
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), İkinci Büyük Paylaşım Savaşı’nın ardından kurulmuş askeri bir ittifaktır.
Sovyetler Birliği’nin Nazi savaş makinesine karşı gösterdiği kahramanca başarının, Doğu Avrupa’daki partizanların ilmek ilmek ördüğü anti-faşist mücadelenin ve aynı zamanda Asya’da yükselen kızıl bayrağın karşısında ABD, Birleşik Krallık ve Fransa’nın başını çektiği on iki ülke bu ittifakı kurmuştur.
Esasen bu devletler Nazilere karşı bu savaşta yer almış olsalar da, kurulan yeni ittifakta Nazi askeri uzmanları, komutanlar ya da bürokratlar çoktan yerini almıştır. Nazilere karşı olabildiğince “liberal” yaklaşan bu tutumla, Nazileri adeta kendi ordularına transfer etmişlerdir.
Dolayısıyla NATO’nun özü, bağlayıcı felsefesi anti-komünizmden oluşmaktadır. Günümüzde de hala aynı şekilde hareket etmektedir.
Savaş boyunca bir Nazilerden, bir müttefiklerden yana savrulan TC (Sovyetler Birliği’ni seçenek olarak bile görmemiştir), Nazi Almanya’sının yenilgisinin hemen ardından soluğu NATO cephesinde almıştır. Kurucu ekibin ardından ittifaka ilk alınan iki devlet, “uslanmaz düşmanlar” Yunanistan ve Türkiye olmuştur.
Yunan işbirlikçiler kendilerini Yunan İç Savaşı’nda komünistlere karşı memleketin kapılarını ABD’ye ve Birleşik Krallık’a açarak ispatlamışlardır. Türk işbirlikçiler ise Kore Savaşı’na, kurtuluş mücadelesi veren komünistlere karşı dünyanın öbür ucu bile olsa asker göndererek İttifak’a yamanmıştır.
Bu ana kadar Türkiye, Marshall planlarına dahil olmuş, yükselen anti-komünist örgütlenmelerde yer alacağını taahhüt ederek yaklaşan “soğuk” savaştaki pozisyonunu çoktan belli etmiştir.
TC’nin İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda gösterdiği diplomatik süreç, özellikle Kemalist ideologlar ve çevreler tarafından epey takdir edilen bir dönemi işaret etmektedir. Neticede son ana kadar Nazilerle flört eden Kemalist CHP’nin, savaşa girmeden “kazanan” tarafta sonuca ulaşması pragmatist diplomasinin iyi bir örneği olarak gösterilir.
Aslında bu siyasi pragmatizm ve Nazi flörtü Kemalizm’in iyi bir tahlilidir.
TC’nin kurucu resmi ideolojisi, iki büyük savaş arası dönemde zirve yapmış faşist ideolojinin bir biçimini oluşturmaktadır. Savaşa fiilen girmeden NATO’ya katılan TC, Sovyetler Birliği “tehdidine” karşı ülkenin “bağımsızlığını” korumuştur ve zaten açık olan ülkenin kapılarını ABD’ye ardına kadar açarak, bir sınır karakolu rolünü kendisine biçmiştir.
Anti-komünist Bir Yapı Olarak TSK
NATO ve bütünüyle anti-komünist ideoloji, devlet ve onun askeri aygıtları içerisinde kurumsallaşmıştır.
Dünyayı saran kurtuluş ve devrim hareketleri karşısında daha karmaşık örgütlenme modelleri ve uygulamaları kendisini göstermeye başlamıştır. Açık ya da üstü örtük biçimlerde NATO ya da anti-komünist militarist ideoloji toplumun çeşitli katmanlarına kök salmaya başlamıştır.
Bu zihniyet halihazırda faşist ideolojinin üzerinde yükseldiği için kendisine yakın güçleri bulmakta hiç zorlanmamıştır. Özellikle TC sınırları içerisinde… Faili meçhuller, toplu mezarlar, sivil ölümleri, demokratik taleplerin askeri-“sivil” unsurlarla bastırılması, ulusal baskı, işkence vb. birçok yöntem ve tarz halihazırda Kemalizm’e, yani faşizme içkin niteliklerdir.
Bunu kurumsal, teknik ve taktik anlamda daha ileriye taşıyan NATO ve anti-komünist unsurlar Kemalizm’in militarist yönünün önünü açmış ve TSK’yı ellerinden geldiğince “siyaset üstü” bir yere taşımışlardır.
NATO’nun ve özelinde ABD’nin ya da CIA’in özel savaş unsurları ya da yaklaşımları adım adım TSK içinde örgütlenmiştir.
Dünyayı saran kurtuluş ve devrim hareketleri Türkiye’de de karşılık bulmuş ve halk güçleri yeni örgütlenmelerin, tartışmaların ve devrimin yollarını bulmanın peşine düşmüştür. Öncelikle Osmanlı’nın son dönemlerinde Ermeni sosyalistlerin mücadelesi, daha sonraki yıllarda öğrenci hareketleriyle başlayan devrimci hareket gittikçe geniş kitlelere yayılmış ve devrimci dalga gelişmiştir. Bunun karşısına ise sivil ve resmi faşist unsurlar yerleştirilmiştir.
Anti-komünist dernek ve örgütler, milliyetçi paramiliter çeteler, mafya, kontrgerilla, JİTEM…
ABD ve NATO kendi klikleri ya da süreçleri kapsamında TC’yi küresel ya da bölgesel siyasi krizler içerisinde manipüle ederek hizaya getirmiştir, getirmektedir. Söylemimizden TC’nin yalnızca edilgen bir pozisyonda bulunduğu fikri oluşmasın, TC başından itibaren yayılmacı, anti-komünist ve halk düşmanı nitelikleri özünde barındırmaktadır.
Bekleneni karşılayamadığı ya da haddinden fazlasının peşine düştüğü noktalarda müdahaleler yapılmıştır.
Burjuva Muhalefetten NATO Karşıtı Olur mu?
12 Eylül Askeri Faşist Cuntası ile TSK’nın ve dolayısıyla NATO’nun birçok biçimsel ve simgesel niteliği devlete entegre edilmiştir.
Dolaylı şekillerde resmi ideoloji ile bağdaşan birçok nitelik artık açık bir şekilde devletin resmi ideolojisi ve vitrini haline gelmiştir. Bu süreçte CHP, yükselen halk hareketlerinin etkisiyle, zaman zaman demokrat kesimleri, kişileri ya da toplulukları çatısı altına almıştır.
Bu bağlamda faşist unsurların hedefinde de bulunmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki yazının başında da ifade ettiğimiz üzere Kemalizm, yani resmi ideoloji hem pragmatist hem de faşisttir. Dolayısıyla kendisine takmaya çalıştığı “sosyal-demokrat” sıfatı bir maskeden fazlası değildir.
Çünkü 12 Eylül’e giden sürecin ve 12 Eylül karanlığının yarattığı ve ortalığa saçtığı ne varsa hepsi cumhuriyetin erken dönemlerinde cereyan etmiştir; anti-komünizm, işçi düşmanlığı, Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, tecavüz, işkence, faili meçhuller vb. Bunların hepsi “cumhuriyet”in erken dönemlerinde CHP’nin tek partili döneminde gerçekleşmiştir.
TC’de var olan tüm anti-komünist unsurlar ve onların örgütlenmeleri Kemalizm’in bağrında ortaya çıkmıştır. CHP de bu silsilenin içerisindeki bir yapıdır. Resmi ideoloji CHP’den ibaret değildir, faşizm CHP’yi aşan bir yere evrilebilir.
Ancak CHP, resmi ideolojinin kurucu partisidir, dolayısıyla tüm öz niteliklerini kendisinde taşır.
Son günlerde CHP’nin NATO raporu adı altında medyaya servis edilen belgelerle, CHP’nin NATO yaklaşımı da tartışmaya açılmıştı. Ancak yapılan açıklamada bu belgenin CHP’ye ait bir belge olmadığı, NATO’nun kendi kurumsal raporlarından birisi olduğunu belirtilmiştir.
Yine de CHP’nin NATO’ya ve onun uzun vadeli planlarına olan yaklaşımını tahmin etmek güç değildir.
NATO, burjuvazinin ve onun gerici, faşist ve militarist unsurlarının bir örgütüdür. CHP’nin de temsil ettiği sınıf egemen Türk burjuvazisidir. Dolayısıyla buradaki çelişki basitçe nüanslardan ya da dönemsel durumlardan ibaret olmaktadır.
İktidardaki AKP-MHP ittifakının CHP’ye dönük siyasi operasyonuna dek CHP, iktidarın beka sorunu adı altında olan, yani resmi ideolojinin kırmızı çizgilerini oluşturan, tüm kararlarını açık ya da kapalı şekillerde desteklemiştir. CHP tüm demokratik ve devrimci dalgaların stoperi olmuş, taktığı maske ile kitlelere sahte bir umudu satmıştır ve satmaktadır.
Yer yer demokrat söylemler kürsülerden ifade edilse de konuşmanın sonu mutlaka yüce Türk milletinin, yani Türk burjuvazisinin çıkarına hizmet etmektedir:
“Kemalizm demek, işçi ve köylü yığınlarının, şehir küçük burjuvazisinin ve küçük memurların sınıf mücadelesinin kanla ve zorbalıkla bastırılması demektir. Kemalizm, işçilerin süngü ve ateş, cop ve dipçik, mahkeme ve zindan, grev ve sendika yasağı demektir; köylüler için ağa zulmü, jandarma dayağı, yine mahkeme ve zindan ve yine her türlü örgütlenme yasağı demektir.
…
Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.” (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserler)



