DünyaGüncel

ÇEVİRİ | Devrimci Hareketi Yeniden Kurun!

"Komünist parti militan bir parti olmalıdır. İradesini askeri olarak uygulayabilmeli ve buna istekli olmalıdır."

[Bu makale Ishan Maharjan tarafından yazıldı ve Nepal Devrimci Komünist Partisi’nin moolbato.com/ sitesinde yayınlandı. Özgür Gelecek okurları için çevirdik.]


Önsöz

Nepal’deki devrimci hareketin büyük gerilemeler yaşadığı bilinen bir gerçektir. Bunun başlıca nedeni, elbette, hareketin liderlerinin ihanetidir. Ancak, bu tür gerilemeler devrimci hareketin gelişimi sürecinde doğal ve kaçınılmazdır; işler asla doğrusal bir şekilde, bir başarı diğerini takip edecek şekilde ilerlemez, aksine diyalektik bir şekilde ilerler. Bu nedenle, umudumuzu asla kaybetmemeliyiz: hareketimizin başarısı tarihsel bir kaçınılmazlıktır. Bu, dünya çapındaki devrimci hareketin tarihi tarafından doğrulanmıştır. 1905’teki Rus devrimi başarısızlıkla sonuçlandı, ancak 1917 devrimleri sadece monarşinin yıkılmasıyla kalmadı, aynı zamanda ilk sosyalist devletin kurulmasına da yol açtı. Aynı şekilde, devrimimiz o dönemin hain liderleri tarafından engellendi, ancak hareketimiz devam ediyor.

Karşılaştığımız aksiliklere rağmen, Nepal’deki hareket büyümeye devam ediyor — şu anda taktiksel bir geri çekilme içinde olsa da. Dolayısıyla soru, devrimci hareketin düzeltilip yeniden yapılandırılıp yapılandırılamayacağı değil (çünkü bu tarihsel bir kaçınılmazlıktır — proletarya yükselen sınıftır), daha çok nasıl düzeltileceğidir. “Nasıl” sorusu, her Nepal komünistinin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi durmaktadır. Bu makalede tam da bu soruyu inceleyeceğiz.

Genel olarak, yeniden yapılanma birbirine bağlı iki biçim almalıdır. Bunlar: teorik yeniden yapılanma ve düzeltme ve politik düzeltme ve yeniden yapılanma. Bu düzeltme ve yeniden yapılanmanın ardından, Nepal komünist hareketi eski halinin küllerinden bir Anka Kuşu gibi yükselecektir. Mevcut toplumu alevler içinde yutacak ve onu cam gibi yeniden şekillendirecektir.

Bu iki düzeltme neden gereklidir? Çünkü bunlar, devrimin öznel faktörünün gücünü belirleyen alanlardır. Diğer objektif faktör ise toplumun çelişkilerinin sonucudur ve bu nedenle, az ya da çok, bizim kontrolümüz dışındadır. Öznel faktör, sınıf bilinci ve örgütlenmeden oluşur ve bu nedenle, az ya da çok, bizim kontrolümüz dahilindedir. Öznel faktörü geliştirmek için nihayetinde bu şeyler gereklidir ve tarih bunların gerekliliğini kanıtlamaktadır.

İlk olarak doğru çizgi ve program gereklidir. Bu, devrimci hareketin doğru yönlendirilmesi için gereklidir; doğru bir çizgiye sahip olmadıkça devrimci hareketi güçlendiremez ve zafere taşıyamayız. Almanya’da, sosyal demokratların siyasi ve örgütsel gücüne rağmen, devrimi gerçekleştiremediler. Bunun nedeni, teorik olarak Enver Hoca’nın “işçi sınıfının burjuva partileri” olarak adlandırdığı şeye dönüşmüş olmalarıdır. Menşevikler, Bolşeviklerle benzer örgütsel güce sahiptiler, ancak teorik yetersizlikleri nedeniyle Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’ni gerçekleştiremediler. Marx, çizgi ve programın öneminin çok iyi farkındaydı, bu yüzden Gotha Programı’nı acımasızca eleştirdi.

İkincisi, güçlü siyasi örgütlenmedir. Program ve çizgi devrimci hareketin enerjisi ve ruhu ise, siyasi örgütlenme onun devrimci enerjisini ortaya çıkarmasını sağlayan kemikler, kaslar ve sinirlerdir. Mao’nun deyimiyle bunlar “devrimin üç sihirli değneği”dir: Öncü parti, Birleşik Cephe ve Yeni Kurtuluş Ordusu. Devrimci hareketin teorik iradesine yerleşmiş devrimci enerji, bu üç temel ve vazgeçilmez siyasi örgütlenme kolu sayesinde pratik ve maddi bir temele kavuşur. Almanya’da KPD, güçlü bir siyasi örgütlenmeye sahip olmadığı için devrimci hedeflerini gerçekleştiremedi. Bu, yoldaş Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un ölümcül hatasıydı.

Nepal’deki devrimci hareketin şu anki üzücü durumu, teorideki bazı hatalı yönlerin ve zayıf siyasi örgütlenmenin sonucudur. Devrimci hareketin bu üç omurgası güçlendirilebilirse, zaferimiz kaçınılmazdır! Önümüzde sosyalizm ya da barbarlık seçeneği vardır. Tüm hareketin bu hatalı yönleri düzeltilebilir, konumumuz sağlamlaştırılabilirse, sosyalizmi gerçekleştireceğiz; aksi takdirde barbarlığa sürükleneceğiz.

Teorik yeniden yapılanma:

Hareket olarak topluca ele alınması gereken, teorik açıdan son derece önemli sorular vardır. Bu teorik soruların önemi küçümsenemez. Bu son derece önemli sorularla yüzleşmeden, doğru ve net bir teorik vizyon oluşturmak mümkün değildir. Ancak, burada ele alınan soruların buzdağının sadece görünen kısmı olduğu belirtilmelidir. Hareketi aşağıya çeken birçok yanlış görüş vardır ve bu görüşlerin dayattığı zincirlerden kurtulmak için bu soruları çözmeliyiz. Ancak, tüm bu soruların özü şudur: Marksizm mi, revizyonizm mi? Bu tür sorular ortaya çıkmaya devam edecektir: Sınıf mücadelesi var olduğu sürece, çizgi mücadelesi de var olacaktır ve o zaman bile, soru proleter çizgi mi, burjuva çizgi mi, Marksizm mi, revizyonizm mi şeklinde özetlenebilir. Marksizm mi, revizyonizm mi?

Modern Nepal komünizminin tüm önemli soruları, Marksizm veya revizyonizm gibi temel biçimlere indirgenebilir. Ancak bu ifadenin nüansını anlamamız gerekir; çünkü Marksizm yaşayan bir bilimdir. Bilim, değişmez bir dogma değildir; sürekli değişime tabidir. Değişime direnmek diyalektik değildir, bilimsel değildir ve bu nedenle Marksist değildir. Dogmatizm, Marksizm disiplininde tamamen istenmeyen bir şeydir. Dogmatizm, diyalektik olmamasıyla, ironik bir şekilde, Marksizmin temel özünü revize eder ve bu nedenle revizyonisttir. Bugün Marksizm, Marksizm-Leninizm-Maoizm (MLM) anlamına gelir; bu bilimin temel ilkelerine bağlı kalmalıyız, ancak bir bilim olarak, onun sürekli geliştiğini anlamalıyız. Marksizm, MLM’ye evrimleşmiştir. MLM’nin dogmatik revizyonizmi, bu nedenle Marksizmin kendisinin reddi haline gelir!

Marksizm bilimi, ilkesiz revizyon ve dogmatizm arasında bir yol izler. Her ikisi de tehlikelidir, ancak ilki ikincisinden daha tehlikelidir. Nepal’deki her gerçek komünistin karşı karşıya olduğu bazı ilgili soruları incelerken, ilkesiz revizyon ve dogmatizm arasındaki çizgiyi aşmamaya dikkat etmeliyiz.

Prachanda Yolu

Nepal halk savaşı sırasında, parti içinde birçok kişi arasında yanlış bir görüş gelişti. MLM’nin Nepal koşullarına uygulandığında yeni bir bilimsel ifadeye kavuştuğu görüşü. Bu ifade, sözde “Prachanda Yolu” idi. O zamandan beri birçok kişi bu görüşü terk etse de, bazıları, özellikle NKP(MM) [Nepal Komünist Partisi (Maoist Merkez), ed.] içindekiler, hâlâ bu görüşe bağlı kalmaktadır. Bu bilimsel ilerlemenin halk savaşının deneyimlerinden doğduğu söyleniyordu. Ancak, bu “teori”nin savunucularının çoğu, bu ilerlemelerin ne olduğunu doğru bir şekilde açıklamakta başarısız oldular.

MLM’nin üç bileşeni: diyalektik materyalizm, politik ekonomi ve bilimsel sosyalizm tamamen durgun kaldı. Yeni hiçbir şey ortaya konmadı. Sonuç olarak, bu teorinin savunucuları, bunun “Nepal’in koşullarına uygulanan MLM” olduğunu iddia ettiler. Ancak bu, MLM’nin kendisidir! MLM’nin hazinesine hiçbir teorik katkı yapılmadan, böyle bir iddia nasıl ortaya atılabilir? İşte o zaman bu “teorik ilerleme”, gerçek çirkin yüzünü gösterdi: MLM’nin bilimine değil, tek bir adama, Prachanda’ya bağlılık.

MLM’nin çarpıtılmasının grotesk gerçeği, Prachanda ve Babburam Bhattarai’nin, devrimci hareketin çeşitli üst düzey liderleriyle birlikte, komprador/bürokrat burjuvazinin oportünist uzantılarına dönüşmesiyle gerçek yüzünü gösterdi. Nepal komünizminin bu Yahuda’ları, MLM’nin temel ilkelerini tamamen reddeden yeni bir teori ortaya attılar: sözde “Demokratik Cumhuriyet”. Halkın Demokratik Diktatörlüğünden önce gelen bir toplumsal gelişme aşaması.

O zaman şu soru ortaya çıkıyor: Prachanda çetesi böyle bir “teori” için ne tür bir teorik gerekçe sunuyor? Halkın demokratik diktatörlüğü, ulusal ve küçük burjuvazinin, köylülerin ve başlıca proletaryanın, toprak ağası sınıfının ve yüksek burjuvazinin kalıntıları üzerinde kurduğu bir diktatörlüktür. Devlet, sınıf karşıtlıklarından doğar; mutlaka bir egemen sınıf ve bir ezilen sınıf vardır. Bu “yeni teorik ifade” altında hangi sınıf egemen olur? Eski ezilen sınıflar mı? Elbette hayır! Öyle olsaydı, bu bir halkın demokratik diktatörlüğü olurdu! Prachanda kliğinin bize sattığı şey, “kurtuluş”un yüzeysel görünüşü altında gizlenmiş baskıdır.

Prachanda yolunun pratikte ne anlama geldiğini zaten gördük: MLM ve devrimci harekete tam ve kesin ihanet. Bu Yahudalar kurtuluş savaşını durdurdu, eski gerici güçlerle el ele verdi ve sonunda hareketi tasfiye ederek eski güçlerle birleşti. NKP(MM) işçi sınıfının burjuva partisidir; teslimiyetçi bir sosyal faşist partidir ve nitelik olarak örneğin Nepal Kongresi’nden hiçbir farkı yoktur. Prachanda yolu, MLM’nin reddi anlamına gelir. MLM olmak, Prachanda yolunu reddetmek demektir.

Prachanda yolunun yoldaş Mao’nun mezarına tükürdüğü bir başka alan da barışçıl geçiş meselesidir. Sosyalizme barışçıl geçişin tamamen imkansız olduğu bir gerçektir. Önceden var olan devlet aygıtı önce parçalanmalı, sonra da çökmekte olan yeni bir devletle değiştirilmelidir. Mao, Kruşçev ve diğerlerinin revizyonist yozlaşmasını uzun uzadıya eleştirdi. Bu, Lenin ve Mao tarafından açıklığa kavuşturulmuş bir sorundur. Her ikisi de, önce Bernstein’ın revizyonunda, ardından K. Kautsky gibi İkinci Enternasyonal’in teorisyenlerinin eserlerinde ve nihayet Kruşçev’de çirkin yüzünü gösteren “barışçıl geçiş”in gülünç imkansızlığını apaçık ortaya koydu. Yine de, MLM’nin tüm önemli teorisyenlerinin “barışçıl geçiş”in küçük burjuva hayali olduğunu açıkça ve yüksek sesle ilan etmelerine rağmen, bu dönekler çarpıtmalarını açıkça ve gururla evrensel gerçekmiş gibi ilan ediyorlar!

Duymak istemeyenlerin, sağırdan daha az duydukları açıktır! Nepal’deki başbakanından Katmandu belediye başkan yardımcısına kadar tüm revizyonistler, emperyalizmin ve bürokratik kapitalizmin köpekleridir. Prachanda yolu, tüm bu tür “yollar”, ‘düşünceler’ ve “izmler” gibi, Nepal’e tamamen uygulanamaz. Yol göstericimiz, olması gerektiği gibi, Marksizm-Leninizm-Maoizm’in devrimci bilimidir. Marksizmin bilimsel gelişimi adına, bu dönekler hareketimizi paramparça etmek, emperyalistlerin bizi yutmasını kolaylaştırmak için zayıflatmak istiyorlar! Mussolini’nin faşizme düşüşünün, sınıf işbirliği lehine sınıf mücadelesinden vazgeçmesiyle başladığı bilinen bir gerçektir. Oysa Prachanda yolunun misyonerleri tam da bu sınıf işbirliğini vaaz ediyorlar! Hain ve eski Marksist Prachanda, NKP(MM) içindeki müritleriyle birlikte o kadar yozlaşmış ki, “sosyalist yönelimli ekonomi” anayasal çizgisinden memnunlar. — Sanki sosyalizm sadece kilit sanayi dallarının kamulaştırılmasıymış gibi! (Ki bizde öyle bir şey bile yok!!!)

Prachanda yolu, Marksist hareketin diyalektik olarak ortaya çıkardığı en grotesk çarpıtmadır. Saygıdeğer Başbakan (bu, Prachanda’nın başbakan olduğu dönemde yazılmıştır) revizyon krallığının yeni taç giymiş kralıdır; bu krallık Bernstein tarafından kurulmuş, Kautsky, Kruşçev, Deng Xiaoping tarafından genişletilmiştir… Sonuçta Prachanda, bizim için Kautsky’nin Lenin için olduğu gibidir: bir dönek, düşmüş bir yıldız.

Maoizm mi, Mao Zedong Düşüncesi mi?

Marksizm-Leninizm-Maoizm (MLM) ve Marksizm-Leninizm Mao Zedong Düşüncesi (ML-MZD) aynı şey midir? Bu soruyu sormak, esasen Çin Komünist Partisi (ÇKP) ile Filipinler Komünist Partisi’nin (CPP) aynı olup olmadığını sormaktır. Bunlar nitelik olarak farklıdır! İkisini aynı şey olarak karıştırmak, yoldaş Mao Zedong’un başarılarını ve ilerlemelerini çarpıtmak demektir. Devrimci Enternasyonalist Hareket’in (DEH) kuruluşundan ve Gonzalo’nun Peru’daki, Charu Mazumdar’ın Hindistan’daki, İbrahim Kaypakkaya’nın Türkiye’deki ve Jose Maria Sison’un Filipinler’deki mücadelesinden bu yana, ikisinin farklı olduğunu biliyoruz. Maoizm, bu çeşitli devrimci hareketlerde sapmacılara ve tasfiyecilere karşı verilen acı bir iki çizgi mücadelesinin sonucu olarak ortaya çıktı. Bu mücadeleler, Marksizmin üçüncü ve daha yüksek aşaması olan MLM’nin doruk noktasına ulaşmasına yol açtı.

MLM ile ML-MZD arasındaki fark sadece yüzeysel değildir; aynı şeyi ifade eden iki ayrı isim değildir. MLM ve ML-MZD bugün iki farklı şeydir. Bu hem süreklilik hem de kopuştur. Leninizmin devrimci özünün sürekliliğidir, Leninizmin bayrağı altında devrimci teorilerin sürekliliğidir, yani öncülük, emperyalizm teorisi, hegemoni teorisi vb. Bunların tümü Lenin tarafından üretilmiş ve/veya Leninistler tarafından detaylandırılmıştır. Ancak bu, 20. yüzyılın ikinci yarısında Leninizmin yozlaşmasından da bir kopuştur. Bu yozlaşma, günümüzde revizyonist komünist partiler arasında her yerde görülmektedir, ancak en derin şekilde Sovyetler Birliği’nde görülmüştür.

Aynı şekilde, Lenin bir Marksistti ve polemikleri Marksizmi savunuyordu, Mao bir Leninistti ve polemikleri Leninizmi savunuyordu. Ancak bugün Leninist olmak, Maoist olmak anlamına gelmektedir. Maoizm, Leninizmin kalbinde bulunan devrimci özün devamıdır; ancak, bugün “Leninizm” adı altında bilinen oportünizmden bir kopuştur. Nepal’de çok iyi bildiğimiz bir oportünizm.

MLM, ML-MZD’den gelişmiştir. Sonuç olarak, ikisi arasında çeşitli benzerlikler vardır. Bu benzerlikler arasında şunlar sayılabilir: Çelişki yasasının önceliği, Yeni Demokrasi Teorisi, Büyük Proleter Kültür Devrimi Teorisi, vb. Bunlar, Başkan Mao’nun Marksizm’in hazinesine ekledikleridir. Ancak Maoizm, Mao Zedong’un düşünceleriyle aynı değildir — her ne kadar ona çok benziyor olsa da, aynı şey değildir. Maoist gelenek, şu anda sürekli gelişen bir gelenektir; Mao’nun düşüncesi, nihayetinde Maoizm’e dönüşmüştür.

Maoizm ve Mao Düşüncesi’nin niteliksel olarak farklı olduğunu ipso facto [otomatik olarak, ed.] belirtmek yeterli değildir. Her bilimsel ilke gibi, bunun da kanıtlanması gerekir. Lenin’in düşüncesi, Marksizm’in Rusya’nın maddi koşullarına uygulanmasıydı, bu tohum daha sonra Stalin ve Komünist Enternasyonal tarafından evrenselleştirildi. Mao’nun düşüncesi, Leninizm’in Çin’in maddi koşullarına uygulanmasıydı. Daha sonra, Mao Zedong düşüncesi, genel olarak küresel güneyde uygulanan Leninizm haline geldi. Ancak bu, daha sonra yoldaş Gonzalo, yoldaş Sison, Perulu, Hintli, Filipinli, Türk yoldaşların çabaları ve hatta eski Nepal Maoistlerinin (maalesef komünist yolu terk etmiş olan) mücadeleleriyle evrenselleştirildi. Kısacası, DEH’in çabalarıyla evrenselleştirildi. Onlar Maoizmi Marksizmin daha yüksek bir aşaması olarak kurdular. Fark, basitçe söylemek gerekirse, evrenselleştirmedir. Mao Zedong Düşüncesi evrenselleştirilmemiştir; sadece küresel güney için geçerlidir, bu geleneğin teorisyenleri evrensel bir sistem geliştirmemiştir. Maoizm ise evrenseldir.

Bugün, her yerdeki Leninist partiler sosyal faşizme yozlaşmış; işçi sınıfının burjuva partileri haline gelmiştir (Hocaistlerin çabalarına rağmen). Leninizm öldü, yaşasın Leninizm; Leninizm bugün yeni bir şekil aldı, devrimci özü yeni bir biçim aldı — yani Maoizm. Her yerde gerçek devrimci Leninist partiler eski dış görünüşlerini döküyor ve kelebekler gibi kozalarından çıkarak yeni devrimci Maoist partiler olarak ortaya çıkıyor. Maoizm veya Mao Düşüncesi sorunu, devrim veya revizyonizm sorununa indirgenebilir.

Bu, ÇKP ile FKP arasındaki farktan daha iyi ifade edilemez. Biri sosyal emperyalist bir parti, diğeri devrimci bir parti. Biri ML-MZD’ye bağlı, diğeri MLM’ye. Bu nedenle, böylesine temel bir noktada uzlaşma sağlayamayız, sağlamamalıyız. Bu sadece bir isim meselesi değil, hareketin devrimci özü meselesidir.

Ancak, bazı uyarılar var! Özellikle pratik önemi olan sorularla ilgili olanlar! İsimler, şeyleri tanımlamak için kullanılan terimlerdir. Onlar tamamen toplumsal, tamamen idealdir. Şeylerin isimlerinden ayrı bir varlığı vardır. Bir şey, sadece ismiyle başka bir şey haline gelmez: Prachanda kendini Maoist olarak adlandırabilir, ama bu onun aslında bir sosyal faşist olduğu gerçeğini değiştirmez. Hindistan kendini “sosyalist” olarak adlandırabilir, ama bu onun gerçekte kapitalist, yayılmacı bir güç olduğu gerçeğini değiştirmez. ‘Maoist’ terimi tek başına hiçbir anlam ifade etmez! Bu terim, devrimci Marksizm’i Lenin’in “yasal Marksizm” olarak adlandırdığı şeyden, FKP’yi ÇKP’den ayırdığı ölçüde önemlidir. Birisi kendini Maoist olarak adlandırmadan Maoist olabilir, tıpkı kendini Maoist olarak adlandırıp hain olabileceği gibi (tıpkı bizim başbakanımız gibi). İsimler, şeyleri tanımlamaları açısından önemlidir. İsimler değişebilir; bu nedenle önemli olan devrimci özüdür, bizim hareketimizdeki bazılarının yaptığı gibi “Ben MLM’yim, bu yüzden senden daha kutsalım!” diye ilan etmek değildir. Biz MLM’yi, bu devrimci özü savunduğumuz ölçüde savunuruz, başka hiçbir şeyi değil.

Devrimimizin karakteri

Nepal devriminin alacağı biçim, büyük ölçüde Nepal’in maddi koşullarına bağlıdır. Nepal’in koşulları nelerdir ve daha iyi bir yarın için bu koşulları nasıl iyileştirebiliriz? Nepal’in ilerici hareketini ilgilendiren tam da budur. Partinin, okul çocuğu gibi tozlu eski kitapları ezberlemek yerine, Nepal’in somut koşullarıyla yüzleşme zamanı gelmiştir. Nepal’in “yarı feodal ve yarı sömürge” olduğunu söylemek, eleştirel olmayan bir dogma haline gelmiştir. Ancak bu dogmayı daha yakından incelemeliyiz; somut koşulların somut analizini yapmalıyız!

Nepal’in koşulları nelerdir? Bu soru, devrimimizin karakterini belirleyen sorudur. Geçmişte, Nepal’in yeni bir demokratik devrime mi yoksa bilimsel sosyalist devrime mi ihtiyacı olduğu konusunda acı mücadeleler yaşandı. Bu, Nepal’in koşullarına ilişkin iki farklı analizden kaynaklanıyor: Nepal yarı feodal mi yoksa kapitalist mi? Nepal’in maddi koşullarını dikkatle analiz etmeliyiz. Nepal’in gerçekten yarı feodal mi yoksa kapitalist mi olduğunu gerçekten araştırmalıyız.

Bunu yapmak için iki şeyi araştırmalıyız: Birincisi, ürünlerin toplumda dağıtılma biçimi, ikincisi ise artı emek sömürüsünün gerçekleştirilme biçimi. Bunlar, emekçi sınıflarından artı emek sömürüsüne dayanan tüm üretim biçimlerinin iki belirleyici özelliğidir. Emek ürünleri salt ve basit kullanım değerleri mi? Nepal bağlamında hayır, değiller. Nepal’deki neredeyse tüm ürünler meta, yani kullanım değeri, değişim değeri ve değer içeren ürünlerdir. Nepal’de genel meta üretiminin hakim olmadığı uzak köyler var mı? Nepal, dağlık ve tepelik bir ülke olup köyleri dağınık olduğundan, böyle köylerin varlığı neredeyse yadsınamaz; ancak Maoist olarak, bir bütünün karakterini belirleyenin birincil unsur olduğunu biliyoruz. Böylece, değer yasasının ve meta formunun, başka bir deyişle, sınırsız burjuva hakkının Nepal ekonomisini domine ettiğini görüyoruz. Sonra, Nepal’in ekonomik temelinin, yarı feodal ya da kapitalist olsun, emekçi kitlelerden artı emek sömürüsüne dayandığı açıktır. Ancak soru, bu artı emek nasıl sömürülmektedir? Nepal’de haraç sistemi hâlâ devam ediyor mu? Açıkça hayır; Nepal’de var olan angarya sisteminin kalıntıları, halk savaşının devrimci dalgasıyla silinip gitti. Bir buçuk milyon hane halkının topraksız çiftçi olduğu gerçeği hala geçerli olsa da, şu soruyu sormak gerekir: onların artı emek gücü nasıl sömürülüyor? Bu emek gücü, onlara ücret ödeyen burjuva (feodal değil) toprak sahipleri tarafından artı-değer olarak sömürülüyor. Onlar toplu olarak ücretli kölelere dönüştürüldüler.

“O halde, açıkça sosyalist bir devrime ihtiyacımız var!” Durun, bitirmedim! Nepal sermayesinin feodal üretim ilişkilerini ortadan kaldırmak üzere olduğuna hiç şüphem yok; ancak Nepal ekonomisinde feodalizmin ekonomik kalıntıları neredeyse hiç yok! — ve bir ancak var — bu henüz üst yapıda bir dönüşüme dönüşmedi. Bu değişim, ekonomik temelin geçirdiği muazzam dönüşümün gerisinde kalan devlette özellikle etkili olmamıştır. Devlet aygırı yarı feodal olmaya devam etmektedir ve bu yadsınamaz bir gerçektir: bürokratlar ve politikacılar, yarı feodal statükoyla işbirliği içindedir. Burjuva-demokratik devrim, yarı feodal devlet aygırını henüz yıkmamış ve onun yerine kapitalist devlet aygıtını koymamıştır.

Dahası, Nepal kapitalizminin doğal bir gelişme sürecinden geçmediğini anlamalıyız. Nepal kapitalizmi bugün grotesk bir komprador kapitalizmdir. Bu kapitalizm, üretim güçlerimizin gelişmesine hiçbir şekilde yol açamaz; küresel kuzeyde olduğu gibi, kitlelerin büyük kesimlerini hiçbir şekilde özgürleştiremez. Aksine, bu komprador kapitalizm, Nepal toplumunun toplumsal emek gücünün ruhunu ve üretici gücünü ayakları altında ezmektedir. Yoldaş Sison’un da belirttiği gibi, küresel güneyin ulusal sermayesi, yabancı tekelci finans sermayesiyle kaynaşmıştır. Bu, gerçek ulusal sermayenin gelişimini engeller ve dolayısıyla üretim güçlerinin gelişimini de engeller. Bu nedenle, sadece kalan yarı feodal devlet aygıtını yıkmakla kalmamalı, aynı zamanda komprador kapitalizmi de yıkmalıyız. Bunu yapmalı ve ulusal sermayemizin gelişmesine izin vermeliyiz, ardından sosyalizmi inşa etmek için ortak çabalar göstermeliyiz. Nepal Halk Cumhuriyeti’ni inşa etmeliyiz.

Bu nedenle, Nepal devriminin, bizim devrimimizin karakterinin sosyalist değil, yeni demokratik olduğu açıktır. Nepal’in artık ekonomik olarak yarı feodal olmadığı için yeni bir demokratik devrime ihtiyacımız olmadığını söylemek metafiziktir. Bu, sahte Marksist bir analize (anti-Marksist bölücülerinin analizine) dayanan revizyonist sahte Marksist bir sonuçtur.

Siyasi Yeniden Yapılanma:

Teori, devrimci hareketin özü, ruhudur. Ancak fikirler tek başlarına maddi gerçekliği değiştirmez; fikirler maddi bir güç tarafından maddi gerçekliğe çağırılmalıdır. Fikirler ancak bu maddi gücü kullanarak maddi gerçekliği şekillendirir. Gerçi, gerçekte bu fikirler bile önceden var olan maddi gerçekliğin yansımalarıdır; Marksist ontolojinin tam bir açıklaması bu makalenin kapsamını çok aşar, ancak bu temel öncül anlaşılmalıdır.

Marksizm teorisi — devrimci bilim — maddi gerçeklikte maddi bir güç tarafından harekete geçirilmedikçe hareketsizdir. Bu maddi güç, politik bir güçtür. Ücretli emek ve sermaye arasındaki küçük çatışmalarla başlayan, ancak daha sonra kooperatifler ve sendikalar, en sonunda da öncü parti şeklinde örgütlenen işçi sınıfı mücadelesi gibi. Benzer şekilde — ve bu gelişmeye paralel olarak — Marksizm de politik bir güç olarak giderek daha fazla örgütlenir. Bu artan örgütlenme, hareketimizin başarısı için gereklidir.

Bu, devrimci partiyi, birleşik cepheyi ve Halk Kurtuluş Ordusu’nu devrimin üç sihirli değneği olarak belirleyen Mao tarafından kesin olarak anlaşılmıştı. Bunlar, işçi sınıfı mücadelesinin en yüksek ifadesidir; ulusal sınıf mücadelesinin en yüksek ifadesidir. Siyasi bir güç olarak hareketimizin başarılı olması için, bu üç devrim aracını geliştirmek gerekir.

Pratik ve politik olarak, bu devrim araçlarının geliştirilmesi için hangi önlemler alınabilir; bunlar nasıl geliştirilebilir? Bizim amacımız bu sorulara cevap vermektir. Ancak, burada da sorular sınırlıdır; hareketimizin karşı karşıya olduğu gerçek zorluklar ve olası çözümler, maddi gerçeklik ve sınıf mücadelesinin tezahürü kadar çeşitlidir.

1- Nepal Devrimci Komünist Parti Etrafında Birleşin

Kitlelerin devrimci siyasi iradesinin en yüksek ifadesi, öncü partidir. Bugün Nepal’de birçok sözde “komünist” parti vardır. Bunlardan sadece biri gerçekten devrimcidir. Bu parti, Devrimci Komünist Parti, Nepal (NDKP) ‘dir.

Nepal’in başlıca komünist partileri, yani CPN(UML), CPN(MC) ve CPN(US), işçi sınıfının sosyal faşist burjuva partilerine dönüşmüştür. Emperyalizm karşısında ilkelerinden vazgeçmiş ve yalakalığa düşmüşlerdir. Bu partiler yozlaşmış ve karşı-devrimci hale gelmiştir. Komünistler olarak sosyalizmi gerçekleştirme umudumuz varsa, bu partileri terk etmeliyiz. Sosyalizmi alay konusu haline getiren bu sosyal faşist parazitler, güçlü çekiç ve orakla ezilmeli ve yok edilmelidir. Mevcut iktidardaki parazitlere karşı her türlü mücadele yöntemini kullanmak, gericilere karşı isyan etmek kadar doğrudur! Bu partilerdeki tüm komünistler, faşizmin karanlığını terk etmeli ve NDKPnin komünist kızılını benimsemelidir.

NDKP dışındaki Dialectical Society [Diyalektik Toplum, ed. ] gibi küçük gerçek komünist gruplar, devrimci partilerle el ele vermelidir ve eski bölücüler mezhepçiliğini bir kenara bırakmalıdır. Bölünme hareketimizi zayıflatır; parti, sosyalizmi kurmak için eylemler gerçekleştirebileceğimiz birleşik bir siyasi platform oluşturmamızı sağlar. Bu gruplar arasındaki küçük ideolojik ve diğer siyasi ayrılıklar, çizgi mücadelesi yoluyla çözülebilir. Bu ayrı grupların hedefleri ve özlemleri NDKP’nin bayrağı altında gerçekleştirilebilir; tüm gerçek komünistler bu bayrak etrafında birleşmelidir.

NDKP’nin Nepal komünist hareketinin en devrimci partisi olduğunu iddia etmek yeterli değildir. Prachanda da aynı şeyi iddia edebilir ve hepimizi “bölücüler” ve “yıkıcılar” olarak nitelendirebilir; bir şeyi iddia etmek onun geçerliliğini kanıtlamaz. En önemli şey, iddiayı kanıtlamaktır, ya da başka bir deyişle: “Hic rhodus! Hic salta!” [Latince bir deyim: “İşte Hendek İşte Deve” ya da “Halep Oradaysa Arşın Burada” anlamında kullanılıyor ed.] NDKP’nin iddiasını ne doğruluyor? Onun devrimci olduğunu ve Prachanda’nın devrimci olmadığını ne doğruluyor? Mesele üç parçaya ayrılıyor: MLM, Program ve seçim karşıtlığı.

İlk olarak, eski NKP-Maoist’in bir kolu olan parti, başından beri MLM’yi devrimci yol göstericisi olarak benimsemiştir. Bilimsel sosyalizmin en yüksek aşaması olan MLM, başından beri partinin çalışma tarzı olmuştur. Partinin halk savaşının ardından ortaya çıkışı, liderliğin devrimci yola olan kararlılığını göstermektedir. Parti, Prachanda’nın gerilemesinin farkında olduğu için ondan ayrılmıştır. Prachanda kliğinin devrimi feshettiğini ve gericilerle birleşerek kitlelere ihanet ettiğini biliyorlardı. Sonuç olarak, demokratik merkeziyetten kopup ayrılmaktan başka seçenekleri yoktu. Bu, devrimci yola bağlılıklarını göstermektedir.

İkincisi, parti programı doğru devrimci tavrı göstermektedir. Bu ifade, “nasıl?” sorusunu akla getirmektedir. Esasen, parti programı Nepal hareketiyle ilgili üç kritik alanda doğrudur. İlk nokta Yeni Demokrasi’dir; parti, Nepal’in koşullarını doğası gereği yeni-sömürge olarak doğru bir şekilde tanımlamakta ve bu durumun yeni demokratik, yani burjuva-milliyetçi devrimi gerektirdiğini belirtmektedir. İkinci nokta, partinin Nepal’i çeşitli iç uluslardan oluşan bir ülke olarak doğru bir şekilde tanımlamasıdır. Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını doğru bir şekilde savunmaktadır. Çeşitli milliyetlerden oluşan bir ülke olarak, bu soru son derece önemlidir. Üçüncü nokta, politik ekonomi ile ilgilidir. Parti, Nepal sermayesinin yabancı tekelci finans sermayesi tarafından zincirlenmiş olduğunu ve sosyalizme geçmeden önce kapitalist (yeni demokratik) bir gelişme aşamasından geçmesi gerektiğini doğru bir şekilde savunmaktadır. Ayrıca, mümkün olan en geniş ölçüde otarşi [“bağımsız ekonomi politikası” anlamında, ed.] çağrısında bulunmaktadır.

Son olarak, parti doğru bir anti-seçimci tutum benimsemiştir. Bu çekimserlik, seçim taktiğine karşı aşırı solcu bir tutumdan değil, bugünkü Nepal’in özel koşullarını anlamaktan kaynaklanmaktadır. Seçimlere katılmanın burjuva pisliğine katılmak anlamına geldiğini anlamaktan! Seçimcilik, komünistler için iki amaca hizmet eder: kitlelerin siyasi olgunluğunu ölçmek ve ajitasyon platformu olarak. Ancak, bugünün Nepal’inde kitleler burjuva seçim saçmalıklarına olan inancını tamamen yitirmiştir; herhangi bir seçimci politika partiyi sadece itibarsızlaştırır. “Seçim hazırlığı mı, devrim hazırlığı mı?” sloganı bugün Nepal’de gerçeğe dönüşmüştür. Aslında, seçimci bir politikanın komünistlere engel olmak yerine yardımcı olacağı çok az ülke vardır. Seçimçiliği reddederek, NDKP silahla siyasi iktidarı ele geçirme tutumunu teyit etmiştir.

2- Birleşik Cephe’yi yeniden canlandırmak

Birleşik Cephe (BC), devrimci parti ile gevşek bir şekilde bağlantılı çeşitli örgütlerden oluşur; devrimci parti ile ittifak halindeki geniş ilerici grupların koalisyonudur. Ancak, ulusal örgütler, sendika örgütleri, öğrenci örgütleri vb. dahil olmak üzere tüm bu örgütlerin kendi hedefleri vardır. Parti, parti ve cephe örgütlerinin çıkarlarının belirli noktalarda örtüşmesi nedeniyle Birleşik Cephe’ye bağlıdır. Örneğin, parti ve bir sendika, işçi hareketinin hedefleri açısından genel olarak birleşiktir; ya da tarihsel bir örnek olarak Çin’de ÇKP ve Kuomintang arasında oluşturulan anti-Japon Birleşik Cephe verilebilir.

Ancak, ortak bir cephede geniş çapta birleşmiş olsalar da, her örgüt kendi bağımsız hedefleri, motifleri ve taktikleri vardır. Bu örgütlerin hedefleri, motifleri ve taktikleri, genel olarak ilerici ve bazen parti ile örtüşse de, zaman zaman partinin hedeflerinden, motiflerinden ve taktiklerinden farklılaşacaktır. Örneğin, bir cephe örgütü seçimci olabilirken, parti seçim karşıtı bir tutum sergileyebilir; bu durum, örneğin Filipinler’de oldukça sık görülür. Bu farklılıklar, cephe içindeki demokrasi ruhu içinde hoş karşılanmalıdır.

Ancak, nihayetinde bu farklılıklar, parti ile cephe örgütleri arasındaki bir çelişkiyi ifade eder. Bu çelişkiler olmasaydı, birleşik cephe de olmazdı. Ancak bu, şimdilik ikincil bir çelişkidir. Birleşik cephe her zaman zorunlu olarak bir şeyin lehine veya aleyhine bir cephedir; örneğin, faşizme karşı birleşik cephe veya çalışma gününün azaltılması için birleşik cephe. Dolayısıyla, birincil çelişki, cephe ile diğer (gerici) gruplar arasındaki çelişkidir. Bu çelişki çözüldüğünde, birleşik cephe ya varlığını sürdürür ya da dağılır; bu, söz konusu çelişkinin özel karakterine bağlıdır.

Kuşkusuz, cephenin varlığının devamı parti için önemlidir. Birleşik Cephe, partiye güç verir ve kitleleri seferber etmeye yardımcı olur. Öyleyse, karşılıklı anlaşmazlık noktası, yani ortak nokta çözüldükten sonra ittifakın varlığını nasıl sürdürebiliriz? Parti ile örgütler arasındaki çelişki, iki zıt kutup ve iki zıt hedef içerir: partinin çevresindeki örgütleri kendi etrafında eşmerkezli bir şekilde merkezileştirme eğilimi; çeşitli örgütlerin de iktidarı kendi içlerinde merkezileştirme ve dolayısıyla partinin bakış açısından iktidarı merkezden uzaklaştırma eğilimi. Bu çelişki, cephe ile gericiler arasındaki birincil mücadele arka planda sürerken ortaya çıkar. Ancak, cephenin varlığını sürdürmesini istiyorsak, bu ikincil çelişkiyi anlamak çok önemlidir.

Bu çelişki, devrimci bir şekilde çözülmek isteniyorsa, cephenin varlığını sürdürmesi için iki karşıt kutbu uzlaştırmalıdır. Dahası, bu uzlaşma cepheyi güçlendirir ve gerici düşmanlarımızı yenmemizi sağlar. Bu çelişkiyi çözmenin yolu, birleşik eylem ve bağımsız örgütlenmedir.

Birleşik eylem, örgütlerin ve partinin her zaman birlikte hareket etmesi anlamına gelir. Herhangi bir ortak eylemden önce, parti ve örgütler arasında bir konsensüs olmalıdır; elbette, herhangi bir örgütsel eylem hariç. Bu eylemler ortak ve birleşik olmalıdır; birleşik eylemde güç vardır; her grubun bağımsız hareket ettiği bölünmüş, dağınık eylemler, gericiler tarafından istismar edilebilecek zayıflığa yol açar. Bu nedenle, ortak çıkar alanlarında birleşik eylemler ve birleşik kararlar çok önemlidir.

Ancak örgütler bağımsız kalmalıdır. Her örgütün bağımsız kimliği ve örgütsel egemenliği korunmalıdır. Örgütler bağımsız olduklarında güçlüdürler; dış etkilerle yozlaştıklarında zayıflarlar. Birleşik eylemler sırasında güçlerinin toplamı ortaya çıkabilmesi için güçlü cephe örgütlerine ihtiyacımız var.

Cephe örgütleri genel olarak üç geniş gruba ayrılabilir. Bunlar: yüksek devrimci örgütler, genel olarak ilerici örgütler ve nispeten geri örgütlerdir. Yüksek devrimci örgütler teorik olarak en bilgili, çok devrimci ve emperyalizm, komprador kapitalizm ve ataerkil sisteme karşıdır. Bu örgütler en yakın müttefiklerimizdir. Genel olarak ilerici örgütler, ilerici olmakla birlikte devrim konusunda belirsiz ve bu nedenle kararsız olan örgütlerdir; reformist olabilirler ve yalnızca mevcut koşulların iyileştirilmesini isteyebilirler. Bunlar, eğitim ve propaganda çalışmalarıyla ilerletilebilir. Nispeten geri örgütler, yalnızca belirli konularda işbirliği yaptığımız örgütlerdir. Tamamen reformisttirler ve mevcut koşullarda çok az değişiklik isterler. Bunlar, mücadele şiddetlendiğinde hemen teslim olacaklardır; yılanın derisini gibi döküleceklerdir ve buna izin verilmelidir, çünkü bunlar birleşik cepheyi sadece engeller.

Devrimci örgütlerle yakın işbirliği içinde olmalıyız ve hatta onları devrimci saflarımıza katmaya çalışmalıyız. İlerici örgütler kararsız bir konumdadır ve onları eğitmeye çalışmalıyız. Gerici örgütler, mücadele şiddetlendiğinde bizi terk edeceklerdir.

Bu önlemler, birleşik cephesini güçlendirmek için gereklidir. Birleşik Cephe, gericilerle tek başımıza mücadele etmekten çok daha etkili bir şekilde mücadele etmemizi sağlar. Bu nedenle, onu güçlendirmeliyiz. Güçlendirin ve devrime doğru kararlı adımlarla ilerleyin!

3-Militanlık

Kamu kurumu, devletin baskıcı aygıtıdır. Lenin’in belirttiği gibi, silahlı özel birimler ve hapishaneler vb. Bu kamu organı, egemen sınıfın silahlı kanadı, özellikle baskı uygulayan iki gruptan oluşur. Bunlar, egemen sınıfların kılıç ve kalkanı olan polis ve ordudur. Bunlar, iktidardaki domuzların sınıf diktatörlüğünü uygulayan köpekleridir. Devrim, güce güçle karşılık vermeli ve bu kamu organını ezmelidir; kitleler bizim tarafımızda olduğu için bunu kolayca başarabiliriz.

Ancak, hareket içinde şu anda yanlış bir görüş ortaya çıkmıştır. Bu görüş, ordunun ilerici bir güç olduğunu savunmaktadır; evet, egemen sınıfların ezilenleri yere sermek için kullandıkları çekiç “ilerici bir güç”tür. Bu bize Devlet ve Devrim’den şu ünlü alıntıyı hatırlatır: “Bütün sosyal şovenistler artık ‘Marksist’tir (gülmeyin!).” Orduyu ilerici olarak nitelemek, toprak sahiplerini “köylülerin kurtarıcıları” olarak nitelemekle eşdeğerdir; bu tamamen saçmadır!

Askerlerin ilerici olduğunu iki nedenden dolayı savunuyorlar: Birincisi, askerlerin sınıf kökeni tipik olarak köylü, işçi sınıfıdır; ikincisi, ilk Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) artık Nepal ordusuna dahil edilmiştir. Ancak bu, ordunun kurumunun benzersiz karakterini göz ardı etmektedir. Ordu, askerlerin sınıf karakterini silip süpürür ve onları soyut, tek tip robotlara dönüştürür. “Birey” olarak varlığı reddedilir ve geriye sadece egemen sınıfın silahlı kanadı, yani onların uşakları olarak şekillendirilen hamur kalır.

“Ordu ilerici” görüşünün savunucuları elbette ordunun ilerici olduğunu gösteren iki örnek vereceklerdir. Ancak, göstereceğim gibi, bu örneklerin o dönemin somut koşullarını göz ardı ediyor ve mekanik bir şekilde örnek olarak kullanıyorlar. İlk örnek, 1917’de Rus askerlerinin isyan edip Sovyetler’i kurmasıdır. Bu, Ekim Devrimi sırasında Bolşeviklerin konumunu daha da sağlamlaştırdı. İkinci örnek ise, 1919 Alman devrimini başlatan Kiel denizcileri isyanıdır.

Bu örneklerin sorunu, her ikisinin de savaş zamanında gerçekleşmiş olmasıdır. 1917’de isyan eden askerler, 1905’te protestoculara ateş açan askerlerin aynısıdır. Savaş, sınıf mücadelesinin doruk noktasıdır; emperyalizmin krizidir. Savaş, insanlığın gerçekliğini çıplak bir şekilde ortaya çıkarır. 1905’teki askeri disiplin, savaş nedeniyle 1917’de yıkıldı. Sadece savaş, askerlerin sınıf karakterini ortaya çıkardı, askerler ile subaylar arasındaki çelişkiyi şiddetlendirdi ve isyanla patlak verdi. Nepal’de bu koşullar mevcut değildir. Sınıf diktatörlüğünün baskıcı kolu olan orduyu “ilerici” olarak nitelemek burjuva bir çizgidir. Askerlerin devrimcilere katılacaklarını ummak son derece yanlıştır, özellikle de nihai analizde onlar bizim ilk düşmanlarımız olduğu için. Mevcut sınıf diktatörlüğünü yıkmak için önce onlarla savaşmalıyız.

Bu görüş tehlikelidir, çünkü [sahte, ed.] isyan umutlarına yol açar — askerlerin bizim tarafımıza geçeceğini ummaya. Birçoğunun geçmesi mümkündür, ancak buna güvenmek devrimci hareket için tehlikelidir. Ayrıca yeni kurtuluş ordusunun oluşumunda eksikliklere yol açar.

Yeni kurtuluş ordusu, devrimin üçüncü aracıdır. Sınıf diktatörlüğünün gücüne karşı savaşmamızı sağlayan silahtır. Değişimin ebesini doğurur. Parti şimdi devrimci mücadeleye hazırlanmalı, üyelerine savaş ve strateji sanatını öğretmelidir. Bu iki disiplin devrimci hareket için vazgeçilmezdir. Kitlelerin gücünü zincirlerini kırmak için yönlendirmemizi sağlar.

Hiçbir devrimci komünist şiddetin rolünü ve gerekliliğini inkar etmez. Komünist parti militan bir parti olmalıdır. İradesini askeri olarak uygulayabilmeli ve buna istekli olmalıdır. Doğrudan eylem, ajitasyonun en iyi yollarından biridir; doğrudan eylem militanlıkla güçlenir. Ancak, silaha sahip olmak ve onu zamansız kullanmak iki farklı şeydir. Yine de, silahlar parti için gereklidir.

Parti, yeni bir kurtuluş ordusunun oluşturulması ve geliştirilmesine başlamalıdır. Bu ordu eğitilmeli ve sıkı bir Maoist disiplin uygulanmalıdır. Partinin fiziksel eğitimi de genel olarak başlamalıdır. Bu girişimler, henüz başlangıç aşamasında olsa da, yeni bir demokratik devrimin temellerini atacaktır. Bu tür girişimleri maceracı, zamansız ve sapkın olarak nitelemek yanlıştır. Çünkü biz sadece temelleri atıyor ve militan bir örgüt geliştiriyoruz. Bu, öznel ve nesnel koşullara bakmaksızın bunların pervasız ve maceracı bir şekilde kullanılmasını savunmak anlamına gelmez. Silahlı mücadele öncesinde dikkate alınması gereken koşullar vardır. Bu tür girişimlere karşı çıkmak sağ sapmacılıktır, nesnel ve öznel koşullara bakmaksızın militan güç kullanmak ise “sol” sapmacılıktır. Ne kuyrukçuluk ne de komutçuluk yapılmamalıdır. Siyasi durum gizli faaliyetlere imkan vermektedir; militanlığın gelişmesi için bu imkanlardan yararlanılmalıdır.

Sonuç

Dolayısıyla, güçlü bir devrimci harekete sahip olmak için parti içi sert bir mücadeleye girmemiz ve birlik-mücadele-dönüşüm diyalektiğine göre ilerlememiz gerektiğini görüyoruz. Revizyonist teorileri reddetmekle birlikte, Nepal’in maddi koşullarını somut bir şekilde analiz ederek MLM’yi Nepal koşullarına uyarlamalıyız. Devrimci hareketi yükseltmemizi sağlayacak siyasi güçleri inşa etmeliyiz. Ancak bundan sonra komünizme kadar sürecek devrime doğru ilerleyebiliriz!

Kaynak: https://moolbato.com/2025/07/67360

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu