
Geçmişten bugüne, ders kitaplarına da konu edinen “aile, toplumun en önemli yapı taşıdır” sözü ile dile gelen ailenin kutsanması sürüyor. Erkek egemen devletin güçlendirilmesi için türlü çaba veriliyor. Toplumsal cinsiyet ifadesinden duyulan rahatsızlık ve yasaklanması ve cinsiyetsizleştirme korkusuna karşı “kitle dostu birliktelikler” kurularak mevcut ataerkil sistemin krizlerini, açmazlarını aileci politikalarla aşmak mümkünmüş gibi görünüyor. Genç nüfus oranının düşmesinin, boşanmalarının artmasının nedeni aileye yönelik saldırılar olarak algılanıyor.
Kadınların sistematik şiddete maruz kalması, her gün 10 kadının katledilmesi, kadınların derinleşen yoksulluktan daha fazla etkilenmesi gibi gözle görülür gerçekler ortada dururken “kutsanan aile” politikaları işlev görmeyecektir.
Yine iktidar 81 ile gönderdiği toplumsal cinsiyet gibi uluslararası kabul görmüş kavramların eğitim içeriklerinden çıkarılması genelgesi yine işlev görmeyecek. Patriarkal sistemin güçlenmesi kadının evlere-erkeklere mahkum eden nüfusun artması için “En az 3 çocuk” çağrısına uygun üretilen politikalarına devam ediyor.
10. Yargı Paketindeki, LGBTİ+ların, “kutsal aile”ye tehdit görülmesi nedeniyle yok sayılması, yok edilmesi anlamına gelen düzenleme veya bayram öncesi binlerce kadın katili-tecavüzcü erkeğin salıverilmesini içeren düzenlemeler bu sistematik kadın düşmanı politikaya hizmet eden pratikler arasında.
Düzenlenen tasarıda “doğuştan gelen biyolojik, cinsiyet ve genel ahlaka aykırı tutum ve davranışta bulunmayı teşvik eden, öven veya özendiren kişiler” ifadesi ve genelge bir araya gelince kadınlara ve örgütlerine lubunya derneklerine dönük saldırıların daha fazla gündeme geleceği aşikâr.
Mevcut genelgeler, yasa tasarlarıyla kadın katillerinin salıverilmeleri benzer politikaların birbirlerinin devamı-halkası niteliğindeki adımlar olarak okunmalıdır.
“Aile Yılının” Mayıs ayı raporuna göre, (Mayıs ayı 2025) 41 kadın katledildi (21 kadın katledildi, 20 kadın “şüpheli” şekilde katledildi).
Yine bu rapora göre kadınlar en çok evinde ve ateşli silahla katledildi. 21 kadından 5’i akrabası, 4’ü evli olduğu erkek, 4’ü eski eşi, 3’ü tanıdığı, 2’si birlikte olduğu erkek 2’si eski sevgilisi 1’i oğlu tarafından katledildi. Hep dediğimiz gibi “katiller hanemizde”. Aile içinde katlediliyoruz. Herhangi bir güvence olmadan kadınlar ölü evlerine hapsedilmek isteniyor.
Ekonomik kriz, yoksulluk en fazla kadınları vurdu diyoruz. Bu da yine kadınlara katliam olarak dönüyor. Bunu doğrulayan UNDP Raporu, durumu gözler önüne seriyor.
Her şey mücadelemize bağlı!
UNDP (Geleceği Kuran Genç Kadınlar Projesi-Birleşmiş Kalkınma Programı’ndan proje çalışması) raporuna göre, 18-29 yaş aralığında Türkiye’deki gençlerin yüzde 30’u NEET’te (Ne Eğitimde Ne İstihdamda). Yine erkeklerin yüzde 17’si, kadınların ise yüzde 43’ü, NEET statüsünde.
Bu veriler NEET’taki, OECD’nin (Ekonomi, İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) verilerinin üzerinde seyrediyor. OECD ortalamasına göre kadınlarda NEET oranı yüzde 28.2. NEET’teki oran kadınlarda yüzde 43 olarak kaydedildi.
Bu veriler rakamlardan ibaret değil, kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair bir biçimde ayna tutuyor. Kadınların bu yaş aralığında ne eğitimde ne istihdamda olmaması kendi tercihleri değil. Patriarkal sistemin sistematik politikaları sonucu hayatın dışına evlere her geçen gün daha fazla itildiğini gösteriyor. Evin içi, şiddetin, cinayetin mahali konumunda. Dediğimiz gibi kadınlar NEET’te değilse kamusal alandan dışlandığını, görünmeyen kadının emeğinin büyüdüğünü, sermayenin kadın emeğini evde sömürmesinin derinleştiğini de gösteriyor.
Kadınlar evlere, emek sömürüsüne maruz kalarak hapsediliyor ve burada “aile” içerisinde katlediliyor.
8 Haziran günü Antep’te 27 yaşındaki Seçil Kaymakçı ile 3 yaşındaki kızının evdeki odalarında kilitli şekilde “ölü” bulunması en son örnek olarak verilebilir. Medyanın haberi, kadının kilitli odada öldürülmesine dair “şüphe uyandırdı” şeklinde vermesi, önemli bir “tespit!” gerçekten. Kapalı, kilitli bir odada bir kadının çocuğu ile öldürülmesi katledildiğinin apaçık göstergesi değil mi?
Aynı tablo lubunyalar için de geçerli. Uluslararası gay, biseksüel, trans ve interseks derneğinin hazırladığı Gökkuşağı Endeksi’nin verileri sorunun bir parça daha gözler önüne seriyor. 49 ülkenin yer aldığı endekste lubunyaların hakları belirli bir formülle derecelendiriliyor. Buna göre ülkelere değer veriliyor. Durum iyileştikçe ülkenin puanı artıyor. Türkiye tabloda en geri ülkeler grubunda yer alıyor. (Tablo-6 Haziran Birgün Gazetesi)
İşte tablolar, veriler, rakamlar durumun, tablonun her açıdan, iç karartıcı olduğunu gösteriyor. Tüm bunlara kuşkusuz kadın mücadelesi ile yanıt verebiliriz. Dahası durağanlaşan mücadelenin birleşik bir karakter kazanması ve toplumsal muhalefetin de daha fazla gündeme dahil olması gerekiyor.
Kadına yönelik şiddete ve kadın katliamına dair yeniden ve birlikte dayanışma ve sokaklarda olmak ve kadın mücadelesini büyütmek önemli.
Kadınların kazanımlarını yok etmeye çalışan yasaları durdurmak, lehine olanları uygulamak, rakamları endeksleri, tabloları değiştirmek bizim mücadelemize bağlı sadece.