DünyaGüncel

ÇEVİRİ | Devrim ve Çöküş

"Hem Çin hem de Rus devrimleri sosyalizmi kurmuş ve bunu maddi koşulları sayesinde başarmışlardır, böylece devrimlerin yalnızca en gelişmiş ülkelerde ortaya çıkabileceği şeklindeki ortodoks dogmayı çürütmüşlerdir."

[Bu makale Ishan Maharjan tarafından yazıldı ve Nepal Devrimci Komünist Partisi’nin moolbato.com/ sitesinde yayınlandı. Özgür Gelecek okurları için çevirdik.]


Aşağıdaki metin, tüm Marksist eserlerin değindiği ve bir şekilde değinmesi gereken bir konuyu ele almaktadır. Sonuçta, bu tüm komünistlerin gerçek nihai hedefidir. Elbette bu, devrim konusudur. Devrim, bir sınıfın diğer bir sınıftan iktidarı ele geçirmesi veya sınıflar arasındaki güç dengesi niteliksel olarak yeniden şekillenmesidir. Her tarihsel dönemin başlangıcı ve sonu bir devrimle işaretlenir: Mevcut (kapitalist) dönemin sonu da devrimin sonucu olacaktır; sınıf antagonizmasını ortadan kaldırarak toplumu geri dönülmez bir şekilde yeniden şekillendirecek devrim. Komünist devrim! Komünist, proleter devrimin yenilmezliğini, muazzam teorik ve pratik bilgiler doğrulamaktadır. Kızıl devrim bayrağının tüm dünyayı saracağı, “dünyanın güneşin etrafında döndüğü” kadar kesin bir bilimsel gerçektir.

Marksizm-Leninizm-Maoizm (MLM) devrimci bilimi, dünya devrimi hedefine ulaşmada büyük ilerleme kaydetmiştir. Bu makalenin ilk bölümü, MLM’ler tarafından genel olarak kabul edilen bu devrimci bilginin özetini sunmaya adanmıştır. Esas olarak, geçen yüzyılın iki tipik devrimini, yani Bolşevik devrimini ve Çin devrimini oluşturan gerçek, nesnel, maddi temelleri göstermeyi amaçlamaktadır. Marx ve Engels’e göre devrim en çok gelişmiş ülkelerde ortaya çıkması muhtemelken, bu ulusların nispeten yetersiz üretim güçleri devrimi nasıl mümkün kıldı? Bu makale, bu konu hakkında daha önce söylenmiş olanları basit bir dille özetlemektedir.

Son bölüm ise, öncelikle SSCB ve ÇHC’nin çöküşünü açıklamaya çalışan diğer “Marksist” teorileri incelemektedir. Bu teorilerin neden ve nasıl yetersiz kaldıklarını (tüm oportünist teorilerin nihayetinde yetersiz kaldığı gibi) açıklamaya çalışır. Son olarak, bu devletlerin çöküşünü – daha doğrusu, bu devletlerde sosyalizmin çöküşünü – inceler ve sosyalizmin çöküşüne yol açan temel faktörün ne olduğunu ayrıntılı olarak ortaya koyar. Bu son nokta, hiçbir şekilde ihmal edilemeyecek bir noktadır; çünkü geçmişteki hataları tekrarlamamak için, bu hataları öğrenmeli ve bunları nasıl önleyeceğimizi tam olarak bilmeliyiz.

Marksist ortodoksluk (diğer bir deyişle dogmatizm), devrimlerin en gelişmiş kapitalist ülkelerde gerçekleştiğini savunur. Bunun iki ana nedeni vardır. Birincisi, devrimler, üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin bir sonucu olduğu için, bu ülkelerde en yoğun şekilde görülür. İkincisi, sosyalist devrimler, dünya proletaryasının görevidir ve bu sınıfın çoğunluğu küresel kuzeyde yoğunlaşmıştır. Ancak devrimlerin pratik deneyimi, devrimlerin emperyalizmin merkezinde değil, en zayıf halkalarında gerçekleştiğini kanıtlamıştır. O halde şu soru ortaya çıkıyor: Teorik cephaneliğimiz, Ortodoks anlayış ile yaşanmış deneyim arasındaki bu çelişkiyi nasıl açıklıyor?

MLM’nin önde gelen birçok teorisyeni tarafından ele alınan bu sorunun cevabı, burada özetle ele alınmaktadır. Bu sorunun cevabı, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nden ve daha da önemlisi Çin Yeni Demokratik Devrimi’nden önceki nesnel ve öznel koşulları ve devrimci faktörleri inceleyerek araştırılmıştır. İkincisi, Nepal ve Çin’in devrim öncesi koşullarının birbirine benzemesi nedeniyle özellikle önemlidir; aynı zamanda 21. yüzyılın devrim yatağı olan tüm küresel güney için de önemlidir.

Ancak, yaşadığımız deneyimler, devrimlerin tek başına yeterli olmadığını da kanıtlamıştır. Asıl zorluk, kızıl iktidarı kurmak değil, onu korumaktır. Kapitalizmin kasvetli orduları tarafından kuşatılmış sosyalizmin kalesi, yabancı kapitalistlerin ve iç burjuvazinin kuşatmasıyla mücadele etmek zorundadır. Gerçekten de, Herakles’in emekleri, dağları yerinden oynatmakla görevlendirilen komünistlerin emeğiyle karşılaştırıldığında sönük kalır! Sadece sosyalizm adamızı korumak için savaşmakla kalmamalı, tıpkı bir tsunami gibi bizi yutmakla tehdit eden kapitalizm deniziyle de savaşmalıyız!

Bizi ilgilendiren, sosyalizmi, muazzam ilerlememizi yok etmekle tehdit eden birçok düşmandan nasıl koruyabileceğimizdir. Eğer inşa ettiğimiz sosyalizm kum üzerine inşa edilmişse, sosyalizmi inşa etmek yeterli değildir! Geçmişteki sosyalizmin çöküşünü bilimsel olarak incelemediğimiz sürece, inşa ettiğimiz sosyalizm bıçak sırtında olacaktır. Bu nedenle, devrim ve devrimin yıkılması, devrim ve çöküşün bilimsel incelenmesi günün gündemi olmalıdır.

Devrimin maddi temeli:

Devrimler, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin sonucudur. Üretim ilişkileri, üretici güçlerin daha da gelişmesinin önünde engel haline geldiğinde, bu üretim ilişkileri devrimci ateşle parçalanır. Bu, devrimlerin en gelişmiş kapitalist ülkelerde yalnızca üretici güçlerin muazzam ölçeği ve gelişmişliği sayesinde mümkün olduğunu iddia eden dogmatistlerin haklı olduğu anlamına mı gelir? Kesinlikle hayır! Kapitalizm, serbest rekabet kapitalizminden tekelci kapitalizme geçmiştir; insanın insanı sömürüsü, emperyal merkezin emperyal çevreyi sömürmesine dönüşmüştür. Sermayenin tekelci sermayeye dönüşmesinden bu yana, emperyal merkez devrimci faaliyetin merkezi olmaktan çıkıp gericiliğin merkezi haline gelmiştir! Bu nokta, geçen yüzyılın iki büyük devrimi ve bunların maddi koşulları tarafından daha da vurgulanmaktadır.

1917’de Rusya’nın kendine özgü koşulları:

Nepal’in bugünkü koşullarından bahsederken, Nepal’in yarı sömürge, yarı feodal olduğunu söylüyoruz. Bugün, MLM’ler arasında, çoğu yarı feodal devletin aynı zamanda yarı sömürge olduğu konusunda zımni bir mutabakat vardır. Başka bir deyişle, yarı feodalizm altında sermayenin tezahürleri zorunlu olarak yabancı bir özellik, yani yabancı emperyalist tekelci finans sermayesidir. Ancak bu mutlaka böyle değildir, sadece modern koşullar nedeniyle böyle olduğunu söyleyemeyiz, bu metafizik ve idealist bir yaklaşımdır. Bununla birlikte, bir devletin emperyalizm döneminde yarı feodal ve yarı sömürge olmaması için özel koşullar gerekir ve bu son derece nadirdir.

1917’deki Rusya’nın koşulları benzersizdi. Rus sermayesi, Rus mutlakiyetçiliğinin engellerine rağmen, nispeten gelişmiş ve ileriydi. Rus sermayesi tekelci sermayeye dönüşmüştü. Rusya emperyalist ve yarı feodaldir. Peki Rusya nasıl yarı feodaldi? Çünkü Çar Alexander serfleri “özgürleştirmiş” olsa da, onların ‘özgürlüğü’ tamamen sembolikti. Serfler hala eski feodal efendilerine “borçlarını ödemek” zorundaydılar. Böylece, hala toprağa, efendilerine bağlıydılar, feodalizm gerçekten ortadan kaldırılmamıştı. Çar Alexander feodalizmi “ortadan kaldırdı”, tıpkı sevgili revizyonist yoldaşlarımızın Nepal’de yarı feodalizmi “ortadan kaldırdığı” gibi; feodalizmin ortadan kaldırılması -ve bizim durumumuzda da öyle- sadece nominaldi. İktidardakiler, baskıların ortadan kalktığını, sadece öyle olmasını dileyerek, ortadan kalktığını iddia etme eğiliminde görünüyorlar! Ancak burada konudan sapmamız gerekiyor.

Daha ilginç olan soru ise, Rus sermayesinin nasıl emperyalist hale geldiği; yarı feodal üretim tarzının sınırlarını aşarak sadece kapitalizme değil, onun en yüksek aşaması olan emperyalizme nasıl geliştiğidir. Rus ulusal sermayesinin emperyalist finans sermayesine dönüşmesine yol açan iki temel faktör vardır. Bunlar: Çarlık militarizmi ve yarı feodal üretim tarzının sınırlarıdır.

Rus sermayesi ilk başta normal bir şekilde büyüdü ve gelişti, ancak çok geçmeden Çarlık feodalizminin koşullarının son derece kısıtlayıcı olduğunu fark etti. Sermaye büyüme ve genişleme eğilimindedir, hayatta kalabilmek için — ağır bir yük gibi — daha fazlasını talep eder; ya sürekli genişlemeli ya da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmalıdır! Ya feodalizmi tamamen ortadan kaldırmalı ya da genişlemek için başka yollar bulmalıydı. Sermayenin hareket yasası, en az dirençle karşılaşacağı yolda ilerlemesini gerektirir. Rus sermayesi için, Rusya içinde genişlemek yerine dışarıya genişlemek daha kolaydı. Rus kapitalistler –şimdi emperyalistler– için Rusya’da pazar bulmak, yurtdışında pazar bulmaktan daha kolaydı.

Çarlık feodalizmi, tekelci sermaye için yeni pazarları fethetmek için mükemmel bir silah yaratmıştı: militarizm! Rusya İmparatorluğu, Avrupa’nın büyük güçlerinden biriydi ve gücünü birçok ülkeye yaymıştı. Rus burjuvazisi, eski feodal güçlere karşı çıkmaktansa, onların çıkarlarıyla uyum içinde olmayı daha kolay ve daha yararlı buldu. Rus militarizmini yeni pazarlar fethetmek ve güvence altına almak için kullandı. Böylece Rusya, Türkiye, Polonya, Balkanlar, Orta Asya vb. ülkelere saldırdı. Rus kapitalizmi böylece emperyalist hale geldi; tekelci sermaye ihraç edildi ve ihracatı militarizmle güvence altına alındı. Eski feodal güçlerle savaşmak ve silaha sarılmak yerine, burjuvazi Rus devletinin askeri aygıtını kullanarak genişledi ve büyüdü.

Ancak bu genişlemenin sınırları 1905’te ortaya çıktı. Rus militarizminin Japonları yenememesi, bu dışa açılmanın yararsızlığını kanıtladı. Ancak sermayenin hayatta kalabilmesi için kendi ağırlığı altında çökmemesi için sürekli büyümesi ve genişlemesi gerekiyordu. Bu yüzden burjuvazi dikkatini içe çevirdi. Çarlık egemenliği altındaki kalan pazarları ele geçirmenin daha iyi olacağına karar verdiler. 1905 devrimi bir burjuva devrimiydi; burjuvazi ve feodal güçler cesurca savaştılar, ancak sonunda burjuvazi devlet iktidarını ele geçiremedi ve sözde “Duma” gibi siyasi-ekonomik kırıntılarla yetinmek zorunda kaldı.

Eski feodal güçler ve burjuvazi, hayatta kalmak için savaşa ihtiyaç duyuyordu, başka savaşlar olmadan hayatta kalamazlardı. Eski feodal güçler, ya Rus militarizminin gücünü pekiştirmek ya da yükselen burjuvazinin öfkesiyle yüzleşmek zorundaydı; burjuvazi ise ya Çarlık egemenliğinin sınırları dışına yayılmaya devam etmek ya da devrimin zorluklarına hazırlanmak zorundaydı. Benzer ama farklı dramlar Avrupa’nın dört bir yanında yaşandı. Tüm emperyalistler, dünyayı yeniden bölüşmek, sömürünün ganimetlerini yeniden paylaşmak istiyordu. Çarlık, egemenlik alanını genişletmek ve kendine daha büyük ganimetler sağlamak için can atıyordu. Böylece Birinci Dünya Savaşı başladı.

Savaş, Rus İmparatorluğu için tam bir felaket oldu. Rusya, beceriksiz bir dev, tam bir ahmak ve tam bir başarısızlık olduğunu kanıtladı. Rus ordusu, Alman ordusunun balyozuyla karşı karşıya kaldığında cam gibi paramparça oldu. Rus militarizmi, emperyalizmin talep ettiği sürekli genişlemeyi sağlayamayacağını bir kez daha kanıtladı. Savaşın neden olduğu aşırı üretici güçler ve krizler, üretim ilişkilerinin barajını bir anda patlattı. 1917’de, önce Rus burjuvazisi feodalizmin kalıntılarına karşı bir mücadele başlattı. Ardından, proletarya, Kızıl Ekim’in parladığı ve insanlığa şanlı bir umut getirdiği yeni bir şafağı müjdeledi. Bolşevik devrimi hem tarihsel bir zorunluluk hem de proleter bir devrimdi, ancak tüm bunlara rağmen, koltuklarında oturan infantilistler [“sol” komünizme atıf yapılıyor. Ed.] bunu kesin bir şekilde inkar ediyorlar!

Devrim kendisi maddi, tarihsel bir zorunluluktu, ancak başarısı garanti değildi. Başarısı, Bolşeviklerin ve özellikle Lenin’in özenli çalışmaları sayesinde elde edildi. Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri, öncü partinin, güçlü örgütlenmenin, doğru çizginin ve sürekli eğitim ve ajitasyonun sayesinde oldu. Bu, Nepal’de devrim mücadelemizde bizi bekleyen görevdir.

Çin ve emperyalist çevredeki koşullar:

Çin’in maddi koşullarını ve devrimi mümkün kılan faktörleri net bir şekilde anlamak, Nepal’deki bizler ve dünyanın birçok yerindeki yoldaşlarımız için kesinlikle gereklidir. Çünkü Çin’in koşulları, bugün birçok emperyalist çevre ülkesinin koşullarını yakından yansıtmaktadır. Çin devriminin gösterdiği model, Hindistan, Filipinler ve Türkiye’deki birçok devrim için büyük ilham kaynağıdır. Bunun nedeni, bu ülkelerin koşullarının Çin’inkine benzer olmasıdır. Nepal’deki kendi devrimci deneyimimiz, bu modelin Nepal’in koşullarına az çok uygulanabilir olduğunu kanıtladı. Bu nedenle, Çin devrimini yakından incelememiz gerekiyor ve burada sunulan özet, bu deneyimin ayrıntılı bir incelemesi için hiçbir şekilde yeterli değildir.

Çin’in yarı feodal bir ülke olduğu bilinen bir gerçektir. Yarı sömürge: Peki Çin doğrudan sosyalizme geçebilir miydi? Kesinlikle hayır! Çin devrimi öncelikle sosyalist bir devrim değildi; Yeni Demokratik bir devrimdi. Proletarya, köylüler, küçük burjuvazi ve ulusal burjuvazi ile birlikte sınıf düşmanlarını, yani toprak ağalarını ve yüksek burjuvaziyi ortadan kaldırdı. Peki bu devrime yol açan faktörler nelerdi; bu, Nepal ve diğer küresel güney ülkelerinin koşullarına nasıl uygulanabilir?

İronik olan – diyalektik bir ironi – emperyalizmin kendi olumsuzluğunu harekete geçirmiş olmasıdır! Emperyalistler uyuyan devi uyandırdı; aşağılanma yüzyılından önce Çin’in üretici güçleri o kadar gelişmiş değildi, Çin burjuvazisi de eski feodal lordlarla başa çıkabilecek kadar güçlü değildi. Çin pazarlarını zorla açarak – bu pazarı mallar ve sermaye ile doldurarak – Çin’in üretici güçlerini büyük ölçüde geliştirdi ve feodalizmle yüzleşmeyi maddi bir zorunluluk haline getirdi.

Emperyalistler, kendi yıkımını maddi olarak başlatmakla kalmadılar, aynı zamanda Çin halkına emperyalizmi paramparça eden ideolojik kılıcı da verdiler. Çin’in ezilen sınıflarının sınıf düşmanlarını ezmelerini sağlayan nesnel, maddi faktörü değil, aynı zamanda öznel faktörü de ihraç ettiler. Dahası, burjuvazinin ideolojisini (liberalizm) ve proletaryanın kurtuluş doktrinini (komünizm) ihraç etti: nesnel ve öznel; maddi koşullar ve teori. Emperyalistler, kendilerini asacağımız ipi bize sattılar!

Yüksek burjuvazinin entrikalarıyla uyanmış, güçlenmiş ulusal burjuvazi, feodalizm tarafından ezildiğini fark etti ve kurtuluş doktrinleri olan liberalizm ve komünizmle silahlandı. Bu, öncelikle Sun Yat-sen ve Kuomintang (KMT) tarafından temsil edildi. Bu ilerici burjuva güçler feodalizme karşı bir saldırı başlattı ve 1911’de onu nominal olarak devirdi. 1911’de KMT feodalizmi ortadan kaldırmış gibi göründü, ancak Mao’nun gösterdiği gibi, gerçekte durum böyle değildi. Ancak KMT, komprador/bürokrat burjuvazinin baskıcı doğasını (çünkü liberalizmleri nedeniyle ciddi şekilde engelleniyorlardı).

Gerçekte, feodalizm ve şimdi daha da önemlisi emperyalizm gerçekten ortadan kaldırılmamıştı. Çin Komünist Partisi (ÇKP) işte bu bağlamda sahneye çıktı! Bu noktada KMT’nin liberalizmi modası geçmiş ve nihayetinde gerici hale geldi. Bu, çeşitli savaş ağalarına karşı KMT ile ilk Birleşik Cephe’nin kurulduğu dönemdir. Ancak, gerici, faşist (çünkü liberalizm faşizmin ılımlı kanadıdır) KMT, 1927’de birçok komünisti ihanet ederek katletti ve bu da bağımsız komünist mücadelesini ateşledi.

Çin devriminin tüm kapsamı — her MLM’nin incelemesi için kesinlikle gerekli olmasına rağmen — bu makalenin kapsamının çok ötesindedir. Bununla birlikte, şu soru ortaya çıkıyor: Çin devrimi burjuva-demokratik ve sosyalist değilse, Çin nasıl sosyalist oldu?

Ulusal burjuvazinin, kendilerini sömüren iki parazit, yani emperyalistler ve feodal toprak sahiplerine karşı nasıl ve neden ayaklandığını gördük. Ancak bu tek başına devrime proleter bir karakter kazandırmazdı — bugün Mali veya Burkina Faso’da olduğu gibi bir durum ortaya çıkardı. Burjuva-milliyetçi devrime proleter bir karakter kazandırmak için ikinci faktör, yani öznel faktör gereklidir. Burjuva-milliyetçi devrimin proleter bir karakter kazanması, yalnızca ÇKP’nin ve dolayısıyla proletaryanın önder rolü ve Marksizm-Leninizm biliminin sayesinde olmuştur. Bu, devrim sonrası sosyalizme geçişin barışçıl olduğu anlamına mı geliyor? Hayır, hiç de değil! Çin deneyimi, “barışçıl geçiş”in, “sosyalizmi ilerletmek için hiçbir şey yapmama”nın revizyonist bir ifadesi olduğunu kanıtladı.

Devrim sonrası devlet – esas olarak proletarya tarafından kontrol edilen – doğası gereği bir şiddet aracıdır. Dahası, burjuvazi iktidarı barışçıl bir şekilde teslim etmedi. Halk Cumhuriyeti’nin demokratik diktatörlüğünü yıkmak için her yolu denediler. Bu yıkım ve altüst etme, anti-sağcı kampanyayı ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’ni (BPKD) gerekli kıldı. Geçiş süreci acı bir sınıf mücadelesiyle geçti; sınıf antagonizmalarının uzlaşmazlığının bir sonucu olan devletin varlığı, sosyalizm altında sınıf mücadelesinin sürdüğünü kanıtladı. “Barışçıl geçiş”in tek yolu, burjuva diktatörlüğünü “proletarya diktatörlüğü” olarak adlandırmak ve sınıf mücadelesini “barış içinde bir arada yaşama” ile değiştirmektir. Sonuçta, geçiş Komünist Parti sayesinde mümkün oldu: ÇKP olmasaydı, yeni Çin de olmazdı.

Çin devrimini mümkün kılan nesnel ve öznel faktörler bunlardı. Burjuva-demokratik devrim, sosyalizmin daha sonraki inşasına bu şekilde yardımcı oldu. 1956-1976 yılları arasında Çin Halk Cumhuriyeti, inkar edilemez bir şekilde sosyalistti! Komünist Parti, güçsüz proletaryanın kontrolü ele geçirmesini ve sosyalizmi başlatmasını sağlayan bastondu.

  1. yüzyıl sosyalizmi neden çöktü?

Tarihin en büyük trajedilerinden biri, dünün sosyalizminin yavaş yavaş çözülmesidir. 1953 yılına gelindiğinde, komünist hayalet dünyanın üçte birinde gerçek, somut bir biçim kazanmıştı. Berlin’den Pyongyang’a kadar dünyanın büyük bir kısmı kızıla boyanmıştı. Sonra, dünya proleter hareketi birbiri ardına geri çekilmek zorunda kaldı; kırılgan karton kuleler, kapitalist restorasyonun kasırgasıyla yerle bir oldu. Çekiç ve orak bayrağının dalgalandığı Berlin’de, şimdi onun yerini faşist-Siyonist bayrağı aldı.

Ancak, Nepal’de hepimizin acı bir şekilde farkında olduğu bu tür gerilemeler, bizim cesaretimizi düşürmüyor. Proleter hareketin, gelgitler gibi inişli çıkışlı olduğunu biliyoruz; ancak her düşüşümüzde hareketimiz daha da güçleniyor ve bir gün bir tsunami gibi yükselip emperyalizm pisliğini silip süpüreceğiz! Her düşüşten ders alıyoruz; 20. yüzyılın gerilemelerinden de ders alıyoruz.

Marksizmin gelişimi, her şey gibi, diyalektik olarak ilerliyor. Yanlış görüşler ve çizgiler aşılır ve daha doğru, bilimsel olanlar onların yerini alır. Bu tür hatalarla yüzleşmekten çekinmemeliyiz; Marksizm bilimi ancak bu sınırlamalarla yüzleşerek ilerleyebilir.

  1. Diğer ‘Marksist’ teoriler:

Sosyalizmin çöküşünün nedenini bulma yolculuğumuz, öncelikle Marx’ın diğer sözde müritleri tarafından ortaya atılan teorilerin değerlendirilmesiyle başlamalıdır. Böyle bir görevde kaçınılmaz olan önyargılara rağmen, değerlendirmemizde olabildiğince adil ve objektif olacağız. Marx’ın “gerçek müritleri”, “ortodoks Marksistler” ile başlamalıyız. Gururlu Kautskyciler, Marxist ortodoksluğa bağlılık adına Marksizm’i en çirkin şekillerde çarpıtan öğretmenlerinden ilham alırlar.

Kautskycilerin argümanı, bir tür utangaç liberalizmdir; kendini liberal olarak adlandırmamakla birlikte liberal çizgide ilerler. Pannekoek’un Kautsky’nin pasif radikalizmine yönelik eleştirisi, Kautsky’nin “hiçlikçiliğine” yönelik bir eleştiri olmalıydı; Marksist olduğunu iddia etmesine rağmen Marksist değildir; pratikte liberaldir, ancak öyle olmadığını iddia eder. Kautskyci argüman iki yönlüdür: Birincisi, Bolşevik devriminin proleter bir devrim olmadığını, maddi olarak imkansız olduğunu savunurlar. Yukarıda bunların neden yanlış olduğunu gördük. İkincisi, demokrasi eksikliği olduğunu ve bunun da çöküşe yol açtığını iddia ederler. Kautskyciler “demokrasi” ile parlamenter sistemin yokluğunu kastediyorsa, o zaman SSCB ve ÇHC suçlu demektir! Ancak, mesele Sovyet demokrasisi, yani proleter demokrasiyse, gerçeklerden daha uzak olamazlar! Tarih, bu “argüman”ın yanlışlığını kanıtlamaktadır. Proleter demokrasi, dünyadaki en gelişmiş demokrasiydi.

Dogmatik sapkınların (ah, ne ironik!) “argümanlarını” gördük; şimdi de dogmatizmlerinde daha kararlı olanların argümanlarına bakmalıyız. Ancak, bu revizyonizm okuluna, ondan önceki okuldan çok daha fazla saygı duyduğumu belirtmeliyim. Elbette “sol” komünistlerden bahsediyorum.

İnfantilistler, eski sosyalizme karşı çocukça bir dizi argüman ortaya attılar. Ancak, tüm bu argümanlar ikiye indirgenebilir: Birincisi, Bolşevik devriminin aslında bir burjuva devrimi olduğu ve ikincisi – ki bu aslında birincisinin devamıdır – Stalin’in devrime ihanet ettiği ve bundan sonraki tüm devrimlerin “Stalinizm” koktuğu için bu devrimlerin de oportünist olduğu. Burada, infantilistlerin [“sol” komünistlerin, ed.] dikkatini iki kafa karıştırıcı olguya çekiyoruz. Birincisi, burjuva olduğu söylenen SSCB, burjuvaziyi mülksüzleştiriyordu! Dolayısıyla burjuvazi kendini mülksüzleştiriyordu; kendini ortadan kaldırmakla tehdit ediyordu! Bu, ikinci argüman için de geçerlidir. Eğer her yerde devrimci hareketin mezarını kazanlar, lanetlenen “Stalinistler” ise, o zaman neden burjuvaziyle savaşıyorlar? Stalin neden NEP’i sona erdirip kolektifleştirmeyi başlattı ve böylece burjuvaziyi mülksüzleştirdi? Infantilistlerin [“sol” komünistlerin, ed.] cevapları her zaman sorudan uzaklaşıyor gibi görünüyor? inkârlarını haklı çıkarmak için bütün teorik çerçeveleri inkâr ediyor ve uyduruyorlar.

Hayır, infantilist [“sol” komünist, ed.]  yoldaşlarımızda gerçek bir teorik açıklama bulamıyoruz. Bunun yerine, Troçkistlerin teorisine bakalım. Onlar bize yozlaşmış işçi devleti teorisini sunuyorlar. Argüman şöyledir: Stalin’in zaferiyle devlet bürokratları iktidara geldi ve işçi devletini gerici bir yola sokarak yozlaşmasına yol açtı. Infantiller [“sol” komünistler, ed.] gibi, her devrim nefret edilen Stalinizm koktuğu için proleter devrimler olamazdı. Ya da bu devrimler de kendi bürokrasisinin ağırlığı altında çöken işçi devletleri yarattı.

Öncelikle, bürokratlar sorununun çok gerçek bir tehdit olduğu söylenmelidir. Lenin bile Devlet ve Devrim’de bu konuda uzun uzun uyarıda bulunmuştur. Bürokratizm, devlet var olduğu sürece var olan bir kötülüktür ve sosyalist dönemin tamamı için bir tehdittir. Öyleyse Troçkistler ne öneriyor? Devrimden hemen sonra bürokratları ve dolayısıyla devleti ortadan kaldırmak! Bu, sadece ince bir örtüyle kaplanmış anarşizmdir! Devlet, kendisinin doğasında var olan antagonizmler ortadan kalkıncaya kadar, yani komünizm gerçekleşene kadar yok olamaz; dolayısıyla bürokrasi de ortadan kaldırılamaz. Bürokratları bir anda ortadan kaldırmayı düşünmek, saf ütopya! Bu Marksist değildir!

Dahası, bu sözde “teoriyi” 20. yüzyılın sosyalizminin savunucuları olan Stalin ve Mao’yu karalamak için kullanıyorlar. Stalin ve Mao’yu bu saçma ütopik-anarşist teoriyle karalamaya çalışmanın sorunu, bunun işe yaramamasıdır. Yozlaşmış işçi devleti hakkındaki tüm bu saçmalıklarda, burjuvazinin mülksüzleştirildiğini ve maddi koşulların iyileştiğini göz ardı ediyorlar. Evet, bu gelişmeler ileride daha fazla çelişkiye yol açar, ancak bu çelişkiler ancak sosyalizm altında var olabilir, bu da onların teorisinin aptallığını kanıtlar!

Ne yazık! Yüzlerce şekle bürünen Troçkistler bile bize bir cevap veremedi! Belki de çöküşün tüm önemli sorularına cevap bulmak için sözde “Leninist yoldaşlara” bakmanın zamanı gelmiştir. Bu “yoldaşlar” bize 1917’nin ateşinin tamamen sönmediğini söylüyorlar. Proletaryanın küresel bir geri çekilmeye zorlanmadığını, hala tarihi bir ilerleme içinde olduğumuzu, kapitalist saldırganlığa karşı dimdik durduğumuzu söylüyorlar.

Ancak bu Kruşçevciler ve Brejnevcilere, bir başka eşit derecede şaşırtıcı keşfi göstermeliyiz: Bu ülkelerin işlerini yönettiği söylenen proletarya, burjuvazinin onları sömürmesine izin vermekle kalmıyor, burjuvaziyi “komünist” partilerine bile alıyor! Proletarya, ücretli emek, meta üretimi ve burjuva haklarının diğer kalıntılarını kademeli olarak ortadan kaldırmıyor, aksine bunları ikiye katlıyor. “Tüm iktidar sovyetlere” sloganı, “Tüm iktidar revizyonist partiye” sloganına dönüştürülmüştür. Bu, ya proletaryanın sınıf bilincinden ve bilimsel sosyalizmin titizliğinden yoksun olduğu ya da proletaryanın burjuva haline geldiği anlamına gelmelidir!

Dolayısıyla, tüm bu açıklamaların ve teorilerin yetersiz olduğunu görüyoruz. Sonuçta, Marksizmin tüm çarpıtmaları yetersizdir. Yetersiz kalırlar çünkü Marksizmin sağlam, maddi temelinden uzaklaşır ve idealist hayallere sürüklenirler. Marksizm’den uzaklaşıldığı veya revize edildiği anda, başarısızlık kaçınılmazdır.

Çöküş:

Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin yozlaşması ve çöküşünden önceki drama, bir Yunan trajedisinden farksızdır. Kahramanımızın hamartia’sı, [trajedisi anlamında, ed.] onu başlangıçta kurtaran şeyden başka bir şey değildir. Bu tarihi trajedi, belki de destansı bir döngüye layıktır. Bu konuya hak ettiği değeri vermek için nehirlerce mürekkep dökülebilir; burada ele alınan, dünün sosyalizminin çöküşünün kapsamlı veya kısmi bir anlatımı değildir. Bir kez daha, her MLM’nin konuyu tam olarak incelemesi, böylece gerçek boyutunun anlaşılabilmesi için tavsiye edilir. Bununla birlikte, aşağıda, dünün sosyalizminin çöküşüne yol açan nedenlerin sadece kısaca anlatılması amaçlanmıştır.

İlk neden olan bürokrasinin yozlaşması, teorik ve pratik olarak, 1956’da Kruşçev’in karşı devrimiyle başlamıştır. Kruşçev, herhangi biri gibi, daha geniş eğilimlerden tamamen kopuk bir şekilde rastgele hareket etmemiştir. Kruşçev darbesi, devlet bürokratlarının tam bir teslimiyetiydi. Ancak, Stalin döneminde bile, Beria gibi figürlerin başını çektiği bir sağcı eğilim yükselişteydi. Stalin, tüm erdemlerine rağmen, bu sağcı eğilimi zamanında fark edemedi ve bastıramadı. Aksine, faşist saldırganlık karşısında bu eğilimi destekledi. Bu, Stalin’in en büyük hatalarından biriydi ve hiçbir zaman düzeltilmediği için Sovyet sosyalizmini esasen mahvetti. Stalin bu gidişatı tersine çevirebilirdi. Muhtemelen niyeti de buydu. Ancak Stalin 1953’te öldü.

Kruşçev döneminde iktidara gelen ve Stalin’in adını karalayan tam da bu sağcı eğilimdi. “Stalinizm’den arınma” adı altında proletarya iktidarını zayıflatacak birçok değişiklik yapıldı; Sovyetler devrimci canlılıklarından mahrum bırakıldı — etkisiz hale getirildiler. Burjuva sağa serbestlik verildi ve kapitalist üretim biçimi, tarım reformları, Kosigin reformları ve nihayetinde perestroyka ile bir kez daha önü açıldı. Yeni yüksek burjuvazi haline gelen bürokratlar bu reformlardan büyük fayda sağladı. Bu nedenle Mao, “SSCB bugün burjuvazinin diktatörlüğüdür (…)” şeklindeki açıklamasında haklıydı. Mao, dönek Brejnev ve SSCB’yi kınamakta haklıydı. SSCB aslında 1956’da çöktü; içi çoktan boşalmıştı; 1991’de parçalanan sadece kabuğu, yani cephesiydi. Sosyal sosyalizm, SSCB’nin 20. Parti Kongresi sırasında öldü!

Ancak bu, şu soruyu akla getiriyor: Neden revizyonist bürokratlar cepheyi yıkıp gerçek niyetlerini ortaya çıkarmadılar? Çünkü sermayenin bestesi ve koreografisiyle “sosyalizm” dansını yapmak, başlangıçta bürokratların yararına idi — aynı şekilde, “sosyalizm” teriminin burada, Nepal’de popüler olması da öyle. Bunun iki nedeni var. Birincisi, devlete meşruiyet ve süreklilik hissi verdi. İkincisi, 1950’lerde “sosyalizm” son derece popülerdi, ancak sonraki yıllarda revizyonistler sosyalizmin adını çamurla bulaştırarak lekelediler ve modern devrimcilerin işini daha zor hale getirdiler. Bunu duyan bazıları “idealizm!” diye haykırabilir, ancak gülünç siyasi biçim, yani cepheye ilişkin sorulan soru, zorunlu olarak “idealist”tir. Eğer soru siyasi sistemin maddi özüne ilişkin olsaydı, o zaman onun burjuvazinin diktatörlüğüne nasıl dönüştüğünü zaten göstermiştik. Sonunda, revizyonistlerin eylemleri nedeniyle “sosyalizm” kitlelerin gözünde şeytanlaştırıldı ve böylece bu siyasi biçim bürokratların işine yaramaz hale geldi.

Bürokratik revizyonizm, pratikte Sovyetlerin giderek güçsüzleşmesine, yolsuzluğun artmasına vb. yol açtı. Bu, bürokratlar ile kitleler arasındaki çelişkiyi daha da keskinleştirdi. Bu çelişki sonunda antagonistik hale geldi. Bu antagonizm, dış faktörler tarafından daha da keskinleşti (ancak bu tek başına neden değildi). Bu, 1980’lerin sonlarında görüldüğü gibi grevler, ayaklanmalar ve protestolar gibi halkın hoşnutsuzluğuna yol açtı. Bu faktörler Doğu Avrupa’da da etkili oldu.

ÇHC’de de benzer bir drama yaşandı. ÇKP’nin sağ kanadındaki bürokratlar, yani Deng Xiaoping ve Liu Shaoqi, Mao hayattayken sosyalizmi yıkmaya çalışarak burjuva karargahları kurdular. Bu burjuva karargahları partinin birçok önemli pozisyonunda yer alıyordu. Bürokrasi hızla Sovyet tarzı revizyonizme dönüşüyordu. Çin, sosyalizm ve kapitalizm arasında bir dönüm noktasında bulunuyordu. Mao da bu tehlikeli durumun farkındaydı.

Mao bu tehlikelerin farkındaydıysa, neden Çin sosyalizminin tersine dönmesini engellemek için harekete geçmedi? Elbette harekete geçti! BPKD’ni mümkün kıldı; ancak Mao, ÇKP’nin sol kanadı ve Kızıl Muhafızlar sadece semptomları teşhis ettiler, hastalığın kendisini değil. BPKD’nin görünürdeki başarısızlığının temel nedeni budur. Mao’nun ve bugüne kadar çoğu Maoistlerin analitik sınırlılığı, parti-devlet içindeki belirli bürokratları saldırmalarıdır. Sorun Liu Shaoqi veya Deng Xiaoping — şu veya bu bürokrat — değil, bürokrasinin kendisidir! Devletin varlığının ve dolayısıyla parti bürokrasisinin gerekli olduğu kesinlikle doğrudur; ancak bu biçimin geçici doğası nedeniyle, bu kaçınılmaz olarak belirli sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır. BPKD, belirli revizyonistlere yönelik bir saldırı olarak değil, revizyonizmin kendisine yönelik bir saldırı olarak görülmelidir; yozlaşmış veya dejenere bürokratlara değil, bürokrasiye kendisine yönelik bir saldırı olarak. Kitlelere devrimci ruhu aşılamak, onları idari görevlerle güçlendirmek ve her şeyden önce bürokrasinin proleter kalmasını sağlamak.

Kızıl Muhafızlar’ın bürokrasiye değil, sadece şu ya da bu bürokratlara saldırmasının nedeni tam da bu hatadır. Sonuç olarak, 1976’da Mao’nun ölümünden sonra, bürokratlar ÇKP’nin sol kanadı ve “dörtlü çete”ye karşı acımasız bir darbe düzenledi. Sovyetler Birliği’ndeki Kruşçevciler gibi, iktidara geldiler ve sosyalizmi hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde yok ettiler. Ve böylece Çin sosyalizmi çöktü.

Bürokratlar ve kitleler:

Bir sonraki yazımızda Troçkist revizyonizmi tekrarlamakla suçlanacağımızı biliyoruz, ancak Troçki’den temelden farklıyız. Biz tamamen Maoist bir çerçeve içinde hareket ediyoruz. Temel farklılıklar üç yönlüdür: Birincisi, Troçki bürokrasinin doğası gereği kötü olduğuna inanırken, biz bu algıya karşı çıkıyoruz; ikincisi, onlar “teorilerini” Mao ve Stalin’in sosyalizmine saldırmak için kullanırken, biz kullanmıyoruz; son olarak, onlar anarşist bir şekilde bürokrasinin derhal feshedilmesini savunurken, biz savunmuyoruz. Bilim, nihai olarak ideolojiden epistemolojik bir kopuşun ürünüdür.

Teori ve pratik, aynı bütünün iki çelişkili yönüdür; aynı diyalektiğin iki kutbu veya Lenin’in dediği gibi, “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz.” Teori ve pratik, karşılıklı bir ilişki içinde birbirine bağlıdır. Teori pratikten türetilir ve pratik teorinin geçerliliğini doğrular. Dolayısıyla, sosyalizmin çöküşü, apaçık bir şekilde, sosyalist örgütün çürümesi ve sosyalist teorinin revizyonudur. Sosyalist örgütler revizyonist teori tarafından felce uğratılır ve teori, örgütün yozlaşmasıyla etkisiz hale gelir. Her ikisinin çöküşünün kaynağı tek bir kaynaktır: bürokrasinin yozlaşması. Bu tür oportünizmin kaynağı bürokrasi ya da bürokratların kendileri değil, sermaye karşısında etkisiz kalmalarıdır.

MLM anlayışında, sosyalizm olarak adlandırılan şeyin, proletarya diktatörlüğü ve üretim araçlarının proletarya devleti tarafından toplumsallaştırılması ile karakterize edildiğini anlamalıyız. Sosyalizm, burjuva, yani değişim değeri ilişkilerini tek seferde ortadan kaldırmaz. Emtia biçimi, para biçimi ve değer biçimi ortadan kalkmaz, bunun yerine işçi devleti tarafından düzenlenir. Ücretli emek ve sermaye arasındaki çelişki sosyalizm altında da varlığını sürdürür; bu çelişki zayıflamaz, aksine sermaye son demlerini yaşarken daha da şiddetlenir! Bürokratları bu bağlamda ele almalıyız.

Mao, “burjuvazi partinin içindedir” demişti, ancak bu bir soyutlamadır. Kuşkusuz, burjuva çizgisinin temsilcileri “parti içindeki burjuvazi”yi oluşturuyordu, ancak ekonomik olarak burjuvazi, parti-devlet bürokrasisinden ortaya çıktı. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, ÇKP’nin burjuva olması değil, bağımsız ulusal sermayenin üzerinde egemenlik kuran parti-devlet aygıtı aracılığıyla burjuva haline gelmesidir.

Sosyalizmde bürokrasi, işçi sınıfının, proletaryanın ileri öncüsünün üyeleridir. Ancak, sermaye üzerinde egemenlik sahibi bir konuma yerleştirildikleri için ücretli emekten yabancılaşırlar. Bu, revizyonizmin maddi kökeni, bürokrasinin yozlaşmasının kaynağıdır. Onlar, küçük burjuvazi gibi, ücretli emek ve sermaye arasında kararsız bir konumdadırlar. Bu çelişkinin çözümü — nihai çözümü — devrimdir: Kültür Devrimi! Sosyalizmde ücretli emek ile sermaye arasındaki antagonizmanın çözümü, kendisine atfedilen bir dizi işleve ek olarak, ancak Kültür Devrimi ile mümkündür.

Kültür Devrimi, ücretli emeğin uzun süreli mücadelesini sürdürmesini sağlar. Proletarya diktatörlüğü, sermayenin saldırısına sürekli maruz kalır: eski burjuvazinin kalıntıları, yabancı emperyalistler ve bürokrasi. Proleter bürokratlar ücretli emekten giderek daha fazla yabancılaşırken, giderek daha burjuva hale gelirler; yeni bir burjuvazi olarak ortaya çıkarlar. Bunun önlenmesi için, devrimci, sınıf bilincine sahip proletarya bürokrasiye saldırmalıdır. Yoldan sapmış bürokrasiyi, tekmeleyip bağırarak, ücretli emeğin çıkarlarıyla yeniden uyumlu hale getirmelidir. Kültür Devrimi — toplumun demokratikleşmesi — onlara bunu yapma imkânı ve gücü verir.

Sonuç:

Özetle, bu makalede aşağıdakiler ortaya konmuş ve kanıtlanmıştır:

  • Hem Çin hem de Rus devrimleri sosyalizmi kurmuş ve bunu maddi koşulları sayesinde başarmışlardır, böylece devrimlerin yalnızca en gelişmiş ülkelerde ortaya çıkabileceği şeklindeki ortodoks dogmayı çürütmüşlerdir.
  • Revizyonistlerin teorileri saçmadır ve Marksist değildir.
  • Sosyalizm, bürokrasinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Siyasi olarak, sosyalizm altında burjuvazi, burjuva çizgisinin savunucularını oluşturur; ekonomik olarak, burjuvazi, gerileyen bir devlet olarak geçici doğası nedeniyle, parti-devletin aygıtının içinden çıkar.

Kaynak: https://moolbato.com/2025/07/67237

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu