DünyaGüncel

ÇEVİRİ | Netanyahu “Büyük İsrail” Hakkında Konuşmakla Kalmıyor, Onu Yaratıyor*

Direniş Kürt, Sünni, Şii, Komünist, Sosyalist, Milliyetçi, Liberal, Hristiyan ya da Dürzi de olsa İsrail hepsini aynı şekilde şeytanlaştırıp öldürecektir. Hedef Büyük İsrail, hedef İsrail egemenliği; ve birleşik direniş bunu durdurabilecek tek şeydir.

[Aşağıdaki metin https://www.palestinechronicle.com/ isimli sitede Robert Inlakesh tarafından yayımlanan ve Siyonist İsrail’in Netanyahu eliyle izlediği politikaları irdeleyen bir analiz yazısıdır.

Özgür Gelecek okurları için İngilizceden çevirdik.]

*

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, bu haftanın başlarında I24 News’e verdiği röportajda çevredeki bölge için dayatmayı hedeflediği “Büyük İsrail”e dair ilk kamuoyu açıklamasını yaptı. İsrail yanlısı propagandacılar tarafından bugüne dek bir “anti-Semitik komplo teorisi” olarak nitelendirilen bu plan; Filistin, Lübnan ve Ürdün’ün tamamını kapsamakla birlikte Suriye’nin büyük bir kısmını, Irak, Mısır, Suudi Arabistan ve hatta Türkiye’nin bazı kısımlarını ele geçirmeyi amaçlıyor.

“Büyük İsrail” fikri, bir süredir birçok İsrailli politikacının, siyasi partinin, ve dindar-milliyetçi vatandaşların nihai hedefi oldu. Bu fikrin doğuşu aslında İsrail devletinden bile eskiye dayanıyor, ve erken dönem Revizyonist Siyonist hareketlere kadar uzandığını söylemek mümkün.

İşin aslı, Benjamin Netanyahu’nun babası Ben-Zion Netanyahu, kötü şöhretli Irgun terörist örgütünün bir parçasıydı ve hareketi ideolojik anlamda etkilemede aktif biriydi. Irgun örgütü Filistin’in etnik temizliğinde (1947-49) rol oynamakla kalmayıp, öncesinde hem Filistinliler’e, hem de Filistin’deki İngiliz Mandası yetkililerine karşı terörist bir kampanya yürütmüştü. Örgütün sembolü ise Ürdün’ün tamamını kapsayan bir “Büyük İsrail” haritasından oluşuyor.

Siyonizm’in kurucu figürü Theodore Herzl de bir zamanlar “Yahudi Devleti”nin “Mısır Vadisi’nden Fırat’a” kadar uzanan sınırları olması gerektiğini söylemişti. Bir de meşhur “Yinon Planı” var ki, Likud Partili eski İsrail Başbakanı Ariel Sharon’un danışmanlarından Oded Yinon tarafından kaleme alınmıştı. İsrail’in varlığını sürdürebilmesi için bir strateji ortaya koyan bu plan, ayakta kalabilmek için İsrail’in bölgesel bir imparatorluk haline gelerek çevresindeki tüm Arap devletlerini çökertmesini savunuyor; buraları etnik ve dini hatlara göre bölerek bu hedefi gerçekleştirmesini ve böylelikle Büyük İsrail’i güvence altına almasını öneriyor.

2023 yılının Mart ayına, Gazze’deki soykırım başlamadan önceki döneme gelelim. İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Ürdün’ün tamamının yanı sıra Suriye, Lübnan ve Suudi Arabistan’ın bazı kısımlarını da içeren “Büyük İsrail” haritasının yer aldığı bir kürsüde konuşma yaptıktan sonra komşu Arap ülkelerinde büyük tepkiye yol açtı. Bu harita, 1930’lar ve 1940’larda Irgun ambleminde yer alan haritaya çok benziyor.

Daha bu yılın başlarında, Ocak ayında, “İsrail”in resmi sosyal medya hesapları, komşu Arap ülkelerine doğru genişleyen ve “tarihi İsrail” olarak adlandırdıkları bölgeyi gösteren bir harita yayınladı. Artık, Benjamin Netanyahu’nun kendisi de “Büyük İsrail” arayışında olduğunu itiraf ettiğine göre, genellikle “uç” ve “aşırılıkçı” olarak dikkate alınmayan sesleri duymazdan gelmemize gerek yok.

 

Artık Bir Plandan Daha Fazlası

Çarşamba sabahı, İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, İsrail ordusunun altı üs ve karakol kurduğu işgal altındaki Güney Lübnan’ı ziyaret etti ve bu ziyaretinin “kuzey cephesinde” gerçekliğin değişmesinden kaynaklandığını belirtti.

İsrail şimdi Gazze’yi tamamen işgal etmekten bahsediyor, hatta bunun için yapılan planı onaylıyor. İsrail Meclisi’nde ise geçen ay Batı Şeria’nın ilhakını öngören bir yasa tasarısı oylandı. İşgal altındaki Doğu Kudüs ve Suriye’ye bağlı Golan Tepeleri 1980 ve 1981 yıllarında resmen ilhak edilmişti. Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinin genişlemesi hiç durmadı, ancak şu anda on yıllardır görülmemiş bir hızla ilerliyor. Tel Aviv’in işgal altındaki Necef bölgesini “Yahudileştirme” ve yoğun Bedevi nüfuslu bölgeyi ele geçirme projesi bile var.

Gel gör ki bunlar hiçbir zaman yeterli olmadı. 7 Ekim 2023’ten sonra İsrail hükümeti açıkça, tüm komşu ulusları tehdit eden yayılmacı bir plan izledi. İsrail, Mısır’ın Sina Yarımadası’nı işgal etmekle bile tehdit etti ve Philadelphi koridoru ile Refah sınır kapısını ele geçirerek sözde “Camp David Barış Anlaşması”nı ihlal etti.

Suriye’ye gelince, İsrail bir süre orada sinsice fırsat kolladı ve ancak Aralık 2024’te Beşar Esad hükümetinin devrilmesinden sonra bölgenin durumundan faydalanmaya başladı. Şimdi, Şam’daki normalleşme rejimi, hükümet temsilcilerini İsrailli yetkililerle görüşüp “güvenlik meselelerini” koordine etmeleri için açıkça görevlendiriyor. Resmi bir normalleşme anlaşması imzalamasa bile, Suriye-İsrail ilişkilerini çoktan normalleştirdi ve sahip olabileceği her türlü nüfuzu kaybetti.

Her ne kadar Suriye’deki Ahmed el-Şera rejimi kontrol edilmekte olsa da, bu yeterli değil; plan her zaman Balkanlaşma olmuştur. Oded Yinon’un planı gerçekten hayata geçirilmiş olsa da olmasa da, bugünkü sonuç tamamen aynıdır.

İsrail, 2013 yılında bir düzine Suriyeli militan grubu tıbbi, askeri ve mali yardım sağlayarak destekledi. Bunu yaptığı sırada, Ürdün ve ABD hükümetleri ile birlikte sözde tampon bölgesini genişletme planı üzerinde çalışıyordu ve ayrıca güney Suriye’de İsrail ile uyumlu bir Dürzi Devleti kurulmasını önermişti.

İsrail’in desteklemeye başladığı gruplardan biri el-Nusra Cephesi’ydi, bu grubun komutanı ise Ahmed el-Şera’dan (şimdiki Suriye Cumhurbaşkanı) başkası değildi. Daha sonra Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ) adını alan el-Nusra, aralarında Dürzilerin de bulunduğu Suriyeli azınlık topluluklarına karşı katliamlar gerçekleştirmiş ve terör örgütü IŞİD’in Dürzilere yönelik büyük çaplı katliamlar gerçekleştirdiği bir dönemde kendisiyle ittifak kurmuştu.

İsrail’in Suriye Dürzi toplumunu kendi saflarına çekme girişimleri başlangıçta büyük ölçüde başarısız oldu. Bunun yerine, savaşın başladığı 2011’den beri tarafsız kalan Dürziler, Suriye Arap Ordusu’nun yanında yer almaya karar verdi.

2020’de İsrail ve Amerika, Süveyda’daki (güney Suriye) Dürzi milis güçlerini kendi saflarına çekmek için daha büyük bir çaba sarf ettiler. Aynı dönemde, ayrı bir Dürzi Devleti kurulmasına izin vermesi için Rusya’ya baskı yapma girişimleri de olmuştu.

Suriye hükümetinin çöküşü ve hemen ardından ordusunun Şam’daki ABD yanlısı yeni hükümet tarafından dağıtılması ile birlikte İsrail; köyleri etnik olarak temizlemek, istediği kadar toprak işgal etmek ve güçlerini Suriye topraklarının derinliklerine yerleştirmek için özgürce hareket etme fırsatı buldu.

İsraillilerin uzun süredir üzerinde çalıştığı bir diğer proje ise Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kendi saflarına çekmekti ve 2015’ten beri de bu uğurda ilişkiler kuruyor.

İsrail, karayla çevrili ve dış desteğe bağımlı olacak Kürt ve Dürzi devletlerinin doğuşunu destekliyor. Aynı zamanda, İsrail’in Irak Kürdistanı’na doğrudan erişimini sağlayıp İran sınırlarını doğrudan tehdit edecek şekilde konuşlanmasının yolunu açacak olan ve “Davut Koridoru” olarak adlandırılan süreci de kolaylaştıracaklar.

Bu sırada Lübnan ve Irak’ta ABD, İsrail’in çıkarları doğrultusunda hükümetlere baskı yapmakta, Bağdat ve Beyrut’taki yerel direniş güçlerini silah bırakmaya zorlamakta. Lübnan’da mevcut hükümet, emirleri yerine getirerek ve ulusu bölecek bir iç savaş çıkmasını dahi göze alarak, ne pahasına olursa olsun Hizbullah’ı bertaraf etmeyi amaçlıyor.

İsrail, Batı ve ABD yanlısı Arap medyası ellerindeki etki gücünü uzun süredir hem dini hem seküler programlar aracılığıyla bölgenin tümünü etnik ve dini hatlara bölmek için kullanıyor. Çabaları büyük ölçüde başarılı oldu.

Günümüzde Arap Sünnilerin Saddam Hüseyin ya da Yaser Arafat gibi laik liderleri “büyük Sünni liderler” şeklinde anmalarını duymak alışılmadık bir durum değil. Tarih anlayışı basit seviyede olan biri bile Arafat ve Saddam Hüseyin’in hiçbir zaman Sünni liderler olarak konuşmadığını, dini bir dil kullanmadıklarını ve bu sıfatın kendi dönemlerinde kullanılmadığını bilir. Ancak bölücü medya, Arap halkını hiç var olmamış mezhepçi bir geçmişe inandırdı.

ABD ve İsrail, Irak ve Suriye’yi yerle bir etti; bunu da asla tamamen ortadan kalkmayan mezhep bazlı nefreti yaratarak yaptı. Farklı taraflar bu tuzağa düşerken, bazen istemeden de olsa, ABD ve İsrail’in çıkarlarına çalışmış oldu ve süreç tam olarak İsrail’in hayal ettiği şekilde gerçekleşti. Böl ve yönet; kitaptaki en eski ve aşikar taktik.

Tüm bunlar en başından beri apaçık ortada olmalıydı, hele de İsrail’in tüm bölgeyi tek başına yönetebilmek için fazla küçük olduğu göz önünde bulundurulduğunda. Suriye’de el-Kaide’yi desteklemesi, hatta bunu açık açık yapmasının nedeni de budur. Bugün Gazze’de IŞİD bağlantılı çeteleri desteklemesinin sebebi de bu.

Günümüzde Lübnan Ordusu’na desteğini sürdürüyor olmasının yanı sıra, Ketaib Partisi olarak bilinen Lübnanlı faşist Maruni milislerini desteklemesini de unutmayalım. Söz konusu ideolojinin ne denli radikal olduğu önemli değil, İsrail tüm tarafların arkasında duracak ve birbirleriyle ölümüne savaşmaları için destekleyecektir.

Nihai hedef her zaman açıktı: İsrail’in düşmanı sadece İran önderliğindeki Direniş Ekseni değil, bölgenin tümündeki Yahudi olmayan her gruptur. Yine de bugün, Büyük İsrail planını uygulama yolunda Tel Aviv’in önüne çıkanlar yalnızca İran ve müttefikleridir. Benjamin Netanyahu’yu “yedi cepheli savaşı”nı “topyekun zafer” ile sonlandırmada bu denli inatçı olmasının sebebi de budur.

Savaş henüz onlara ulaşmış olmasa da, Mısır ve Ürdün de hedef listesinde. Her iki ülke de istikrarsızlık, ekonomik gerileme ve kitlesel iç çatışmaların eşiğinde olmakla yüzleşiyor. Ayrıca her ikisi de, tıpkı Suriye ve Lübnan gibi, tamamen ABD ve İsrail’in kontrolü altında.

Bir zamanlar komplo teorisi olarak kabul ediliyordu. Bugün, masadaki inkar edilemez gerçeklik. Büyük İsrail’in önündeki tek engel Filistinli direniş grupları, Hizbullah, Irak’ta Halk Seferberlik Güçleri, Yemen’de Ensarullah, ve İran. Bu kötücül gündeme karşı tehdit oluşturabilecekler bunlar.

Bu örgüt ve birlikler olmadan, bölgenin tümü İsrail yanlısı baskıcı diktatörlükler tarafından yönetiliyor olurdu, ki bu noktaya çok da uzak değiliz. Maalesef Suriye gibi yerlerde insanlar hala gerçekte ne olup bittiğini göremiyor, medya tarafından körüklenen nefret birçoğunun gözlerini kör etmiş ve kandırıldıklarını kabul etmek için de fazla gururlular.

Birçok kişi unutuyor ki Saddam Hüseyin CIA tarafından iktidara getirilmesinin ardından ABD’nin desteğini alarak İran’a saldırmıştı, fakat sadakatine ihtiyaç kalmadığı ve Irak’ın bağımsızlığının yıkılması gerektiği noktada onu mahvetmeye karar verildi.

Ayrıca, NATO’nun rejim değişikliği savaşını Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin nükleer programından vazgeçip Batı ile daha iyi ilişkiler kurmaya karar vermesinin ardından başlattığını ve amaçlarına ulaşmak için El Kaide bağlantılı grupları desteklediğini de unutuyorlar.

İleride yalnızca iki yol var: Bölgenin tümünü durmak bilmeyen katliamlarla mezhepçi bir cehennem azabına sürükleyecek nefret dolu bir hayat, ya da tek gerçek düşmana direnmek. Mesele hiçbir zaman Sünni, Şii, Dürzi, Hristiyan ya da Kürtler olmadı.

Bu grupların hiçbiri İsrail’in umrunda değil, yine de İsrail tüm bu halkları yok etmeye yönelik bir nefretle hareket ediyor.

Direniş Kürt, Sünni, Şii, Komünist, Sosyalist, Milliyetçi, Liberal, Hristiyan ya da Dürzi de olsa İsrail hepsini aynı şekilde şeytanlaştırıp öldürecektir. Hedef Büyük İsrail, hedef İsrail egemenliği; ve birleşik direniş bunu durdurabilecek tek şeydir. İş birliği sizi bir yere götürmez, ve herhangi bir grubun yalnızca ABD’nin emirlerine uyarak özgür kalacağı fikri daha önce denendi. Nihayetinde, İsrail bölgedeki herkesi Gazze’deki iki yaşında çocuğu nasıl görüyorsa öyle görüyor: “Hiçbiri masum değil.

*Kaynak: https://www.palestinechronicle.com/netanyahu-isnt-just-talking-about-greater-israel-he-is-creating-it/

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu