GüncelMakaleler

ÇEVİRİ | Bizim Olmayan Bir Maden: Ermenistan’ın Syunik Bölgesinde Toprak, Emek ve Direniş

Ermenistan’ın Syunik bölgesinde, Zengezur madeninde gerçekleşen kendiliğinden bir grev, köklü sömürü düzenini, kolonyal çıkarcılığı ve kârı insandan üstün tutan neo-liberal ekonominin insani bedelini gözler önüne seriyor.

31 Ocak’ta, Ermenistan’ın güneyindeki Syunik bölgesinde yer alan Zengezur Bakır-Molibden Kombinası (ZCMC) işçileri, daha güvenli çalışma koşulları ve yeterli ücret talebiyle kendiliğinden bir greve başladı. Ermenistan’ın bağımsızlığından bu yana görülmemiş ölçekteki bu on bir günlük grev adeta devrim niteliğindeydi. 2000’den fazla işçi, kurumsal otoriteye meydan okuyarak kendi kendilerini örgütlediler. On yıllardır kesintisiz çalışan bir kâr makinesinin çarklarını durdurdular; üstelik bu kuruluş, “ülkenin en büyük vergi mükellefi” statüsü sayesinde çoğu zaman eleştiriden muaf tutulmuştu.

Onurun ve temel hakların talebiyle başlayan bu mücadele önce kurumsal kayıtsızlıkla, ardından ise şirketin yıldırma ve misillemeleriyle karşılaştı. Grevin “yasadışılığı” hızla ZCMC yönetimi, Ermenistan Sendikalar Konfederasyonu ve neo-liberal devlet tarafından kınandı. Oysa işçiler, daha önce de defalarca sorunlarını dile getirmiş, hatta resmî grev için sendikadan onay almaya çalışmışlardı. Grevin sekizinci gününde, ZCMC yasalara aykırı şekilde sekiz işçiyi, örgütlenme ve müzakere sürecine aktif katıldıkları için işten çıkardı. Grev sonunda hiçbir işçinin cezalandırılmayacağı sözünü alsalar da bugün o sekiz işçi, şirketin 4 milyar 758 milyon dram (yaklaşık 12.390.060 ABD Doları) tazminat talep ettiği bir davayla karşı karşıya. Grevin önde gelen isimlerinden Şavarş Margaryan’ın sosyal medyada yaptığı çarpıcı paylaşımı bu tabloyu özetliyordu: “Sessizce çalıştığında değer görmüyorsun. Ama konuşmaya başladığın anda milyarlar ediyorsun.”

Grev, yalnızca Ermenistan’daki işçi haklarının durumunu değil, aynı zamanda ülkedeki madenciliğin içsel kolonyal mantığını da gözler önüne seriyor. Yıllardır Ermenistan’ın neo-liberal kalkınma politikaları, büyük ölçekli madenciliği ekonomik büyümenin yolu olarak sunuyor; yeni iş imkânları, yabancı yatırım ve artan GSYİH vaatleriyle meşrulaştırılıyor. Ancak çevresel ve insani maliyetler göz ardı ediliyor, kâr ise yerel ve yabancı elitlere aktarılıyor. Madenciliğe yönelik eleştiriler çoğunlukla çevre sorunlarına —orman tahribatı, su kirliliği ve zehirli atık barajları— odaklanıyor. Bunlar elbette acil ve meşru sorunlar, fakat bu dar bakış açısı, madenciliğin kolonyal ve sınıfsal boyutlarını çoğu zaman görünmez kılıyor.

ZCMC gibi madencilik devleri yalnızca madenleri ve doğal kaynakları çıkarmıyor. İşçi sınıfının emeğini, toprağını, bedenini, sağlığını ve diğer kaynaklarını da sömürüyor. İnsanların emeği ve topraklarının gasbı, yerli ve yabancı sermayedarlara kâr sağlarken, çevresel yıkımın ve sömürünün ağır yükünü yerel topluluklar taşıyor.

Kimin madeni?

Syunik’te halk, kasabalarında faaliyet gösteren madenlerden söz ederken onları sık sık sahiplerinin milliyetine göre anıyor: “Kanadalılar geldiğinde…”, “Almanlar devraldığında…”, “Rus olanlarla birlikte….” Madenleri yöneticilerin veya hissedarların pasaportlarıyla adlandırmak, halkın doğal kaynakları üzerinde denetim sahibi olmaktan ziyade küresel güçlerin insafına kaldığını hissettiğini gösteriyor. Bu adlandırma, aslında ince bir gasb diline dönüşüyor.

Şubat ayındaki grevin temel talepleri güvenli çalışma koşulları ve ücret artışı olsa da işçilerle yaptığım görüşmeler, daha derin hayal kırıklıklarını ortaya koydu. Birçok işçi Rus yönetimden gördükleri ayrımcı muameleyi dile getirerek kendi vatanlarında ikinci sınıf hissettiklerini söyledi. “Selam bile vermiyorlar,” dedi bir işçi. Birkaçı, sessiz bir öfkeyle, Azerbaycan Ermenistan’a saldırdığında sınırı savunanların kendileri —Ermeni işçiler— olduğunu, yabancı yöneticilerin ise hafta sonları Yerevan’a ya da yurtdışına kaçtığını belirtti. Onların gözünde Kajaran, kapalı devre bir ekonomiye dönüşmüş durumda: halkın tek işlevi uyanmak, çalışmak ve değer çıkarmak. Bu tablo, Azerbaycan’ın yeniden artan tehditleri ve sözde “Zengezur koridoru” etrafında süren pazarlıklar göz önünde bulundurulduğunda daha da kaygı verici hale geliyor.

Kajaran’daki ZCMC, 1950’lerin başında Sovyet döneminde faaliyete geçti. O dönemde devlet işletmesiydi ve işçilere istikrarlı istihdam, konut ve sosyal altyapı sağlıyordu. Birçok işçi Syunik’e Ermenistan’ın diğer bölgelerinden veya SSCB’nin farklı yerlerinden gelmişti. Sovyet yıllarından beri çalışan işçilerle yapılan sohbetler, geçmiş ile şimdiki çalışma koşulları arasındaki derin farkı ortaya koyuyor. Ayrıca kasabanın sosyal ve kültürel yaşamı yalnızca madene bağlı değildi; başka istihdam, eğitim ve eğlence olanakları mevcuttu (örneğin sonradan ZCMC tarafından yıkılan halka açık yüzme havuzu ya da bugün Rus yönetimine hizmet eden bir otele dönüşen gençlik kampı).

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Ermenistan’ın bağımsızlığı sonrası maden, 1990’ların sonları ve 2000’lerin başındaki neo-liberal reformlarla özelleştirildi. O zamandan beri ZCMC’nin hisseleri yabancı sermaye bağlantılı şirketler tarafından satın alındı (örneğin Almanya merkezli Cronimet Mining’in % 60 hisseyi alması ya da 2024 “Gerçek Sahipler Beyanı”nda adı geçen birkaç Rus vatandaşı).

Ancak Ermenistan’daki madencilikte kolonyal ilişkilerin hem dışsal hem içsel olduğunu vurgulamak gerek. On yıllardır Ermenistan devleti, yerel halkın refahı yerine kârı önceleyen çıkarcı uygulamaların kolaylaştırıcısı oldu ve madenciliği ulusal kalkınmanın sembolü olarak sundu. Böylece kolonyal çıkar mantığını yeniden üretti: ilerleme maskesi altında el koyma yoluyla birikim ve en çok etkilenenlerin sesinin susturulması. 2018 öncesinde, Cumhuriyetçi Parti iktidarları döneminde, yüksek düzeyli yetkililer ve çevreleri, özelleştirme süreçlerinden, hisselerin oligarşik kontrolünden ve madenle bağlantılı elit çıkarların siyasi korumasından faydalandılar. Kültürel antropolog Tamar Shirinian’ın (2017) şu tespitleri bu yüzden şaşırtıcı değil:

Her ne kadar sosyalizm Ermeniler için doğrudan sömürgecilik gibi hissedilmemişse de, post-sosyalizm fazlasıyla öyle hissettiriyor. Bu sömürgecilik, 20. yüzyıl ortalarına dek Batı güçleri tarafından işgal edilen dünyadaki postkolonyal süreçlerle pek çok ortak noktaya sahip. Buradaki postkolonyalizm, sömürgeciliğin kalıntısı değil, sosyalist projenin küllerinden doğan bir hükümetin artçı etkisidir. Başka bir deyişle, post-sosyalizm Ermeniler için sosyalizmin hiçbir zaman olmadığı kadar kökleşmiş bir sömürgecilik biçimi olarak hissediliyor. Ancak bu durumda sömürgeci, yeni mafya-devletin ta kendisidir.”

2018’de Ermenistan’da kitlesel protestolar patlak verdi. “Kadife Devrim” olarak anılan bu şiddet içermeyen ayaklanma, Başbakan Serj Sarkisyan’ın istifasına ve muhalif lider Nikol Paşinyan’ın iktidara gelmesine yol açtı. Bu protestolar, ülkenin oligarşik sistemi, yolsuzluk ve derinleşen ekonomik eşitsizliğe duyulan öfkeyle tetiklendi. Binlerce insan için —benim gibi saf bir 21 yaşındaki genç için de— ülkenin oligarşik geçmişinden kopuş anlamına gelen gerçek bir değişim umuduydu.

Ancak ekonomik politikalar söz konusu olduğunda, Paşinyan yönetimi piyasa odaklı, yatırımcı dostu bir kalkınma modelini benimsedi. 2022’de hükümet ZCMC’nin % 22 hissesini satın alarak kısmi millileştirme ilan etse de bu durum ne şeffaflığı ne ekolojik sorumluluğu ne de servetin yeniden dağıtımını artırdı. Devlet, aynı neo-liberal çıkarcılık politikasını sürdürmeye devam ediyor. 11 günlük grev sırasında bile Ekonomi Bakanı, işçilerin taleplerini dikkate almak yerine üretime devam etmelerini teşvik ederek “ekonomik büyüme”yi ve “vergi ödemelerini” önceledi. Yine, Vayots Dzor bölgesindeki Amulsar altın madeni projesi, yabancı sermayenin (örneğin Lydian International) yoğun desteğiyle, tabandan gelen çevreci protestolar nedeniyle bir süreliğine askıya alınmış, ancak daha sonra Paşinyan tarafından onaylanarak 2039’a kadar işletme hakkı verilmişti.

 Zehirli manzaralar

Kajaran’daki işçiler adalet, daha iyi koşullar ve onurlu ücretler için mücadelelerini sürdürürken, Artsvanik atık barajının çevresindeki köyler, ZCMC’nin barajı genişletme ve mevcut izin seviyesinin 21 metre üzerine çıkarma planlarıyla daha fazla tarım arazisini kaybetmeye hazırlanıyor. Ağır metallerle dolu bu zehirli dev, Kajaran’dan yaklaşık 35 km, Kapan kasabasından ise sadece 6-7 km uzaklıkta. ZCMC’nin maden atıklarını boşalttığı dördüncü ve en büyük baraj bu. 1970’lerin başında inşa edilen baraj, Eylül 2024 itibarıyla yaklaşık 300 milyon metreküp atık içeriyordu ve şirketin doymak bilmez açgözlülüğü, 7/24 kesintisiz üretimi dayatıyor.

Eskiden bahçelerimiz vardı, şimdi her şeyi marketten almak zorundayız.” Bu cümle, topraklarını büyüyen canavara bırakmak zorunda kalan köylülerin anlatılarında sıkça tekrarlanıyor. Artsvanik köyünün birçok sakinine, kayıplarını karşılamaktan çok uzak bir kerelik tazminat teklif edildi. Bugün ZCMC, etkilenen ailelere aylık 40.000 dram (yaklaşık 100 dolar) ödüyor. Bu ödeme kısa vadede biraz rahatlama sağlasa da uzun vadeli bir bağımlılık yaratıyor. Birçoğu için bu, bir tuzağa dönüşmüş durumda: yaşamaya yetmeyecek kadar küçük, kaybetmeye göze alınamayacak kadar hayati. Köylülerle konuştuğumda çoğu, bu gelir kaynağını kaybetme korkusuyla sorunlarını kamuya açık şekilde dile getirmekten çekiniyordu.

Artsvanik’te yaşayan 63 yaşındaki Anahit ve eşi gibi birçok kişi, emekli maaşlarının yanı sıra ZCMC’den aldıkları 40.000 dramlık aylık ödemeyle geçiniyor. Çoğunlukla bu parayı gıda ve temel ev ihtiyaçlarına harcıyorlar. Eskiden meyve bahçeleri ve hayvancılık için arazileri vardı, ancak büyük kısmı atık barajının altında kaldı. Kalan küçük kısım ise su kıtlığı nedeniyle ekilemez hale geldi. Barajın genişlemesiyle bu sorun daha da ağırlaştı.

Toprak kaybının sonuçları kadınlar için özellikle yıkıcı. Tarım arazisi kalmayınca ve anlamlı istihdam olanakları olmayınca birçok kadın ekonomik ve sosyal bir çıkmazda kalıyor. “Tekstil okumuştum. Eskiden Artsvanik’te bir dikiş fabrikası vardı, orada çalışıyorduk. Sonra fabrika kapandı, evde işsiz kaldık. Şimdi burada iş yok” dedi Anahit.

ZCMC atık barajını işletmeye ve büyütmeye devam etse de köy halkı yıllardır hem kombina hem de devlet tarafından temel altyapının ihmaline maruz kalıyor. Devasa madencilik altyapısının gölgesinde, birçok köylü hâlâ su ve doğalgaz gibi temel ihtiyaçlardan yoksun. Köyün birçok yerinde musluk suyu ya tamamen yok ya da günde yalnızca 1-2 saat akıyor. Bu durum özellikle kadınları etkiliyor, çünkü bakım ve ev işlerinin yükünü taşıyan onlar, su getirmek için uzun mesafeleri yaya olarak kat etmek zorunda kalıyor. Şubat 2025’te su şebekesi boruları döşenmeye başlanmıştı ve köylülerin ifadesine göre, sonbahara kadar düzenli içme suyuna erişim sözü verilmiş durumda.

Geçmişte, barajın genişlemesine karşı çıkan protestolar direniş anları yaratmıştı. Kolektif direniş sayesinde köylüler kayıpları için sınırlı bir tazminat elde edebilmişti. Ancak son ziyaretlerimde havada sessiz bir kabullenmişlik seziliyordu. Artık çoğu, barajı durdurmaktan çok onunla nasıl hayatta kalacaklarını konuşuyor. Geriye kalan talep, adaletin tam anlamıyla sağlanması değil, en azından uğranılan zararın adil bir şekilde telafi edilmesi. Görüştüğüm bir kadın bu değişimi ürkütücü bir açıklıkla özetledi: “Hükümet, ‘Tarım olmasın ama maden kalsın’ diyor.”

 

*Gayané Ghazaryan

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu