
Açıklama: Bu yazı ICOR (Uluslararası Parti ve Örgütler Koordinasyonu) tarafından Mayıs 2025 tarihinde çıkarılan “ICOR Online Filistin Dergisinden” Türkçeye çevrilmiştir.
El-Aksa Seli Savaşı, Filistin halkının Siyonist emperyalist işgale karşı yürüttüğü ulusal savaşlar zincirinin bir halkasını temsil etmektedir. Bu zincir 1920’deki Nabi Musa ayaklanmasıyla net bir şekilde başlamış ve o zamandan beri halkaları birikmiş, bazen yakın ardı ardına gerçekleşmiş, bazen de olayların zaman çizelgesinde daha uzak aralıklarla yer almıştır. El Aksa Tufanı en son (güncel) halkadır ve Siyonist varlıkla önceki tüm yüzleşmeleri aşan uzun suresiyle, askeri ve siyasi angajmanının yoğunluğuyla, her düzeyde yüklendiği ağır maliyetle, somut başarılarıyla ve ister destekleyici ister eleştirel olsun kışkırttığı sorular ve çeşitli tepkilerle ayırt edilir. Tüm bunlar, bu savaşı daha geniş bir mücadele içinde analiz etmeyi ve konumlandırmayı hem gerekli hem de elzem kılmaktadır. Böyle bir analiz, ilk olarak; savaşın meşruiyetini teyit etmeyi, ikinci olarak; başarılarını (veya başarısızlıklarını) ölçtüğümüz kriterleri belirlemeyi ve üçüncü̈ olarak; Siyonist varlıkla devam eden çatışmadaki stratejik konumunu tanımlamayı gerektirir.
I. Meşruiyet
Meşruiyet meselesi, Filistin halkının silahlı direnişini sürdürme hakkı ve görevi arasındaki bilinçli bağlantıya dayanmaktadır. Siyonist varlığa karşı en yüksek mücadele biçimi olarak ve bu yönde atılan her adımın zamanlama, uygulanabilirlik ve maliyet açısından incelenmesi ve analiz edilmesi ihtiyacı vardır. Silahlı mücadele doğaçlama veya keyfi bir eylem değildir; çatışmanın özellikleri, angajman kuralları ve ulusal, bölgesel ve uluslararası etkileri göz önünde bulundurularak her adım dikkatle ölçülmelidir. Bu bağlantı, herhangi bir direniş eyleminin meşruiyetini kendi özel zamanlaması ve bağlamı içinde belirlememizi sağlar. El Aksa Tufan Savaşının meşruiyeti üç temel ilkeden kaynaklanmaktadır:
1. Hak İlkesi: Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı, bu hak inkâr edildiği sürece tutarlı ve aktif bir ilkedir. Bu ilke, işgalin etkilerini tersine çevirmeye ve temel insan haklarını korumaya yönelik tüm ulusal direniş çabalarında somutlaşmaktadır. Uluslararası hukuk, sömürge yönetimi veya ırkçı rejimler altındaki halkların silahlı güç de dahil olmak üzere, mümkün olan her türlü̈ araçla direnme meşruiyetini teyit eden Saldırganlık Tanımının 7. Maddesi gibi bu hakkı güvence altına almaktadır. BM Genel Kurul kararları, özellikle 14 Aralık 1960 tarihli 1514 sayılı karar ve 13 Aralık 1973 tarihli ve 3103 sayılı karar, bu hakkı bağımsızlık ve kendi kaderini tayin için verilen doğal ve yasal bir mücadele olarak teyit etmektedir. Özellikle, uluslararası hukuk bu tür mücadeleler için belirli bir örgütsel veya ideolojik biçimi zorunlu kılmamakta, bunun yerine bağımsızlığını yeni kazanan ulusları bu tür direniş çabalarını desteklemeye teşvik etmektedir.
2. Savunma İlkesi: Bu ilke, Filistinlilerin temel haklarına yönelik saldırıları caydırmak için direniş tarafından kullanılan araçları kapsar. Çok sayıda BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi kararıyla desteklenen tanınmış bir uluslararası gerçeklik haline gelmiştir. El Aksa Tufanı savaşı, İsrail’in Filistinlilere yönelik tarihsel baskılarının yoğunlaştığı bir dönemde başlatılmıştır.
Etnik temizlik politikaları ve başta Mescidi Aksa olmak üzere Filistinlilerin kutsal değerlerine yönelik saldırılar; münferit olmayıp, öldürme, tutuklama, abluka, toprak hırsızlığı ve Filistinli kadınların aşağılanması da dahil olmak üzere Filistinlilerin onuruna yönelik saldırılardan oluşan sistematik bir kampanyanın parçasıydı. Bu olaylar, Filistin Yönetimi’nin işgalle aktif güvenlik koordinasyonuyla vurgulanan, halkını korumadaki başarısızlığı, ya da suç ortaklığının ortasında meydana geldi.
3. Riskten Kaçınma İlkesi: Bu ilke, Filistinlilerin kendi kaderini tayin ve savunma hakkını ve nihayetinde Filistin halkının geleceğini tehdit eden güvenlik ve siyasi riskleri ele almaktadır. Bu riskler arasında ABD öncülüğündeki bölgesel değişimler, Arap ve İslam normalleşme çabaları ve İsrail’i bölgesel sisteme entegre ederek, ona liderlik rolü̈ verme girişimleri yer almaktadır. Suudi-İsrail normalleşmesi, Arap dünyasındaki psikolojik ve siyasi direnci potansiyel olarak zayıflatan kritik bir andı. İsrail Başbakanı Netanyahu, Eylül 2023’te BM’de “Yeni Ortadoğu” haritasından Filistin’i sembolik olarak sildi. El Aksa Tufanı’nın yaklaşan bir İsrail saldırısına karşı önleyici bir yanıt olduğunu söyleyen Hamas’ın merhum lideri Salih El-Aruri’nin de belirttiği gibi, güvenlik tehditleri de mevcuttu. Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Aviv Kochavi de benzer şekilde İsrail’in 2021’de Hamas liderlerine suikast düzenleyeceğini ima etmiş ve bu tür eylemleri “Kudüs’ün Kılıcı” sonrası dönemin bir parçası olarak görerek “çimleri biçmeyi” ve Filistin direnişini ortadan kaldırmayı amaçlamıştı. Bu üç ilke El Aksa Tufan Savaşının meşruiyetinin temelini oluşturmaktadır. Eğer birincisi ona uzun vadeli stratejik meşruiyet kazandırıyorsa, ikincisi ve üçüncüsü̈ bu tarihi kavşakta kararlı ve haklı bir yanıt haline getirerek, spesifik ve zamanında uygulanması için meşruiyet sağlar.
II. Savaş Nasıl Değerlendirilir?
Herhangi bir savaşın meşruiyeti ile sonuçları arasında bir ayrım vardır. Meşruiyet, meşruiyetinin kaynaklandığı ilkelere dayanan tanımlanmış araçlar ve net hedeflerle belirli bir zamanda savaşa girme motivasyonunu sağlar. Buna karşılık sonuçlar, savaşın nasıl yürütüldüğü, elde edilen başarılar ve bu başarıların belirtilen hedeflerle ne kadar uyumlu olduğu ile ilgilidir.
İnsanlık tarihi, tam meşruiyete sahip olan, ancak başlatanların niyetlerinin aksine sonuçlar doğuran savaşlarla doludur. Bu ulusal kurtuluş bağlamında bir savaş olduğu için, sonuçları değerlendirmek ne rastgele ne de keyfidir. Bunun yerine, kurtuluş hareketleri tarafından geliştirilen ve tarihsel ve düzenleyici kriterler haline gelen belirli mekanizmalara tabidir. Bu durum, özellikle de bu hareketler genellikle sömürgeci güçlerin daha güçlü olduğu, elverişsiz güç dengeleri altında mücadele ettikleri için geçerlidir. Bu hareketlerin çabaları, sömürgeci gücü̈, sömürgeci girişimin devamından kaynaklanan kayıpların potansiyel kazanımlardan çok daha ağır bastığına ikna ederek ,bu dengeyi kendi lehlerine değiştirmeye yöneliktir.
Bu nedenle, ulusal kurtuluş hareketleri tarafından verilen savaşların sonuçlarını değerlendirirken yalnızca niceliksel bir ölçüt, yani can, altyapı ve binalardaki maddi kayıplar temel alınmamalıdır. Bu, düşmanın direnişi caydırmak ya da halk desteğini kendisine karşı çevirmek umuduyla, özellikle sivillere karşı soykırım savaşı yürüterek, direnişe dayanılmaz insani maliyetler yüklemek amacıyla sıklıkla yükselttiği standarttır.
Herhangi bir savaşı değerlendirmenin ana kriteri mevcut durumda ürettiği değişikliklerde yatmaktadır. Denklemler ve sonraki etkilerinde nelerin değiştiğini belirlemek için, olumlu ya da olumsuz değişikliklerin tespit edilebileceği bir taban çizgisine ihtiyaç vardır.
Bu temelde, ilk temel standart güç asimetrisidir ve bu da hedef asimetrisine yol açar. Sömürgeci güç için hedefler esas olarak askeri ve caydırıcıdır. Özgürlük hareketi içinse, hedefler öncelikle siyasidir. Bu çerçeve, savaşın tozu dumanı yatıştığında sonuçları değerlendirmek için kullanılır. Asimetrik savaşta, zayıf tarafın yenilmemiş olması çoğu zaman onun zaferine işaret eder, yani zafer için asgari eşiğe ulaşıldığı anlamına gelir.
İkinci temel standart, kurtuluş hareketinin üç hedefi gerçekleştirme kabiliyetiyle ilgilidir:
- Direnişin hem içeride hem de dışarıda meşruiyetinin güçlendirilmesi.
- Düşman saflarında iç çelişkiler yaratmak.
- Düşman ve müttefikleri arasında çatışmalar yaratmak.
Son dokuz ayda sahada yaşanan gelişmeler ve gerçekler ilk temel soruya olumlu yanıt veriyor. Bu cevap artık direniş ve destekçileriyle sınırlı kalmayıp, bu kalıcı kararlılığın ardındaki nedenlerin araştırılmasıyla birlikte, küresel bir kabul haline gelmiştir.
İkinci soru grubuna gelince:
- Bu savaş direnişin meşruiyetini güçlendirdi mi?
- Düşman saflarındaki çelişkileri yoğunlaştırdı mı?
- Düşman ve müttefikleri arasındaki uçurumları derinleştirdi mi?
El-Aksa Sel Savaşı’nın başarılarını ayrıntılı bir şekilde sıralamadan, tüm bu başarıların yukarıda belirtilen üç kategoriye girdiği söylenebilir. Bu ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde devam eden bir süreçtir.
III. Stratejik Konum
El Aksa Tufanı Savaşı, Filistin halkının verdiği diğer tüm savaşlardan ve 1948’den önce ya da sonra Siyonist düşmanla yaşanan tüm çatışmalardan farklıdır. En uzun sureli, en yoğun ve en maliyetli olanıdır. Filistin ulusal kurtuluş hareketinin mücadeleler zincirinin bir halkası olarak konumlandırabileceğimiz bu mücadele, sadece nasıl değerlendirileceği konusunda değil, aynı zamanda bu zincir içindeki yeri konusunda da temel bir soruyu zorunlu kılan en önemli halkadır. Buna cevap vermek için öncelikle şunu sormalıyız: Zincirin kendisini nasıl okumalıyız? Niceliksel olarak mı yoksa niteliksel olarak mı okunmalıdır?
Kuşkusuz her iki yaklaşımın da kendine göre haklı yönleri vardır. Ancak mesele toprağı özgürleştirme ve sömürgeciyi kovma hedefine ulaşmayı amaçlayan bir kurtuluş yolu ise, o zaman niteliksel okuma belirleyici hale gelir. Buna dayanarak, herhangi bir savaşın mücadele dengesi içindeki konumunu ve ağırlığını belirleyebiliriz. Ulusal kurtuluş hareketlerinin seyri genellikle üç belirleyici aşamadan geçerek ilerler:
- Stratejik Savunma Aşaması:
Direniş güçleri henüz başlangıç aşamasındadır ve sadece kendilerini savunmak ve korumak için mücadele etmektedir.
- Stratejik Denge Aşaması:
Direniş, düşmanla yüzleşmede bir denge seviyesine ulaştığı noktaya kadar gelişir.
- Stratejik Saldırı Aşaması:
Direniş, tam ölçekli bir saldırı başlatabilecek olgunluk ve güç düzeyine ulaşır. Düşmana karşı stratejik saldırı ve onu yenmek.
Bu ışık altında, El Aksa Tufanı Savaşı nerede duruyor? Bu aşamalardan hangisinde yer almaktadır?
Bu soruya cevap verebilmek için en yakın tarihsel bağlamın, özellikle de hemen öncesindeki Kudüs’ün Kılıcı (Seyfül Kudüs) Savaşı ile ilişkisinin incelenmesi gerekmektedir. El Aksa Tufanı’nın stratejik önemini anlamak, Kudüs’ün Kılıcı’ndan ayrı olarak ele alındığında kusurlu olabilir.
Kudüs’ün Kılıcı muharebesi sırasında düşmanın yaşadığı kafa karışıklığı ve muharebenin sonuçlarını erkenden anlama ve etkisiz hale getirme çabaları dikkat çekicidir. İsrail güvenlik ve akademik kurumları tarafından düzenlenen sempozyumların sayısı ve daha savaş sona ermeden savaş sonrasıyla başa çıkmak için yapılan önerilerin hacmi (tüm bu sempozyumlar Al-Hadaf dergisinde yayınlanmıştır) bunun kanıtıdır.
Bu sempozyumlar ve sonuçta ortaya çıkan öneriler derinlemesine okunduğunda, düşmanın Kudüs Kılıcı Savaşı’nı Filistin direnişi için bir aşamanın sonu ve yeni bir aşamanın başlangıcı olarak algıladığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, Kudüs Kılıcı savaşının etkilerini etkisiz hale getirmeye çalışarak direnişin bu yeni aşamaya geçmesini engellemeye odaklanmıştır.
Bu önceki savaş, tüm iniş çıkışları, ilerlemeleri ve gerilemeleri, zaferleri ve yenilgileriyle yetmiş beş yıl süren stratejik savunma aşamasının sonunu işaret ediyordu. Ancak özünde, Filistin halkının kararlılığı ile tanımlandı.
Şimdi, El Aksa Tufanı Savaşı’nın başarılarıyla birlikte yeni bir aşama başlamıştır: stratejik denge aşaması.
Stratejik Konum ve El Aksa Seli Savaşı ile açılan yeni aşamanın niteliksel boyutlarına odaklanmak:
Bu yeni aşamanın başlangıcını niceliksel değil, farklı bir ölçüt kullanarak değerlendirmek esastır. Her ne kadar belirli anlarda bir rol oynayabilse de, mesele her iki tarafın da elindeki silah ya da araçların sayısı değildir. Bundan ziyade, değerlendirme üç temel düzeyde; niteliksel ve ahlaki olmalıdır.
- Askeri Seviye:
El Aksa Sel Savaşı düşmanın en önemli askeri avantajlarından birini elinden aldı; stratejik sürpriz. Bu unsur geçtiğimiz on yıllar boyunca caydırıcılık gücünün temelini oluşturmuştu. Direniş, böyle bir kararın gerektirdiği pek çok güvenlik ve istihbarat sorununa rağmen saldırıyı bizzat başlatarak denklemi tersine çevirdi ve önceki tüm çatışmaların aksine düşman hatlarının gerisinde savaştı.
Ayrıca savaş, Mısır’ın (Kamp David Anlaşmaları nedeniyle) savaş alanında bulunmaması ve Suriye’nin terörizme karşı savaşının ardından sınırlandırılması nedeniyle telafi edici bir güç olarak hizmet eden daha geniş Direniş Ekseni’ni de içeriyordu. Bu bölgesel aktörlerin dahil olması, çatışmaya yeni bir stratejik katman kazandırdı.
- Siyasi Düzey:
Siyasi açıdan bu savaş, düşman saflarında ve onunla müttefikleri arasındaki çelişkileri derinleştirirken, aynı zamanda, daha önce düşmanla müttefik olan çevrelerde bile çeşitli düzeylerde halk desteği yaratır.
- Etik ve Ahlaki Düzey:
Bu düzeyde, El Aksa Sel Savaşı düşmanın sözde “ahlaki anlatısını” çökertmeyi başarmıştır. Filistin davasını Amerikan gençliğinin yeni nesli için ahlaki ve etik bir mesele olarak yeniden konumlandırdı. Ve Avrupa arenalarında özellikle de bu neslin kapitalist dünya düzeninin temelini oluşturan ahlaki değerlere olan inancını yitirdiği bir dönemde gerçekleşti.
Bu yeni aşama uzun ya da kısa sürebilir. Tam potansiyeline ulaşabilir ya da boğulabilir. Gidişatı çeşitli ulusal ve bölgesel faktörlere bağlı olacaktır. Ancak en önemli gerçek şudur; ilk adım atılmıştır. Eşik aşılmıştır. Çatışma ortamının derinlemesine ve doğru bir şekilde anlaşılmasına dayalı olarak güvenle ilerlemekten başka bir alternatif yoktur.
Düşman da bunun farkındadır ve daha fazla ilerlemeyi önlemek için tüm gücünü̈ kullanacaktır. Dolayısıyla bu aşamanın gidişatı ve kaderi, direnişin biriktirme ve tırmandırma iradesi ile düşmanın bastırma ve iptal etme iradesi arasındaki çatışmaya göre şekillenecektir.
Sonuç:
El Aksa Tufanı, meşruiyetini Filistin halkının anavatanını ve topraklarını özgürleştirme yönündeki devredilemez tarihi hakkından, Siyonist varlığın saldırganlığına ve yayılmasına karşı kendini savunma hakkından ve ulusal davasını zayıflatmayı veya ortadan kaldırmayı amaçlayan planlara karşı koruma hakkından almıştır.
Savaş, Filistin direnişinin meşruiyetini bölgesel ve uluslararası tüm düzeylerde güçlendirmeyi başarmıştır. Filistin halkının mücadelesini yeni bir stratejik aşamanın eşiğine getiren niteliksel bir sıçramaya işaret etmiş, günümüzde ve gelecekte somut etkiler yaratmaya devam eden bir dizi tarihi başarı ile gerçekleşmiştir.
*Abed Al- Zurei’i FHKC Filistin Halk Kurtuluş Cephesi