GüncelMakaleler

ANALİZ | Komprador Kapitalizmin Öne Çıkan Özellikleri!

"TC rejiminin son çeyrek asırlık sürecini ve günümüzde aldığı biçimi analiz etmek ve AKP hükümetleri döneminde uygulanan politikaların TC devletinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in sınıfsal temsiliyetiyle özde bir karşıtlık barındırmadığını bilmek önemlidir"

  1. yy’ın ikinci yarısının sonlarından itibaren emperyalist sermayenin uluslararası alanda işbölümünü yeniden düzenlemesi ve özellikle üretim sürecini emperyalist tekellerin çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye başlaması (esas olarak mali sermaye üzerinden vurgunlar yapmaya devam etmesinin yanında); aralarında Türkiye’nin de olduğu yarı-sömürge pazarlarda belli değişikliklerin yaşanmasına neden oldu.

Bu süreçle birlikte deyim yerindeyse yarı-sömürgelilik koşulları güncellendi ve yeniden üretildi. Türkiye gibi ülkelerde “ilkel birikim süreci”, emperyalizmin yeni yönelimine eklemlenme ile sonuçlandı.

Örneğin emperyalist sermayenin “neo-liberal” adı verilen politikaları sonucunda yarı-sömürge pazarlarda “serbest piyasa” söylemleri eşliğinde, özelleştirme dalgası başlatıldı. Bu ise Türkiye’de kapitalizmin komprador karakterini değiştirmemekle birlikte komprador bürokrat burjuvaların ağırlığının yerini komprador burjuvaların almasına yol açtı. Türkiye pazarında emperyalist sermayeyle işbirliği içindeki komprador bürokrat sermaye; tarım üretimini, hammadde ve montaj sanayilerini tam denetimi altında tutmaktadır.

Komprador-bürokrat sermaye, emperyalist sermayenin tefeci-talancı niteliği doğrultusunda montajcı nitelikteki bir sanayi üretimi geliştirmekte, belirli hammaddelerin üretilmesini sağlamakta, esas kazanç kaynağını tefecilik, ithalat/ihracat ve her türlü vurguncu, spekülatif işlemler oluşturmaktadır. Komprador-bürokrat sermayenin birikiminde esas payı ithalat/ihracat işleri oluşturmaktadır.

Büyük kapitalist şirketlerin ithalatta açık ara önde olmasının nedeni, sanayinin dışa bağımlı ve montaj üretim yapısıyla ilgilidir. Büyük kapitalist işletmelerin ithalatının esasını sanayi sektörü oluşturmaktadır. Bu ise Türkiye’de “imalat sanayi”nin ithalatın paravanası işlevi gördüğü anlamına gelmektedir.

Tarım dışı ve özellikle imalat sanayi, hammadde ve imalat sanayi üretimi için aramalı ve makine ve teçhizat ithalatı yapmaktadır. Özellikle imalat sektörü bu ithalatıyla ihracatını gerçekleştirmektedir. İmalat sektörü üretmek için dışardan ara malı almakta, parçaları birleştirip dışarıya satmaktadır. Düşük teknolojiye dayalı sanayi üretiminin payı toplam içinde neredeyse yarıya yakındır. Bu durum, Türkiye sanayisinin düşük teknolojiye dayalı emek yoğun sektörlere gerçekleştirildiğinin bir başka göstergesidir.

Emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda yarı-sömürge ülkelere yönelik özellikle kapitalist merkezlerde çalışma süreleri ve çevre kirliliği gibi “ek maliyetler” nedeniyle düşen kâr oranlarını artırmak için sanayi sektörünü de kapsayan doğrudan sermaye yatırımları, hammadde talanına vb. yol açmakla birlikte, Türkiye gibi pazarlarda doğrudan artı değer sömürüsünü artırmasının yanında, başta çevre ve doğa katliamı olmak üzere bir dizi felakete neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisinin yarı-sömürge koşullarının derinleşmesine paralel üretimin düşük teknoloji ve emek yoğun yapısı beraberinde ön plana çıkan sektörlerin doğa ve çevre tahribatına yol açmasına neden olmaktadır. İnşaat sektörünün şehirleri betonlaştırmasından, tekstil sektörünün yeraltı kaynaklarını kurutmasına; petrokimya sektörünün hava ve çevre kirliğine yol açmasından, demir çelik sektörünün hurda ithalatına ve bunları işlemek için enerji ihtiyacının karşılanması için kömür madeni sahalarının genişletilmesine vb. emperyalist tekellerin hammadde ihtiyacının karşılanması için çevrenin ve doğanın tahrip edilmesinden, dışarıdan çöp ithaline kadar birçok alanda son yıllarda yaşanan çevre ve doğa katliamı bu sürecin ürünü olarak şekillendi.

 Kapitalizmin ucuz emek cenneti!

Öte yandan emperyalist sermayenin yarı-sömürge ülkelere dayattığı “neo-liberal” politikaların tarımsal üretimde de önemli değişikliklere yol açtığı görülmektedir.

Gelinen aşamada Türkiye tarım sektörü 2022 yılında dış ticaret açığı vermiştir. Türkiye’nin 2022 yılı doğrudan tarım ürünleri yapılmış ihracat tutarı 8.3 milyar dolar (% 8.26) düzeyindedir. Doğrudan tarım ürünleri ithalat tutarı ise 10.6 milyar dolar (10.57) olarak ifade edilmektedir.

Bu rakamlar Türkiye’nin doğrudan tarım ürünleri dış ticaretinde açık verdiği (% 78) anlamına gelmektedir. Tarımsal üretimde yaşanan bu durum beraberinde, tarım sektörünün 2022 yılında toplam GSYH’nın 969.494 milyon TL’sini (% 6.7) oluşturmasını getirmekte ve tarımsal istihdamın toplam istihdam içerisindeki payının yıllar itibarıyla gerilediği anlamına gelmektedir. Tarımsal üretimde yaşanan bu dönüşüm kırsal alanda geçimlik üretim yapan ve hakim olan küçük üreticiliğin çözülüşünü hızlandırmıştır.

Tarımsal üretimin emperyalist tekellerin çıkarları doğrultusunda uygulamaya konulan politikalarla (girdi fiyatlarının artışı, destekleme alımlarının kaldırılması, üründe kota uygulanması, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi vb.), küçük köylülük açısından geçimlik bir araç olmaktan çıkması süreci beraberinde köylülüğün yaşamını sürdürmek için tarımsal üretim yerine başka alanlara yönelmesini getirdi. Şehirlere göç etmesini hızlandırdı.

Türkiye kapitalizmin bu değişimi, özellikle emperyalist kapitalist sistemin 2008 yılındaki ekonomik kriziyle daha da hızlandı.  21. yy’ın başlarında hükümet olan ve kendisini AKP’de temsil eden hakim sınıf kliği; adım adım iktidar gücünü elinde topladıkça, bir yandan “geleneksel” Türk komprador burjuvalarının çıkarlarının sözcüsü olmaya devam etti, diğer yandan kendine daha yakın, “İslami hassasiyetleri” olan burjuvazinin sermaye birikimini sağlaması ve kompradorlaşması sürecini yönetti.

Bu sürecin uluslararası alanda 2008-2009 ekonomik krizin ortaya çıkardığı işbölümü değişikliğiyle örtüşmesi, Türk komprador burjuvazisi için belli bir hareket olanağı sağladı. Örneğin, geçmişten beridir Türk komprador burjuvazisinin ana sektörleri ve kapitalizme “rengini veren” tekstil, hazır giyim, gıda, mobilya, otomotiv vb. sektörlerinin yerini ana metal sanayi, petrokimya, tarıma dayalı gıda sektörleri vb. aldı. Bu süre içinde tekstil, otomotiv vb. sektörler varlıklarını devam ettirdi.

Ancak ithalat ve ihracat ürünleri dikkate alındığında ön plana çıkan sektörler değişime uğradı. Bu durum, Türkiye kapitalizminin emperyalist sermayeye bağımlılık ilişkisini derinleştirirken, içeride de bu üretime uygun bir “emek rejimi”nin şekillenmesini doğurdu. Ön plana çıkan bu sektörlerin arasında yer alan ana metal sanayi yüksek bir teknoloji gerektirmeyen üretime -tekstilden bile daha düşük-, dayalı olduğundan nitelik gerektirmeyen emek gücüne ihtiyaç duydu.

Türkiye nüfusunun önemli bir bölümünün ücretli çalışan haline dönüşmesine yol açan bu durum, sadece ücretli çalışan sayısının artması değil, bu çalışanların önemli bir kısmının asgari ücret denilen ve açlık sınırının da altında ücretle yaşamlarını sürdürmesi anlamına gelmektedir.  Türkiye ekonomisinin belirleyici özelliklerinden birisi, üretimin esas olarak KOBİ’ler denilen işletmelerde gerçekleştiriliyor olması ve dahası KOBİ’ler içinde esas ağırlığın 10 çalışandan az çalışanın istihdam edildiği mikro işletmeler denilen işletmeler olduğu düşünüldüğünde, ücretli çalışanların bu işletmelerde sadece artı değer sömürüsüne maruz kalmadıkları, son derece kötü çalışma koşullarının yanında daha birçok kötü muameleye maruz kaldıkları açıktır.

Sonuç olarak Türkiye, emperyalistler ve patronlar için bir ucuz emek cenneti, işçi sınıfı ve çalışanlar için açlık sınırının altında bir asgari ücretin ortalama ücret haline getirildiği, çalışma koşullarının son derece ağır olduğu bir cehennemdir. Bu ise komprador kapitalistlerin artı değer sömürüsünün artışına, kâr oranlarının yükselişinin kaynağına işaret etmektedir.

 Yağmacı, çökmeci ve saldırgan kapitalizm

Komprador kapitalizmin Türkiye pazarını emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılması, milyonlarca insanın ucuz işgücü haline getirilip, asgari ücretin ortalama ücret haline getirilmesi, Türkiye’nin yarı-sömürge koşullarının daha da derinleşmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Türkiye pazarı, emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılırken aynı zamanda Türk komprador burjuvazisinin sermaye güçsüzlüğünden kaynaklı “yurtta sulh, cihanda sulh politikası” bir kenara bırakılmıştır.

Örneğin T.Özal’ın başbakanlığı döneminde ABD emperyalizminin Irak işgalinde gördüğümüz ve dönemin koşulları nedeniyle hayata geçirilemeyen “bir koyup üç alma” politikası; TC devletinin AKP iktidarları eliyle yeniden yapılandırılması sonucunda aktif olarak hayata geçirilmiştir.

Uluslararası alanda yaşanan emperyalist rekabetin bölgesel alanda temsilciliğine soyunan TC devleti, bu yönelimini “Yeni Osmanlıcılık” olarak propaganda etmiştir. Türk devletinin bölgesel düzeyde daha aktif ve saldırgan bir politika izlemesi kimi çevrelerin iddia ettikleri gibi bölgesel bir emperyalist güç olarak ortaya çıkması değildir. Tam aksine bir NATO üyesi olarak emperyalist siyasetin bölgesel temsilcisi olmasından kaynaklıdır.

TC devletinin AKP iktidarları eliyle yeniden yapılandırılması ve yarı-sömürge yapının güncellenerek derinleşmesi aynı zamanda Türk komprador burjuvazisinin sermaye birikiminde yaşanan tıkanmaları aşmasına da yaradı. Bu örneğin somut olarak “Suriye’ye çökülmesi” olduğu gibi, başta askeri sanayi olmak üzere kimi sektörlerin (ki bu da iktidarı elinde tutan kliğinin sermaye birikiminden bağımsız değildir) eskisine oranla daha da büyütülmesiyle gerçekleştirildi. Bu yönelimin komprador burjuvazinin emperyal niteliğinden çok, bağımlı olduğu emperyalist tekellerin bölgesel çıkarları için rol almak olarak tanımlamak gerekir. Bu nedenle de Türk komprador burjuvazinin bölgede üstlendiği rol, onun emperyalist tekellerle bağımlılık ilişkisine uygundur.

Türk komprador burjuvazisi “terörle mücadele” gerekçesiyle Suriye ve Irak başta olmak üzere sınır ötesi işgal saldırıları gerçekleştirirken, bir yandan emperyalistler arasında bölgesel rekabetten yararlandı. Diğer yandan ise bu işgal saldırılarında İHA ve SİHA gibi yeni savaş teknolojilerini kullanarak “pazarlama”sını yaptı. Önümüzde yıllarda da Türk komprador burjuvazisinin bu yönelime paralel bir şekilde Türkiye pazarının emperyalist merkezlere bağlanması amacıyla, Anadolu’nun üretim altyapısının limanlara ulaşması amacıyla Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ana aksında örülen otoyollara, 52 şehri içine alan demiryollarının eklenmesiyle birbirine bağlanması hedeflenmektedir.

 Üstyapının şekillendirilmesi

Türkiye komprador kapitalizminin, emperyalizm uluslararası işbölümüne göre yeniden düzenlenmesi aynı zamanda Türkiye komprador sermayesinin de bu yeniden işbölümüne göre uyum sağlamasını zorunlu kıldı. Örneğin özelleştirmeler sonucunda önemli bir sermaye birikimi el değiştirdi. Güvencesiz ve sigortasız çalışma olağanlaştırılırken, ucuz emeğe dayalı bir çalışma rejimi dayatıldı.

Türk komprador burjuvazisinin kendini İslamcı olarak tanımlayan ve genellikle Kemalist kampın karşısında konumlanan kliği, ikinci kampta yer alan ve kendisini İslamcı olarak propaganda edenlerin sözcüsü olarak, “Milli Görüş” çizgisi içinde yaşanan ayrışmada ABD emperyalizminden icazet alanların kurduğu AKP hükümetlerinin altyapıda yaşanan değişim doğrultusunda üst yapıyı da bu değişme uygun şekillendirmesi belli bir zamana yayıldı. Alt yapıda uygulanan neo-liberal politikalarla yaşanan değişime paralel olarak üst yapıda da bu değişime uygun düzenlemeler gerçekleştirilmesinin yolu ise, açık bir askeri faşist diktatörlük yerine; “demokratik” yolla işbaşına gelen ve “icraatları engelleyen koalisyon hükümetleri yerine, tek parti hükümetlerine dayanan ve bir şirket gibi yönetilen hükümetlerin” sürekli iktidarından geçtiği propaganda edildi.

Böylelikle demokrasi maskesi amaçlı da olsa yasa ve kuralların dikkate alınmadığı, tek bir kişinin Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ve sonrasında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK) yayınlamasıyla yönetilen bir rejime geçildi. Faşizmin parlamenter maskeli diktatörlüğünün yerini, tek partili ve gerçekte ise “tek adam diktatörlüğü” aldı. Parlamento açık olmakla birlikte fiili olarak işlevsizleştirildi.

AKP hükümetleri Türkiye pazarında emperyalist tekellerin ve komprador burjuvaların sömürü çıkarları için “ne istedilerse yapmış”, sınır dışında da yine emperyalizmin dönemsel yönelimine uygun olarak “büyüyen Türkiye” söylemiyle, “Neo-Osmanlıcılık” hayalleriyle yanıt olmuştur. Bu ise AKP hükümetlerine emperyalist tekellerin ve komprador burjuvaların desteğini sağlamıştır. Bu nedenle üstyapıda Türk devletinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm ve AKP’nin “Kemalizm karşıtı” söylemleri üzerinden yaratılan “laik-şeriatçı” tartışmaları suni gündemlerdir.

Çünkü ne Kemalizm’in laikliği gerçek anlamda bir laikliktir (çünkü Kemalist devrim bir burjuva devrimi değildir) ne de AKP’nin İslamcı söylemi (ve onun temsilcisi olduğu kliğin şeriat istemi) gerçekte komprador burjuvazinin sınıfsal çıkarlarından bağımsız değildir. Belirleyici olan komprador burjuvazinin ve emperyalist tekellerin sınıfsal çıkarlarıdır.

Türkiye toplumunu eleştirel ve yer yer devrimci temelde analiz eden yaklaşımların büyük çoğunluğunun hareket noktası “salt AKP karşıtlığı”dır. Bu eleştirel yaklaşımların temelinde, Türk hakim sınıflarının kurucu ideolojisi Kemalizm’den etkilenme vardır. AKP hükümetleri döneminde, burjuvazinin muhalif kanadının iktidar mücadelesinde Kemalizm’in paslı bir silah olarak kullanılması, kendisine devrimciyim diyen pek çok çevre üzerinde etkili olmuştur.

Esasen Türkiye devrimci hareketinin bir kısmının TC devletinin kurucu ideolojisi olan Kemalist ideolojiden etkilenmesi, bu faşist ideolojiden devrimci temelde bir kopuş sağlayamaması daha önceki tarihlere dayanmış olmakla birlikte, kendini İslamcı olarak tanımlayan AKP hükümetlerinin M.Kemal ve Kemalizm’in özellikle “aydınlanmacı” kimliği nedeniyle ön plana çıkan kimi yanlarına yönelik söylemleri (ve Kemalist faşizmin bu politikalarının halk üzerindeki tepkisini kullanarak belli bir kitle desteği sağlamaları), kendisine muhalif diyen kesimlerin iktidar karşısında burjuva muhalefetin arkasında yedeklenmelerine yol açmıştır.

TC rejiminin kurucu ideolojisi Kemalizm’in yüz yıllık TC devlet geleneğinde tayin edici bir önemi vardır. TC rejiminin şu an içinde bulunduğu durumu analiz etmekte ilk hareket noktası Kemalizm’in bir kurucu ideoloji olarak, Türk hakim sınıflarının dönemsel politikalarında belirleyici önemde olmasıdır. İktidardaki hakim sınıf kliğinin İslamcı söylemlerle “Kemalizm karşıtı olarak” görünmesi ya da kendini bu şekilde propaganda etmesi, TC rejiminin kurucu ideolojisinden farklı bir ideolojik zeminde olduğu, farklı sınıfları temsil ettiği anlamına gelmez.

Aksine yüz yıllık TC rejiminde Kemalizm’in kitleler nezdinde teşhir olmuş ve yıpranmış kimi politikalarını eleştirerek, kurucu ideolojinin kendini yeni sürece göre yeniden ürettiği anlamına gelir.

AKP hükümetlerinin İslamcı duruşu ve “Kemalizm karşıtı” söylemleri, kurucu ideolojinin sınıfsal temsiliyetine karşı olmadığı gibi aksine orta ve küçük burjuvazinin temsilcisi muhalif parti ve örgütleri, kendisini Kemalist olarak tanımlayan muhalif burjuva kliğinin arkasında yedeklemesini sağladığı için düzenin bekası açısından yarar dahi sağlamaktadır.

TC rejiminin son çeyrek asırlık sürecini ve günümüzde aldığı biçimi analiz etmek ve AKP hükümetleri döneminde uygulanan politikaların TC devletinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in sınıfsal temsiliyetiyle özde bir karşıtlık barındırmadığını bilmek önemlidir. Bu, yüz yıllık cumhuriyet rejimi tarihinde ön planda olan Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi komprador büyük burjuvaların İslamcı söylemli AKP hükümetlerinin neden yanında olduğunu açıklar. AKP hükümetleri döneminde bu hakim sınıf temsilcileri sömürülerini sürdürmüşler, kârlarına kâr katmışlardır.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu