DünyaGüncel

ÇEVİRİ | Hamas, Trump, İsrail: Kim Ne Tür Bir Ateşkes Kabul Etti*

Hamas bir şekilde teslim olmayı kabul ederse, bu Gazze'deki Filistinlilerin yaşamı ve kendi kaderini tayin hakkı için ölüm cezası anlamına gelecektir.

[ABD devlet Başkanı Trump’ın son dönemlerde Filistinli direniş örgütlerine yönelik tehditler eşliğinde yeniden gündeme getirdiği “ateşkes” ve “barış” görüşmeleri gündemdeki ağırlığını koruyor.

ABD emperyalizminin Siyonist İsrail’in Gazze’ye yönelik işgalini kalıcılaştırmayı ve Hamas başta olmak üzere direniş örgütlerini silahsızlandırmayı hedefleyen çağrılarına dair Robert Inlakesh tarafından https://www.palestinechronicle.com/ sitesinde yer alan analizini Özgür Gelecek okurları için çevirdik.]

*

Dünyayı şok eden bu süreçte, Hamas sadece ABD ve İsrail’in son ateşkes önerisine olumlu yanıt vermiş olmadı, Donald Trump bunu uygulamaya koyma niyetini de kamuoyuna açıkladı ve Tel Aviv’deki müttefiklerine Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurma çağrısında bulundu.

Son ateşkes anlaşmasına giden yol, en azından kafa karışıklığıyla doluydu. Bu nedenle, bunu daha anlaşılır hale getirmek için, anlaşmanın kökenlerini araştırmak ve önümüzde bizi bekleyen olası sonuçları okumaya çalışmak belki de daha önemlidir. Neler olduğunu ve neden bu kadar çok ülkenin ABD Başkanı ve İsrailli mevkidaşının önerisini desteklediğini anlamak için, “New York Deklarasyonu” olarak bilinen belgeye bakmak gerekir.

12 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK), Filistin devletinin kurulmasına ilişkin basit bir oylama olarak kamuoyuna duyurulan bu bildiriyi oybirliğiyle kabul etti. Ancak, BMGK’nın sözde iki devletli çözüm modelini onaylayan oylamaları, yaklaşık otuz yıldır oybirliğiyle kabul ediliyor.

Buradaki asıl hikaye, New York Deklarasyonu’nun içeriğiydi. Temmuz ayında Fransa ve Suudi Arabistan, iki devletli çözüm için müzakereleri yeniden canlandırmak üzere bir BM konferansına eş başkanlık yapmaya karar verdiler. Bundan birkaç gün önce Paris, Eylül ayında BM Genel Kurulu’nda Filistin’i tanıma niyetini açıklamıştı. Avustralya, İngiltere, Kanada ve diğer bazı ülkeler de aynı taahhüdü verecekti.

4 Ağustos’ta, BM Genel Kurulu’nda bir belge hazırlandı ve bu belgede Fransız-Suudi girişiminin sonuçları özetlendi.

Bu makalenin amacı doğrultusunda, New York Deklarasyonu’nun potansiyel olarak sorunlu olabilecek farklı bileşenlerinin, Donald Trump ve Benjamin Netanyahu’nun planında özetlenenlerle tamamen aynı olduğunu söylemek yeterli olacaktır.

Her iki öneri de Hamas’ın tüm İsrailli esirleri teslim etmesini ve silahsızlanmasını, Gazze’ye yabancı bir askeri gücün konuşlandırılmasını talep ediyor ve Filistin egemenliğindense açıkça İsrail’in sözde “güvenliğini” öncelikli kılıyor.

Sonuçta, Trump’ın sözde “barış planı” ile New York Deklarasyonu arasındaki temel fark, ABD-İsrail planının, ne kadar küçük olursa olsun Filistin Devleti’nin kurulmasına izin verilmeyeceğini açıkça belirtmesidir.

Oysa Fransız-Suudi girişimi, Filistin Devleti’nin demokrasiden yoksun bir sistem olmasını hedeflemekte ve tanıdıkları Filistin Devleti’nin, dünyada ordusu olmayan tek ülke olacağını açıkça belirtmektedir.

Her iki plan arasındaki benzerlikleri analiz etmek, tamamen ayrı bir plan için baskı yapan Fransa ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin neden şimdi tamamen destek verip yeni Gazze ateşkes önerisini onayladıklarını daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Görünüşe göre bu süreç, tekliflerin ve karşı tekliflerin yapıldığı bir süreç gibi görünüyor, ancak tüm bunlar Filistin halkını ve ulusal kurtuluş davasını kuşatmayı amaçlayan bir sürecin parçası.

Hamas, ABD-İsrail önerisine yanıtını son derece hesaplı bir şekilde verdi; kabul edici bir üslup kullanırken, diğer endişe verici konularda daha fazla müzakereye ihtiyaç olduğunu da vurguladı.

Sonuç olarak Hamas, gerçek bir anlaşma olmamasına rağmen, ateşkes müzakerelerinin temeli olarak Donald Trump’ın planını kabul etmiş oldu.

Hamas’ı bu varsayılan pozisyona getiren bir dizi faktör vardı. Bunlar arasında, bir yandan Gazze’deki gruplar tarafından kabul edilemez görülen teslimiyet planının tamamen reddedilmesi, diğer yandan ise Katar, Türkiye ve Mısır’ın anlaşmayı kabul etmesi için yaptığı baskı yer alıyordu.

Sözde “barış planı” ayrıntılı bir öneri değildi; daha çok, uygulanması için herhangi bir mekanizma içermeyen, kabaca bir araya getirilmiş siyasi talepler ve kötü ifade edilmiş isteklerden oluşuyordu. Sözde planın uygulanabilir tek kısmı, tüm İsrailli esirlerin ve ölülerin serbest bırakılmasıydı.

Ancak Beyaz Saray, Hamas’ın Gazze’de tutulan tüm İsrailli esirleri 72 saat içinde derhal teslim etmesini talep ettiğini, bunun ardından da anlaşmanın kendi tarafına uyması için İsrail’in iyi niyetine güvenmek zorunda kalacağını ima etti.

İsrail’in Mart ayında çok daha ayrıntılı ve aşamalı bir ateşkes anlaşmasını ihlal etmeye karar verdiği ve ardından 12.000’den fazla sivili toplu katliama maruz bıraktığı düşünüldüğünde, Tel Aviv’in böyle bir anlaşmaya saygı göstereceği fikri çok tuhaf.

Trump-Netanyahu önerisiyle ilgili bu ve diğer birçok sorun, Hamas’ın gerçekçi bir anlaşma sağlamak için müzakerelere girmesi gerektiği anlamına geliyordu. Bu nedenle, onlar da bunu talep ettiler.

Ardından büyük bir sürpriz yaşandı: Donald Trump, Hamas’ın açıklamasını memnuniyetle karşılayan ve bunu bir kabul olarak değerlendiren bir gönderiyi “Truth Social”da yayınlamaya karar verdi.

Ayrıntıların çözülmesi gerektiğini belirtmiş gibi göründü, ancak İsrail’i Gazze’yi bombalamayı derhal durdurmaya çağırdı.

Buna yanıt olarak İsrail, Gazze Şehri’ne yönelik bombardımanını yoğunlaştırdı ve Başbakanı, günün gelişmelerine ilişkin kendi yazılı yanıtını yayınlamaya karar verdi. İsrail medyasının saatlerdir yaptığı gibi olumsuz tepki vermek yerine, Netanyahu’nun ofisi, anlaşmanın ilk aşamasında Hamas’ın tüm esirleri teslim etmesini beklediklerini ve bunu memnuniyetle karşılayacaklarını belirtti.

İşte sorun da burada yatıyor. Hamas diyalog kurmak istiyor ve ABD’nin Trump yönetimi ateşkes anlaşmasının ayrıntılarını görüşmeye açık olduğunu ifade ediyor gibi görünüyor.

Ancak İsrail hükümeti, sanki Hamas tüm esirleri serbest bırakmaya başlayacakmış ve derhal silahsızlanmayı kabul edecekmiş gibi konuşuyor. Her ikisi de doğru olamaz.

Bu nedenle, bu anlaşma iki yoldan birini izleyecektir: ya müzakereler yoluyla ya da İsrail’in esirlerinin derhal serbest bırakılmasını talep etmesi yoluyla.

İkincisi makul bir varsayım değildir, çünkü Hamas tüm pazarlık kozlarını kaybedecektir; bu nedenle, sadece müzakereler yoluyla ilerleyecektir.

Sonuçta, müzakereler ya Hamas’ın tamamen teslim olmasına yol açabilir, ki bu olası değildir, ya da görüşmeler daha önce önerilen ve kabul edilen ateşkes anlaşmasına daha yakın bir anlaşma şekillendirme yönünde ilerlemeye başlayacaktır.

Ancak, İsrailliler görüşmeler bu aşamaya gelmeden önce işleri bozmaya çalışacak ve ardından anlaşmayı ihlal ettiği için Hamas’ı suçlayacak gibi görünüyor.

Mevcut durumda, Trump-Netanyahu planının mevcut parametrelerine göre, İsraillilerin etnik temizliği ve hatta savaşı gerçekten durduracakları bir ateşkesin uygulanması mümkün değildir.

Hamas bir şekilde teslim olmayı kabul ederse, bu Gazze’deki Filistinlilerin yaşamı ve kendi kaderini tayin hakkı için ölüm cezası anlamına gelecektir.

Biraz alakasız görünebilir, ancak ABD, USS Gerald Ford Saldırı Grubu’nu Akdeniz’e konuşlandırdı ve diğer askeri varlıklar da İran’a yönelik yeni bir saldırıya işaret eden bir pozisyonda konuşlandırıldı.

Bu sözde “barış önerisinin” daha büyük bir bölgesel stratejinin parçası olduğuna inanmak oldukça makul. Geçmişte de böyle olmuştu; önceki Gazze ateşkes görüşmeleri, İsrail-ABD askeri operasyonlarının bölgedeki çeşitli cephelerde genişlemesinin önünü açmıştı.

Burada özetlenen sonuçlara yol açacak olayların tam olarak nasıl gelişeceğini tahmin etmek imkansız olsa da, bu ateşkes anlaşmasının güçlü ve ayrıntılı bir anlaşma olmaktan uzak olduğu, aksine görüşmelerin temelini oluşturduğu sonucuna varmak mümkün.

*Kaynak: https://www.palestinechronicle.com/hamas-trump-israel-and-who-accepted-what-ceasefire-analysis/

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu