GüncelMakaleler

 AÇIKLAMA | “Savaşın, Sömürünün ve Faşizmin Karşısında: İşçi Sınıfı Ayağa, Halklar Direnişe!”

 Proletarya Partisi Merkez Komite 1 Mayıs’a ilişkin bir açıklama yayınladı; “örgütlü bir halkın faşizmi yeneceği inancıyla birleşik mücadelenin zamanıdır”

TKP-ML MK, 1 Mayıs’a ilişkin yaptığı açıklamada,  “Her fabrikada, her mahallede, her okulda, örgütlü bir halkın faşizmi yeneceği inancıyla birleşik mücadelenin zamanıdır” vurgusu yaptı.

MK açıklamaya, “Emperyalist-kapitalist sistem, tarihsel krizinin en derin halkalarından birinin içinde bulunuyor. Kapitalist üretim tarzının süreklilik arayışı, bir yandan emperyalist ülkelerde büyüyen toplumsal eşitsizliklere, diğer yandan ise sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde vahşi sömürü politikalarının derinleşmesine yol açıyor. ABD’den Almanya’ya, Rusya’dan Çin’e kadar büyük emperyalist güçler, ekonomik, siyasi ve askeri olarak hegemonya savaşlarının girdabında yer alıyor. Sermaye birikiminin tıkanması, pazarların daralması ve üretim fazlası, sistemin iç çelişkilerini daha da keskinleştiriyor. Bu çelişkiler, geçici “istikrar” görüntüleri arkasında, yeni bir dünya paylaşımının kanlı zeminini örüyor

D.Trump’ın yeni gümrük tarifelerini açıklamasıyla el yükselttiği emperyalist güçler arasındaki ticaret savaşları, emperyalist bloklar arasındaki gerilimi yükseltiyor. ABD’nin Çin’e uyguladığı yüksek tarifeler ve Çin’in buna karşılık olarak geliştirdiği ekonomik stratejiler, küresel tedarik zincirlerini sarsmaya ve dünya ekonomisini altüst etmeye aday gelişmelerdir. Bu durum, elbette öncelikle ve özellikle sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki işçi sınıfının durumuna etki etmektedir.” şeklinde dünyadaki duruma dair vurgularla başladı.

Açıklamanın devamında, “Uzun bir süredir ifade ettiğimiz gibi, Ukrayna ve Filistin, Suriye vd. üzerinden şekillenen vekâlet savaşları, dünya çapında büyüyen savaş tehdidinin sadece başlangıcıdır. NATO’nun genişleme hamleleri, Rusya’nın buna karşı Ukrayna’yı işgal saldırısı, Çin’in Pasifik’teki ve giderek tüm dünyadaki yükselişi, Orta Doğu’nun yeniden dizaynı…

Tüm bu gelişmeler, emperyalist kamplar arasındaki gerilimin sıcak çatışmalara evrildiğini gösteriyor. Birinci ve İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesindeki kimi gelişmeleri anımsatan bu süreç, dünya halklarını yeni bir dünya savaş tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Emperyalist bloklar, kendi krizlerini çözmek için halklara ölüm ve yıkım dışında bir şey vadetmiyor.

Orta Doğu’da süregelen çatışmalar, bölgedeki halklar için yıkıcı sonuçlar doğurmaya devam ediyor.

Yemen’de, ABD-İngiltere-İsrail’in yürüttüğü saldırılar, sivil halkın yaşamını tehdit etmektedir. İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sonucu yaşamını yitirenlerin sayısı 50 bini aşarken İran ile artan gerilim, bölgedeki istikrarsızlığı daha da derinleştirmektedir. Bu çatışmalar, emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda şekillenmekte ve Orta Doğu halklarının acılarını ve kayıplarını büyütmektedir.​

Küresel silahlanma yarışı, emperyalist rekabetin bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. ABD, dünya silah ihracatının %43’ünü gerçekleştirerek bu alandaki liderliğini sürdürürken, Avrupa ülkeleri de silah ithalatlarını artırarak bu yarışa katılmaktadır. Tüm bu silahlanma yarışı, işçi sınıfının ezilen halk kitlelerinin daha fazla yoksullaşması, ücretlerinin kısıtlanması, fabrikaların kapatılması, işsizliğin çığ gibi büyümesi, sosyal hizmetlerin sıfırlanması pahasına yaşama geçirilmektedir”  denildi.

Irkçılık ve yabancı düşmanlığı, emperyalist-kapitalist sistemin krizine verdiği en tehlikeli tepkilerden biri olarak birçok ülkede sistematik biçimde büyütüldüğü vurgulandığı açıklamada, “Almanya, Fransa, Hollanda ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinde göçmen karşıtı partiler –AfD, RN, PVV, Meloni’nin partisi gibi– seçim başarıları kazanmakta ve hükümet politikalarını belirleyecek ölçüde güçlenmektedir. Almanya’da 2023 yılı boyunca ırkçı ve İslamofobik saldırılar %22 oranında artmış, mülteci yurtlarına yönelik kundaklamalar yeniden gündeme oturmuştur. Fransa’da 2024 başında yürürlüğe giren “göç yasası”, birçok göçmenin ikamet ve sosyal yardım haklarını ciddi biçimde kısıtlamıştır.

ABD’de ise yalnızca D.Trump’ın değil, J.Biden yönetiminin de göçmen sınır politikaları, Latin Amerikalı emekçileri kriminalize eden bir çizgide devam etmektedir. Florida ve Teksas gibi eyaletlerde uygulamaya konan göçmen karşıtı yasalar, polis şiddetini ve sınır dışı tehditlerini artırmakta; sistematik ırkçılığı daha da görünür kılmaktadır. Tüm bu nedenlerle 1 Mayıs 2025, sadece ekonomik taleplerin değil, aynı zamanda anti-emperyalist mücadelenin de bayrağını yükseltme günüdür” şeklinde sona erdi.

“Savaş, Silahlanma ve Irkçılığın Gölgesinde İşçi Sınıfı”

Açıklamaya “İşçi sınıfı, küresel ölçekte tarihsel bir eşikte durmaktadır. Pandemiyle birlikte daha da görünür hâle gelen sınıfsal eşitsizlikler, milyonlarca emekçiyi sefalete ve güvencesizliğe mahkûm etti. Teknolojik gelişmeler, otomasyon ve dijitalleşme gibi araçlarla sermaye, sömürü mekanizmalarını derinleştirirken; sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma ve esnek çalışma modelleriyle işçi sınıfının örgütlü gücünü parçalamaya çalışmaktadır. Ancak dünya çapında yükselen grev dalgaları, emekçilerin bu saldırılara boyun eğmeyeceğini gösteriyor. Fransa’dan Güney Kore’ye, Arjantin’den Kenya’ya kadar işçi hareketi çeşitli düzeylerde sokağa taşıyor.

Halklar da benzer bir sömürü ve baskı zinciriyle kuşatılmış durumda. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı, emperyalistler tarafından sistematik olarak gasp ediliyor; göçmenler, kadınlar, gençler ve ezilen halklar hem ekonomik hem de kültürel düzeyde çok yönlü saldırı altındalar. Bu koşullar, birleşik bir halk cephesi oluşturmanın, emekçilerin ve ezilenlerin ortak mücadele zeminini kurmanın tarihsel zorunluluğunu ortaya koyuyor. Parçalı direnişlerin birleşik devrimci bir hatta kavuşması, sadece günümüzün değil, geleceğin de temel görevidir.

Bu tabloda 1 Mayıs, yalnızca bir anma günü değil, devrimci örgütlenmenin, birleşik sınıf mücadelesinin ve halkların enternasyonalist dayanışmasının yeniden yükseltilmesi gereken bir mücadele çağrısıdır. Krizin ve savaşın girdabındaki bu dünya, ancak işçi sınıfı önderliğinde örgütlü halkların ortak müdahalesiyle değiştirilebilir. Kapitalizmin çürüyen yapısına karşı sınırsız-sınıfsız-sömürüsüz bir dünya hedefini büyütmek; bu 1 Mayıs’ta sadece görev değil, bir varoluş meselesidir.

Tüm bu gelişmelerin faturası, işçi sınıfı ve ezilen halklara kesilmektedir. Emperyalist politikalar, ekonomik krizleri derinleştirmekte, sosyal hakları tırpanlamakta ve yaşam koşullarını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, 1 Mayıs 2025, sadece bir anma günü değil, aynı zamanda emperyalist sisteme karşı işçi sınıfı önderliğinde birleşik ve örgütlü bir mücadelenin yükseltilmesi gereken bir gündür.” Sözleiyle devam etti.

 

“Türkiye’de Faşist Rejimin Derinleşmesi ve İşçi Sınıfının Kuşatılması”

Açıklama şu şekilde devam etti:

Türkiye’de işçi sınıfı ve ezilen halklar, sadece kapitalist sömürü düzeniyle değil, aynı zamanda kurumsallaşmış bir faşist diktatörlükle karşı karşıyadır. AKP-MHP iktidarı eliyle yürütülen bu baskı rejimi, sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda devletin tüm aygıtlarını yeniden yapılandırılmıştır. Sendikalaşma, grev, basın özgürlüğü ve kitlelerin protesto hakkı sistemli biçimde bastırılırken, işçi sınıfı örgütsüzleştirilmeye, AKP-MHP iktidarı karşısındaki her çeşit muhalefet azgın bir terörle sindirilmeye çalışılmaktadır.

Faşist diktatörlüğün politikaları, sadece baskı mekanizmalarıyla sınırlı değildir. Aynı zamanda halklar arasındaki düşmanlık körüklenerek, gerçek sorunların üzeri örtülmeye çalışılmaktadır. “Terörsüz Türkiye” adı altında Kürt halkına yönelik imha ve inkâr politikası sürmekte; belediyelere kayyumlar atanmakta, seçilmiş temsilciler zindanlara gönderilmektedir. Kadınlar, LGBTİ+lar, göçmenler ve Aleviler sistematik bir ayrımcılıkla karşı karşıya bırakılmaktadır. Toplumsal muhalefetin her bileşeni ya kriminalize edilmekte ya da güvenlikçi politikalarla tehdit edilmektedir. Faşist ideolojinin kurumsallaşmasıyla birlikte, toplumsal kutuplaşma bir devlet politikası hâline getirilmiş, halk düşmanlaştırılarak yönetilmeye çalışılmaktadır.

Dış politikada ise NATO’nun sadık üyesi Türk devleti, emperyalist güçler arasında manevra yapma yeteneğini giderek kaybetmiş, ancak hem kendi iktidarını sürdürme hem de bölgesel bir güç olma iddiasını sürdürmektedir. Hala kısık sesle de olsa dillendirilen “çok yönlü diplomasi” söylemi gerçekte, Türkiye’nin hem ABD-İngiltere öncülüğündeki emperyalist kamp içindeki konumunu pekiştirmeye hem de iç politikadaki krizleri örtmeye yöneliktir. Libya’dan Suriye’ye, Kafkaslar’dan Afrika’ya kadar birçok coğrafyada yürütülen askeri faaliyetler, halkın sırtına yüklenen ekonomik ve siyasal maliyetlerle yürütülmektedir. Türk devleti, özellikle Orta Doğu’daki savaşların ve işgallerin suç ortağıdır.

Tüm bu baskı ve saldırı ortamında, Türkiye’de işçi sınıfı tarihsel düzeyde bir yoksullaşma ile karşı karşıyadır. TÜİK’in manipülatif verileri bile bu gerçeği gizleyememektedir: Gıda fiyatlarında yıllık artış %80’in üzerindedir. Asgari ücret, açlık sınırının dahi altına düşmüştür. DİSK’in 2025 başında yayınladığı rapora göre, her dört işçiden biri yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Reel ücretler 2021’e kıyasla %35 erimiştir. Kiralar ortalama ücretin %60’ını aşarken, kredi borcu olan insan sayısı 40 milyona dayanmış durumdadır.

Yüksek enflasyon ve artan yoksulluk, halkın yaşam standartlarını ciddi şekilde düşürmüştür. Hükümetin sosyal yardım harcamalarını artırmasına rağmen, bu yardımların reel değeri enflasyon karşısında erimiş, yaklaşık 20 milyon kişi sosyal yardımlara bağımlı hale gelmiştir. Ayrıca, işsizlik oranının resmi olarak %8,6 seviyesinde olmasına rağmen, iş aramaktan vazgeçenlerin sayısındaki artış, gerçek işsizliğin daha yüksek olduğunu göstermektedir.

Burjuva klikler arasındaki çatışmada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart 2025’te tutuklanması ve ardından gelen protestolar, hükümetin her türden muhalefete karşı toleranssız tutumunu gözler önüne sermiş, bu olay, ekonomik piyasaları da olumsuz etkilemiş, Türk lirası değer kaybederken, Borsa İstanbul’da %9’luk bir düşüş yaşanmıştır.

Türkiye’de kadın ve göçmen işçiler, kapitalist sömürü düzeninin en ağır yükünü taşımaktadır. 2024 yılı itibarıyla kadınların %30,8’i kayıt dışı çalışmakta, 3 milyon 248 bin kadın sosyal güvenceden yoksun bir şekilde yaşam mücadelesi vermektedir. Kadınların %31,5’i yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altındadır. Sayıları 4 milyonu aşan göçmen ve mülteci ise, kapitalist düzenin en güvencesiz ve en ağır sömürülen kesimlerinden birini oluşturmaktadır. Suriyeli, Afgan, Türkmen, Özbek, Pakistanlı ve Afrikalı göçmenler, kayıt dışı, düşük ücretli ve sigortasız işlerde çalıştırılmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve yerli sendikaların ortak raporlarına göre, göçmenlerin %90’ından fazlası sosyal güvenlik sistemi dışında tutulmaktadır. Göçmen emeği, özellikle inşaat, tekstil, tarım ve hizmet sektörlerinde iş gücünün büyük bir bölümünü oluşturmakta; bu alanlarda yerli işçilerin ücretleri de baskılanmaktadır. Burjuvazi, ucuz göçmen iş gücünü kullanarak hem daha fazla kâr elde etmekte, hem de yerli işçilerle göçmenleri karşı karşıya getirerek sınıf içi bölünmeyi derinleştirmektedir.

Birkaç noktadan ortaya koyduğumuz bu tablo, sadece ekonomik bir kriz değil, işçi sınıfına açılmış sistematik bir savaşın göstergesidir. AKP-MHP iktidarı, bir avuç komprador burjuvayı ve emperyalist efendilerinin çıkarlarını korumak uğruna milyonları yoksulluğa, güvencesizliğe ve umutsuzluğa sürüklemektedir.

Bu koşullar altında Türkiye işçi sınıfının görevi, yalnızca ekonomik haklarını savunmak değil, bu faşist rejimi yıkacak birleşik bir sınıf mücadelesi inşa etmektir. Kürt halkıyla, kadınlarla, gençlerle, ezilen tüm toplumsal kesimlerle birleşik bir direniş hattı kurulmadıkça ne insanca yaşam mümkün olacak ne de sömürü düzeni sarsılacaktır.

1 Mayıs, bu mücadele hattının yükseltileceği, korku duvarlarının parçalanacağı bir gün olmalıdır. Her fabrikada, her mahallede, her okulda, örgütlü bir halkın faşizmi yeneceği inancıyla birleşik mücadelenin zamanıdır”

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu