
Güncel bağlamda Suriye’de yaşananlar, bir bütün olarak Orta Doğu coğrafyasının gerçekliğini yansıtır niteliktedir. An itibariyle çatışma alanları, sahada çatışan aktörler değişse de bütün bu sorunlara kaynaklık eden, esas nedenler aynıdır.
Sorunun çözümü, bunlara kaynaklık eden nedenlerin ortadan kalkmasıyla mümkün olabilir.
Bu coğrafyayı küçük devletçiklere bölen, çıkarlarına uygun olarak ulusal, dinsel-mezhepsel çelişkileri kullanarak, iç çatışmalar yaratan, halkların birliğini dinamitleyen emperyalist güçlerdir. Ve emperyalist güçler tam da bu politikalarına uygun olarak uşak yönetimler seçtiler.
Emperyalistlerin bölgedeki en gerici sınıflara, faşist diktatör güçlere dayanması, onların sınıfsal çıkarlarının bir gereğidir. Yönetime getirdikleri bu azınlık güçler, ömürlerini doldurunca ya filli müdahalelerle ya da darbeler yoluyla yeniden çıkarlarına uygun değişiklikler yaptılar. Tüm bu süreçler, bölge halklarının daha derin acılar yaşamasına, yoksullaşmasına yol açmıştır-açmaktadır.
ABD ve İsrail, bölgede yeni sınırlar çiziyor!
Suriye’de, on yıllarca süren bir dikta rejimine karşı, kitlelerin öfkesinden yararlanan kimi emperyalist devletler, Sünni selefi güçlere dayanarak bölgesel çıkarlarına uygun olarak bir yönetim değişikliği sağladılar. Yaşanan bu değişim, emperyalist güçler arasında süren hegemonya mücadelesinden bağımsız ele alınamaz.
Tüm bu nesnel olgular, bize şu gerçekleri gösteriyor: Bölgede yaşanan iç çatışmaların, talan edilen zenginlik kaynaklarının ve yaratılan yoksulluk ve sefalet tablosunun baş sorumlusu emperyalist güçlerdir. Dolayısıyla başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halkı, anti-emperyalist bir mücadeleye yönelmedikçe ne Kürt ulusunun ne de diğer halkların gerçek manada özgür ve eşit bir yaşam sürdürmeleri düşünülemez.
Suriye’de yaşayan çeşitli milliyetlerden halkların, inanç gruplarının özgürce yaşamalarının teminatı, emperyalist güçler değildir. Eşit ve özgürce bir yaşamın teminatı, çeşitli milliyetlerden halkın, baskı altında olan inanç gruplarının birliğidir. Emperyalizm ve bölge gericiliğine karşı geliştirecekleri anti-emperyalist anti-faşist mücadeledir. Bu mücadele çizgisi, emperyalistlerin ve suç ortaklarının halka karşı yürütmekte olduğu “böl-yönet”, “çatıştır-zayıflat” politikalarını boşa çıkarır.
Bu gerçeklere uygun olarak alınacak her tutum, kısa vadede olmasa da uzun vadede ezilen halkların lehine olumlu sonuçlar üretir.
Tersi yaklaşımlar ise yeni büyük yıkımlara, ulusal, dinsel-inançsal anlamda var olan tarihsel düşmanlıkların daha da derinleşmesine neden olabilir. Bu gerçeği daha iyi anlayabilmek için son süreçte Suriye’de, Kürt coğrafyasında yaşananları kısa da olsa tarihi bir perspektif ışığında ele almak, ortaya devrimci sonuçlar çıkarmak ve buna uygun olarak pratik tutumlar geliştirmek gerekir.
Bugün Suriye coğrafyasına baktığımızda ilk olarak karşımızda şu gerçekleri görüyoruz: Kural koyucu olan, gücü elinde bulundurandır. “Barışın”, “ateşkesin” sınırlarını çizen en “güçlü” olandır. Yani an itibariyle bölgede ABD ve İsrail Siyonizmi, yeni sınırlar çizmektedir.
Bu güçlerin ve Türk devletinin desteğiyle Şam’da saraya oturtulan selefi çete başı, Suriye’nin “toprak bütünlüğünü” koruma adı altında, önce Alevi katliamına girişti sonra ise Dürzilere yöneldi. Görünen o ki, kendilerinden olmayan herkes, bu katiller sürüsünün hedefi durumundadır.
Bu hedef olma durumu, yalnız inançsal bazda yaşanmamaktadır; zira itaat etmeyen, ulusal demokratik taleplerini dile getiren herkes-her grup, çete rejimi için bir tehdittir. En zayıf halkayı Aleviler sonra ise Dürziler oluşturmaktaydı. İlk hedeflerinde belli oranda başarıya ulaştılar. İkinci hedeflerine gelince, karşılarında Esad rejimine karşı mücadelede müttefikleri olan İsrail Siyonizmini gördüler.
Tabii ki Siyonistlerin esas amacı, Dürzileri bu katliamdan korumak değildir. Onların asıl amacı, bölgedeki nüfuz alanlarını genişletmek ve Dürzilerin yaşadığı bölgede bir koridor oluşturarak kendi güvenliğini sağlamaktır.
Keza, ABD emperyalizmi, Şam’da saraya oturttukları piyon üzerinden Suriye’nin “toprak bütünlüğünün” korunmayacağının farkındadır. Dolayısıyla İsrail Siyonistlerinin Suriye toprakları üzerinde denetimlerini artırma çabalarına özde destek sunmaktadır. Yine Türk devleti ile İsrail Siyonistleri arasında bu coğrafyada hegemonik bir mücadele sürmekte ancak elbette ABD emperyalizminin uşağı ve NATO üyesi Türk devletinin İsrail ile bir çatışması mümkün olmamakla birlikte gerilimli bir potansiyel taşımaktadır.
Özellikle Şam yönetimi ile Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi arasındaki ilişkilerin boyutu, Türk devleti ile Kürt Ulusal Hareketi arasında süren görüşmelerin sonuçları, Türk devletinin hareket tarzını belirlemeden önemli bir rol oynayacaktır. Bunun işaretlerini ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın -ki bu zat aynı zamanda Suriye özel temsilcisidir- şu açıklamalarında da görmekteyiz.
“Hepimizin uzlaşması ve şu sonuca varması gerekiyor. Tek millet, tek halk, tek ordu, tek Suriye.”
Bu “tekçi” söyleme yabancı değiliz. Yüz yıllık Cumhuriyet tarihi de bu “tekçiliğin” en zalim halidir. Bu açıklama aynı zamanda ABD emperyalizminin Suriye’deki Kürtlerin temel ulusal haklarına, özgürlük ve eşitlik taleplerine karşı tutumunu da özetler niteliktedir. Anlaşılan o ki, bu konuda Türk devletinin resmi tezlerine yakın bir düşünceye sahipler.
Kardeşlik çağrısı! Kim için! Ne için?
Açık olan şu ki, ABD için bölgede öncelikli olan, İsrail’in güvenliğidir. İsrail’in bölgede sınırlarını genişletmesi, emperyalizmin alandaki kirli işlerini yapmanın da en büyük güvencesidir.
Türk devleti ile olan ilişkiler ise yarı-sömürgelilik ilişkisi çerçevesinde sürmektedir. Her zaman bölgesel politikalarda NATO güçlerinin Türk devletine yüklemiş oldukları bir misyon vardır. Yakın tarihimizde TC bu rolünü, Esad rejimine karşı Suriye’deki İslamcı selefi çeteci gruplara sunduğu destekle yaptı.
Hatta bu saldırılarda Siyonistlerle aynı saftaydı. Siyonistlerin dün desteklediği, bugün ise, tepelerine yeri gelince bombalar yağdırdığı selefi cihatçıların yardım çağrılarını çaresizlik içinde izlemektedir.
R.T.Erdoğan’ın son açıklamaları ise hem tarihsel hem de güncel bağlamda gerçekle alakası olmayan aldatıcı söylemlerdir. Önce bu söylemlere kulak verelim:
“Türk, Kürt, Arap birse, beraberse o zaman Türk vardır, Kürt vardır, Arap vardır. Ayrıştıklarında, bölündüklerinde ise mağlubiyet, hezimet, hüzün vardır. Bugün Malazgirt ruhu, bugün Kudüs ittifakı, bugün istiklal savaşının nüvesi yeniden şekilleniyor.”
Yine R.T.Erdoğan’ın “ümmetçilik” vurgusu, “Müslüman Kardeşliği” temelindeki açıklamaları da benzer niteliktedir. Her şeyden önce dört parçaya bölünen Kürdistan coğrafyası, Türk, Arap, Fars egemen güçlerinin denetimi altındadır. Ve bu egemen güçler yirmi ve yirmi birinci yüz yılda başta Halepçe olmak üzere Kürtlere dönük bir dizi katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Yakın tarihimizde selefi grupların Kobani’ye dönük saldırıları ve R.T.Erdoğan’ın “Kobani düştü, düşecek” sayıklamaları hafızalarımızdaki yerini korumaktadır.
Kürtler halkı da ağırlıklı olarak Sünni İslam inancına mensuptur. Dün Kürtleri ulusal kimliklerinden dolayı katledenler, bugün inançsal kimlikler temelinde kardeşlik çağrısı yapıyorlar. Ne için? Tabii ki, Türk devletinin bölgesel çıkarları için!
Evet, Türkiye’de faşist bir dikta rejiminden, devlet yapısından söz edebiliriz. Suriye’de ortada gerçek manada bir devlet yapısı da yoktur. Sadece Şam’da efendileri tarafında konumlandırılan selefi halk düşmanı bir yapı vardır.
Kürt halkının, baskı altında olan diğer inanç gruplarının bu halk düşmanı yapıya tabi olmaları, iradelerine boyun eğmesi düşünülemez. Düşünülmesi gereken tek yol, demokratik ve özgürlükçü bir çizgide, bu çeteci yapıya karşı birleşik bir mücadele hattı örmektir.