
Fransa 1989 Temmuzunda büyük devrimin 200. yıldönümüne hazırlanırken, Sovyetler Birliği ve müttefiklerinin oluşturduğu sosyalist kampın terminal aşamada olduğu artık alenen görülmeye başlamıştı.
Burjuvazi, kendi siyasal iktidarının zaferini ilan eden devrimi gösterişle kutlarken, bozguncu eylemlerinin sonuçlarının bilgisi ve vahşi sınıf savaşlarında olgunlaşmış keskin sezgisiyle, işçi sınıfının ilk iktidar deneyiminin yenilgisi için de havai fişekler patlatıyordu. İdeologları kısa süre içinde ‘tarihin sonu’nu ilan etti.
Sermaye diktatörlüklerinin liberal ve faşist, sosyal refahçı ve sömürgeci-emperyalist bin bir suratına tanıklık etmiş 20. yüzyıl; işçi sınıfının, son noktada bir ‘tarihi sapma, arızi ve geçici bir zorlama’ ilan edilen devrimci pozisyonunun tıkıştırıldığı bir tabut gibi gömüldü.
Mukadder ve muzaffer sermaye düzeni bir sonraki yüzyıla erkenden sıçramış, 21. yüzyıl, piyasa tahakkümü ve ilişkilerinin, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve emek sömürüsünün, doğal ve değiştirilemez eşitsizliklerin sonsuza dek süreceği yeni dünyanın süslü beşiği gibi karşılanmıştı. Artık bin yıllar ile konuşuyorlardı.
Bu bir ‘altın çağ’dı; mali ve sınai sermayenin altın çağı…
2025’ten çıkarken sadece bir yılı değil, o 21. yüzyılın ilk çeyreğini de arkamızda bırakıyoruz. Bu yüzyıl, onu da mülk edinmeye kalkan mülk sahibi sınıfların ve bunların siyasal iktidarlarının, ulusal, bölgesel ve küresel diktatörlüklerinin, gezegenin her yerinde sarsıcı meşruiyet krizleriyle karşı karşıya olduğu bir yüzyıla dönüştü bile.
ABD, İngiltere, Almanya, bütün bir Avrupa, Rusya, Japonya… İktisadi açmazların, durgunluğun, açık ve örtük savaşların, çıkmaza sürüklenmiş sorunların ortasındalar.
Artık dikiş tutmayan küresel düzen için kendi iktidarlarını berkitecek bir dönüşüm ararken, geçmişin sandıklarını karıştırıyorlar. ‘Korumacılık’, ‘ulusal pazar’, ‘gümrük duvarları’, sallanan neoliberal temellerin arasından birer hayalet gibi dışarı uğruyor. Faşist siyasal argümanlar, ırkçılık, hemen her yerde burjuva hukukun da kolaylıkla ayaklar altına alınabildiği norm dışı devletler…
Tekelci burjuvazi iktidarını sürdürmek ve tekinsiz bir karanlığa yuvarlanmamak için geçmişin öte berisinden kendisine güncel bir zırh arıyor; üstelik karşısında örgütlü, birleşik ve kendi için sınıf gövdesine sahip bir proletarya yokken –henüz yokken.
Tek tek kapitalistler, büyük kapitalist devletlerin yönetim aygıtlarına bizzat katılıyor; tekeller siyasal alana doğrudan giriyor. ‘Tekno feodalizm’, ‘aşırı sağ’, ‘otoriter yükseliş’ gibi kavramlarla yürütülen tartışmaların zemini de bu tekinsiz ortamdır.
Yüzyılın ilk çeyreğine küresel düzeyde damga vurmuş ve 2025 boyunca da güçlenmiş bulunan olgu, 90’larda sonsuzluğa iliştirilen uluslararası emperyalist sistem, tek tek ülkelerdeki serbest pazar düzeni ve burjuva toplumunun gerilemesi; büyük fiziki gücüne, vahşi savaş ve yıkım kabiliyetlerine, tüm gözü dönmüşlüğüne rağmen küreselci hegemonyanın aşınması; bu düzenin milyarlarca insan nezdinde giderek daha fazla gayrimeşru hale gelmesidir.
***
Neoliberal küreselleşme, dünyanın her yerinde egemen sınıfların işçi sınıfı ve tüm ücretli emeğe karşı saldırısıyla başladı ve sürdü. İstisnası yoktur. İstisna olmaya çalışanlar bu egemen sınıfların silahlı güçlerinin geniş koalisyonlarıyla hedef alınmış, imha edilmiş ya da ölümcül yaralarla sakat bırakılmıştır.
Türkiye’de de 21. asrın en belirgin yanı emeğe, onun sınırlı da olsa kazanımlarına, toplumsal ve siyasal varlığına yönelik imha saldırılarıdır. AKP, şimdi ‘koalisyonlar dönemi’ diyerek küçümsediği dönemin tereddütlerini taşımayacağı garantisi vererek aldığı ihaleyi 23 yıldır yürütüyor.
2025 bu yürütme kapsamında, ücretli emeğin ve halkın tüm kesimlerinin şiddetle yoksullaştığı, en temel geçim aralarına, gıdaya, sağlık ve eğitime ulaşmakta daha çok zorlandığı bir yıl oldu. 2024 sonunda, asgari ücrete ‘hedeflenen enflasyon’a endeksli olarak yapılan yüzde 30’luk zam, bir kırmızı çizgi olarak tüm toplu sözleşmelerin ve ücret pazarlıklarının kırmızı çizgisi olarak çekildi.
Yılın ilk aylarında özellikle ülkenin güney ve doğusunda, Antep’te tekstil işçilerinin eylemleri vardı. Devlet ve sermaye buna şiddet yoluyla karşılık verdi. İşçilerin sendikasının başkanı ve önderi Mehmet Türkmen tutuklandı, eylemler polis zoruyla dağıtıldı.
Oysa 2025’e girilirken, cumhurbaşkanlığı tarafından yasaklanmasına rağmen fiilen sürdürülen ve yüzde 30 dayatmasını yırtan metal grevleriyle girilmişti.
Birleşik Metal İş sendikasına üye iş yerlerindeki başarılı grevler, yıl boyu sürecek mücadeleler açısından moral verici ve yol gösterici nitelikteydi. Antep işçi sınıfının bunu takip eden hareketliliği geniş ölçekli bir sınıf dayanışmasıyla beslenemeyince ivme kaybedildi.
Özellikle kamu işçilerinin ve kamu emekçilerinin yaz aylarında bağıtlanacak toplu sözleşmeleri öncesi sendikal bürokrasinin oyalama ve sindirme taktikleri, tek tek işçilerin bu bürokrasiye yönelik büyük tepkilerine rağmen iş gördü.
Sendikalar, kamu işçilerinin beklentileri konusunda yasak savma kabilinden bile harekete geçmediler. En fazla heyecanlandıkları an, bunu dile getirdiğimiz için gazetemize yönelik haksız ithamlarda bulundukları ‘öfkeli’ konuşmalarını yaptıkları anlar oldu. Ama sefalet ücretine mahkum olmasına ön ayak oldukları işçiler açısında bir yıl önceye göre bile çok daha fazla itibarsızlar.
Kamu işçilerine dayatılan toplu sözleşme ve sendikal bürokrasinin buna ortaklığı, tüm emekçilerin ücret pazarlığı gücü ve mücadele azmini zayıflatan bir faktöre dönüştü. 2025’in başlıca olgularından biri de budur.
Fakat 2025 nasıl metal sektöründeki grevlerle başladıysa, yine metal sektöründe grev ve MESS grup sözleşmesine yönelik, giderek dozu yükselen bir itiraz ve mücadele eğilimiyle sona eriyor.
Ülke çapında bir genel ücret haline gelmiş asgari ücretin sefil durumu, bu yıl öncekilerden daha büyük bir tepkiyle karşılandı. Yılların kalıntısıyla iktidara ve özel olarak da Erdoğan’a ‘kredi’ açan kesimlerin de giderek daha fazla ümidi kestiği, Saray iktidarının iktisadi anlamı konusunda daha berrak bir bakış edindiği görülüyor.
Halkın büyük yoksullaşması, borçluluk, geleceğe dair ümitsizlik ve kaygı, siyasal tercihleri etkilerken, bu yöndeki değişim arayışları da hukukun sopa olarak kullanıldığı Saray zoruyla karşılanıyor.
Yılın henüz üçüncü ayında İstanbul Belediye Başkanı ve Erdoğan’ın müstakbel en güçlü rakibine karşı girişilen yargı taarruzu; ana muhalefet başta olmak üzere, iktidarın siyasal çevrimine katılmayan tüm kesim ve kurumları hedef almaya yatkın ve bunu neredeyse açıkça ilan eden bir siyasal-yargı düzeninin marifetiyle oldu.
O siyasal-yargı düzeneği, bir süredir de ülkenin tanınmış simalarına, ekran yüzlerine, vaktiyle kendileriyle yol yürümüş eski dostlarına, seri halde operasyonlar çekiyor. Sıkışmış ve yeni çıkış yolları arayan iktidarın ve onun gelecekteki yönetim mimarisinin ihtiyaçları ve rekabeti doğrultusunda yürütülen bu operasyonlar, hem “herkese dokunacak kadar güçlüyüz” kabadayılığını yürütüyor ama hem de ülkedeki çürümüşlüğün ayak izlerinin iktidar mahfillerine uzandığını da kaçınılmaz olarak gösteriyor.
Uyuşturucu ve fuhuş operasyonları, fondaki yırtıcı iç siyasal rekabetle birlikte Beştepe’deki Saray’ın odalarına uzanıyor, ‘propaganda bakanlığı’nın kapısını çalıyor…
Tüm bu tablo, iktidarın meşruiyet arayışını artırıyor. Tıpkı dünyadaki muadilleri gibi.
2025 tüm dünyada, kendi halklarının rızasıyla ayakta kalma seçenekleri zayıflayanların güç gösterileriyle geçti. Soykırımın, savaşların, çocuk işçiliğin, kadınlara karşı barbarlığın, devlet sopalarının, boğulan özgürlüklerin de yılı oldu böylece.
O halde 2026 meşruiyetin ‘nerede’ olduğu ve ‘kimden’ alınacağını gösteren bir mücadele yılı olmalı…
( Evrensel. 28 Aralık 2025)



