şey kaybetmeden devam ediyor.
İkinci saldırı ise Troçkist çevrelerden yapılmaktadır. İddia, Stalin’in Troçki’yi ülke dışında öldürttüğüdür.
Üçüncü saldırı ise bazı devrimci-demokratik-yurtsever çevrelerden gelmektedir. Bu çevreler, her ne kadar ilk iki kesim kadar olmasa da, fırsat buldukça Stalin’i masaya yatırmaktan geri kalmıyorlar.
Son bir yıldır da Stalin ve sosyalizme yönelik ideolojik düzlemde manipülasyon Kürt ulusal hareketinden gelmektedir. KUH, ‘sosyalizmden dersler çıkartma’ adına MLM’ye tavır almış bulunuyor.
Dönem dönem, demeç ve yazılarının aralarına ‘sosyalizmi savunmak’ vb. argümanları serpiştirse de, bunun esasa düşen bir tutum olmadığını biliyoruz.
Fırat Dicle, bu makalesinde sosyalizme yönelik ideolojik dezenformasyonu, “sosyalizmin savunulması” olarak maskelemeye çalışmaktadır. Sosyalizmin temellerine saldırarak, MML’yi revize ederek, sosyalizme saldırısını boyunu aşan bir zeminde yapmaktadır.
Proletaryanın büyük öğretmeni Stalin yoldaşı ”faşist” olarak ilan etmesi bunu gösteriyor. KUH, son bir yıldır içine girdiği sürecin doğrudan sonucu olarak sosyalizmi ”demokratik, reel” vb. gibi kavramlarla içini boşaltmaktadır.
Fırat Dicle bu makalesinde ideolojik düzlemde burjuvazi ile ayı dili konuşmaktadır.
Stalin’e yönelik en büyük çarpıtmalardan ve iftiralardan biri Troçki’ye karşı alınan tavırda karşılık bulmaktadır.
İddia Stalin’in Troçkiye yönelik mücadelede anti-demokratik bir yöntem kullandığıdır. Stalin’in eline tutuşturmaya çalışılan bu iddia, tarihi çarpıtmadır. Stalin, parti içinde demokrasiyi en fazla savunun bir önder olarak, hep birleştirici olmuştur.
MK içindeki “görüş ayrılıklarının tarihçesi üzerine” değerlendirmesinde şunları söyleyen bizzat Stalin’in kendisidir:
“Merkez Komitesi çoğunluğu içindeki iç mücadelemizin tarihçesine geçmek istiyorum. Anlaşmazlıklarımız neyle başladı? ”Troçki hakkında ne muamele yapılacağı” sorusuyla başladı. Bu 1924 sonundaydı. Leningradlılardan bir grup, başlangıçta Troçki’yi Partiden ihraç etme başvurusunda bulundu. Burada 1924 yılının tartışma dönemini gözönüne getiriyorum. Leningrad il Komitesi, Troçki’nin Partiden ihraç edilmesini talep eden bir karar kabul etti. Biz, yani MK çoğunluğu bununla hemfikir değildik. (”sesler: çok doğru”) ve biraz mücadelenden sonra, Leningrad’lı yoldaşları, kararlarından ihraca ilişkin paragrafı çıkartmaya ikna ettik. Bir süre sonra, MK plenum için bir araya geldiğinde ve Leningradlılar Kamenev’le birlikte ortaklaşa, Troçki’nin derhal Politbürodan ihracını istediklerinde, biz muhalefetin bu önerisiyle de hemfikir değildik. MK’da çoğunluğu elde ettik ve Troçki’ye Savaş işleri Halk komiserliği görevinden el çektirmekle yetindik. Ziyovyev ve Kamenev’le hemfikir değildik, çünkü budama politikasının bağrında Parti için büyük tehlikeler taşıdığını, budama yönteminin, kan akıtma yönteminin -ve onlar kan istiyordu- tehlikeli ve bulaşıcı olduğunu biliyorduk.” (Stalin cilt 7sf 303-304 İnter yayınları)
Troçki’nin, ihaneti ispat edilip sürgün edilene kadar defalarca af edildi. Partiden ayrılıp gittiğinde onu partiye kabul edenlerden biri de Stalin’di. Daha fazla ileri gitmemesi için sürekli kazanılmaya çalışıldı.
Buna karşın Troçki, her fırsatta Sovyetlere düşmanlık etmekten geri kalmadı.
Sovyetlere karşı uluslararası saldırı, şanlı 1917 Ekim Devriminden hemen sonra başlamış ve bu karşı-devrimci komplo sabotajlar ve içten yıkma girişimleri her defasında bastırılmış ve karşı-devrimci örgütler açığa çıkartılarak mahkûm edilmiştir.
2.emperyalist paylaşım savaşından sonra ise Kızıl ordunun gösterdiği başarılar ve bir dizi demokratik cumhuriyetin doğması ve Sovyetlerin giderek güçlenmesiyle Sovyetler Birliği emperyalistlerin baş düşmanı haline geldi.
Fransa, ABD, Almanya ve İngiltere bu hummalı karşı saldırının başını çeken devletler durumundaydı. Sovyetler’in başında bulunan büyük usta Stalin ise karşı-devrimin hedefiydi. Stalin’in gitmesi Sovyetlerin düşmesiyle eş anlamlı bir durumdu.
Stalin’nin muhaliflerini ekarte ettiği koca bir yalandır:
“Troçki Lenin’in ölümünden hemen sonra açıkça iktidar talebinde bulundu. 1924 Mayısındaki Parti Kongresinde Stalin’in değil kendisinin Lenin’in halefi olarak kabul edilmesini istedi. Kendi müttefiklerinin tasfiyesine rağmen sorunu oylanması için zorladı. Kongredeki 748 Bolşevik delege Stalin’in genel sekreter olarak kalmasına ve Troçki’nin kişisel iktidar mücadelesinin mahkum edilmesine oy birliğiyle karar verdi’’ ( Büyük Komplo Sayfa 192 Yurt yayınları)
Stalin her zaman tüm yetkileri elinde toplayan tek lider kültüne karşı çıkmıştır. Parti içinde her zaman bir fikir mücadelesi yaşanacağını ve partinin de ancak böyle gelişeceğine inanan bir ustaydı. Keza savaş sonrasında Sovyetlerin ekonomide hızla gelişmesi, Stalin’in önderliğinde partinin doğru planlaması ve halkın gösterdiği büyük fedakarlıklar sayesinde olmuştur.
Kızıl Cumartesiler buna örnektir.
Sovyetler’de bir karşı devrim hareketine dönüşen Troçkistler emperyalistlerce sürekli olarak desteklenmiş ve arka çıkılmıştır. Öyle ki emperyalistler Troçki’den ‘’Rusya’nın Kızıl Napolyon’u’’ olarak bahsediyorlardı.
Bu desteği arkasına alan Troçki´nin 7 Kasım 1927’de ilk karşı devrimci ayaklanması Bolşeviklerce bastırılmıştır. Troçki bu tarihten sonra boş durmamış ve faaliyetlerine devam etmiş, bundan dolayı da 1929’da yargılanmış ve sürgün edilmiştir.
Troçki yaşamı boyunca hiçbir zaman tutarlı bir çizgi izlemedi. Ölünceye kadar Sovyetlerin düşmanı oldu. Devrim sonrasında, Sovyetleri dört bir yandan kuşatan emperyalist güçler arasındaki çelişkiden yararlanan Lenin’in, Almanya’yla imzaladığı Brest-Litovsk anlaşmasını sabote eden yine Troçki oldu.
Lenin ve Stalin tek ülkede sosyalizmin zaferi mümkün derken Troçki buna karşı çıktı. “Rusya’da devrim mümkün değil” diyerek Kamanev ve Zinovyev’le aynı saflarda yer aldı. Devrimden yıllar sonra Troçkist Isaac Deutscher, ‘Stalin’ adlı eserinde bu sorunu çarpıtarak Troçki’yi aklamaya çalışmış, tüm Stalin düşmanları da bu Troçkist yazarın yalanlarını kendilerine dayanak yapmışlardır.
Troçki devrim sonrasında özelikle de Stalin’in parti tarafından Lenin’inin yerine seçilmesiyle her fırsatta sosyalizme, proletarya diktatörlüğüne saldırmıştı.
Troçki’ye göre işçi sınıfı ile köylülük arasındaki ittifak artık zamanını doldurmuştu. Köylülüğe güvenmek hatalıdır. Köylülük tutarsız ve güvenilmez bir sınıftır. “Eğer batıdaki bir devrim Sovyetlere zamanında yardıma yetişmezse proletarya diktatörlüğü ayakta kalamaz “ diyerek devrime karşı çıkmıştır.
Troçki NEP (Yeni Ekonomik Politika) karşı çıktı. Sabote etmeye kalktı. NEP’in atlanarak doğrudan “ağır sanayiye’’ geçilmesinin propagandasını yaptı. Troçki’nin bu tezi kabul edilmiş olsaydı Sovyetler bir yıl geçmeden açlıkla yüz yüze gelecek ve devrim bütünüyle tehlikeye girecekti.
Stalin NEP’i ustaca uygulayarak bu geçiş dönemini yürüttü. Zamanı geldiğinde de Kulaklar’ı tasfiye etti.
Yakın tarihte Stalin’e karşı ikinci büyük saldırı 1985 yılında Sovyet maskeli Rus Sovyet Emperyalizminde Gorbaçov’un iş başına gelmesinden sonra yeniden başladı.
Neydi bunlar?
Yeminli Stalin düşmanlarına göre, Stalin “Cani’’, “diktatör’’ vb. idi. Stalin milyonlarca masum insanı öldürmüş, suçsuz insanları Sibirya kamplarına sürmüş, haksız yargılamalar yapmıştı. Öyle ki, Sovyetler Birliği arşivleri olarak raflardan indirilen her dosya da Stalin’in yeni ‘suçları’ belgeleniyordu!
Karşı devrimci çevreler Stalin şahsında sosyalizme, proletarya diktatörlüğüne ve sosyalizmin kazanımlarına saldırdılar.
Sosyalizmin eksiklerini eleştirmek ile sosyalizme cepheden saldırmak aynı şey değildir. Dünyanın ilk sosyalist ülkesi Sovyetler de birçok hususta eksikler, yanlışlar olduğu doğrudur. Bu durum toplumsal gelişmenin doğasına da uygundur.
Kuşkusuz Stalin bu ilk sosyalist ülkenin önderi olarak hatalar yaptı. Ne var ki burjuvazinin ve onun sözcüsü ideologların amacı bu eksikleri sonraki kuşaklar daha iyisini yapsın diyerek eleştirmek, analiz etmek değildi.
Burjuvazi ve sözcüleri, Stalin şahsında sosyalizme, onun kazanımlarına ve kapitalizme karşı bir alternatif sistemin var olma ihtimaline saldırıyorlar.
Stalin döneminde, sanayileşmede, tarımda muazzam ilerlemeler yapıldı. Açlığa son verildi. Sağlık tüm Avrupa ülkelerinden daha ileri düzeydeydi. Eğitim bilimsel ve herkese açıktı. Sovyetler de, kadınlar özgürlüklerine kavuşarak, üretimde yerlerini aldılar. Açılan kreşlerle kadın, çocuk bakmaktan kurtuldu.
Kruşçev’in 1956 yılında iş başına gelmesi, revizyonizmin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte sosyalizm adım adım tasfiye edildi ve bugünlere getirildi. Brejnev, Yeltsin, Gorbaçov ve bugün Putin Rusya’sının durumu ortadadır.
Sosyalist bir ülkeden emperyalist bir ülkeye gelip demirleyen Rusya, işgalci bir emperyalist güç olarak, dünya haklarının düşmanı konumundadır.
Stalin ve 1936 yargılamaları
Karşı devrimci odakların yargılandığı 1936 duruşmaları ve buradan çıkan sonuçlardan Stalin sorumlu tutuldu.
Sosyalist bir devletin kendisini karşı devrimcilerden koruma onları yargılama ve cezalandırmasını Stalin’in ‘’despotluğuyla’’ açıkladılar. Tüm halka açık yapılan ve radyolardan dinlenen bu yargılamalar sırasında itiraflarda bulunanların Sovyetlere karşı nasıl bir düşmanlık içinde oldukları bilinmesine rağmen, Troçkistlerin korosuna katılanlar aynı türküyü bugünde söylemeye devam ediyorlar.
Yargılananlar, siyasal mücadeleyle başaramadıklarını entrika ve komplolarla, sabotaj ve silahlı saldırılarla yapmaya başladılar. Troçkistler, Zinovyevistler, Buharinciler, bu karşı devrimci odakların başını çekiyorlardı. Alman, İngiliz, Fransız emperyalistlerinin doğrudan desteğiyle Sovyetleri içeriden çökertmeye çalışan bu karşı devrimci odakların yargılanmasını mahkûm etmeye çalışanları tarihin nasıl mahkum ettiği, duruşmalar sırasında netleşti.
Alman emperyalizminin 5. Kolu olmayı kabul eden Troçki, faşist Almanya’nın Sovyetlere saldırısıyla iktidara geleceklerini umuyorlardı. 1 Aralık 1934 yılında Sergey Kirov bu hayalle katledildi. Kirov Stalin’in en yakın çalışma yoldaşıydı. Onu katleden Nikolayev yargılandığında “kurşunumuz ülke içerisinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne ve Sovyet hükümeti’ne karşı bir patlamanın bir isyanın işareti olmalıydı” diyecekti. ( Michael Sayres, Albert E.Kahn, Büyük komplo s. 239)
“Zinovyev, 1932 baharında Kamanev, Bakyev, Yedimov ve Karev’le beraberken Bakayev’e Stalin’e karşı terör eylemi ve Karev’e de Kiraov’a karşı terör eylemi örgütleme görevi verdim” diyerek suçunu itiraf ediyordu. (Moskova yargılamaları s47)
Bu yargılamalar başından sonuna kadar açık yapılmıştır. Birçok emperyalist ülke büyük elçileri de bu duruşmaları izlemiş ve anılarında yargılamaların oldukça şeffaf olduğunu, hiçbir baskı ve işkence ve zorla itirafa rastlamadıklarını dile getirmişlerdir.
Duruşmayı bizzat izleyen Strong, “…. ben mahkeme de günler boyunca bu öykünün gelişme aşmalarını seyrettim. Suçlananlar düpedüz konuşuyorlardı ve hiç bir işkence izi taşımıyordu.” (Anna Lousise Strong, Stalin dönemi s 93)
1936- 1937, 1938 yılı yargılamalarını sonradan analiz eden Strong, ‘Stalin Dönemi’ adlı kitabında şunları yazıyor:
“Bana gelince. Sanıkları çoğu kez birkaç metre yakından dinledim. Bir zamanların devrimci liderlerinin birer hain haline gelmeleri süreci bana akla uygun geldi.”
Tüm bunlar ve daha fazlası, Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin emperyalist ülkelerin desteğiyle nasıl yıkılmak istediğini gösteriyor.
Kanla ve canla kazanılan bir iktidarın kolayca karşı devrimcilere kaptırılmayacağını herkes bilir. Stalin’e “faşist’’ diyen Fırat Dicle, bunları bilmiyor olamaz.
(Devam Edecek)



