
Bu makale 12 Ağustos 2025 tarihinde unitecommuniste.fr sitesinde yayınlanmıştır. Fransa’daki anti faşist mücadele hakkında bir fikir vermesi için Özgür Gelecek okurları için çevirdik.
I. Durum değerlendirmesi
Birkaç hafta içinde, Fransa’da iki ırkçı cinayet, faşist komando saldırıları, bir neonazi yürüyüşü ve İçişleri Bakanı’nın ırkçı açıklamalarıyla sarsıldı. Bakan, aynı zamanda en önemli antifaşist kolektiflerden biri olan Jeune garde ve dayanışma kolektifi Urgence Palestine‘nin feshini de ilan etti. Faşist Fransa, ideolojik doktrinini uygulamaya koyuyor.
Ancak kısa bir süre önce solun gündemini meşgul eden bir olaya dönelim: 10 Mayıs 2025 Cumartesi günü Paris’te düzenlenen C9M (9 Mayıs Komitesi) yürüyüşü.
Birkaç yıl önce polis kaçarken ölen bir aşırı sağcı militanı anmak için düzenlenen bu yıllık yürüyüş, aşırı sağın en radikal kesimlerinden yaklaşık 1.000 militanı bir araya getirdi. Fransa’nın dört bir yanından ve birçok Avrupa ülkesinden gelen Pétain yandaşları, faşistler, devrimci milliyetçiler, katı Katolikler ve paganizme daha yakın neo-Naziler bir araya geldi.
1.000 militan, açıkça neonazi bir yürüyüşe katıldı. Oysa geçen yıl medya rakamlarına göre katılımcı sayısı 800 civarındaydı. Milliyetçi çevreler için önemli bir olay için bu rakam hala çok düşük. Bu yürüyüşün etkileyici olması, katılımcı sayısından değil, yürüyüşün disiplininden ve açıkça sergilenen Nazi sembollerinden kaynaklanıyor.
Beyaz ırkın üstünlüğünü temsil eden ve dünya çapında aşırı sağın sembolü olarak kabul edilen Kelt haçlı bayraklar, gamalı haçlardan daha yaygın olarak kullanılıyor ve genel olarak aynı siyasi anlamı taşıyor. Ayrıca, yürüyüşün başında, tarihi Hitler gençlik örgütlerinin bayraklarıyla aynı olan davullar gibi, diğer Nazi referansları da göze çarpıyordu. Ama en önemlisi, militanlar sıralar halinde, sessizce ve davulların kasvetli ritmine uyumlu bir şekilde yürüyorlardı.
Bu yürüyüşün niteliği ve katılımcılarının siyasi görüşleri konusunda hiçbir şüphe yoktu. “Katılımcılar” diyorum, çünkü bu çevre esas olarak erkeklerden oluşsa da, çok sayıda kadın da vardı ve ön plandaydılar. Bu güç gösterisi Fransa’ya bir mesaj vermek istiyordu: “Geri döndük.”
Solcu ve aşırı solcu solun gösterilerinde aşırılık veya antisemitizm belirtileri aramaya ve birkaç isyancı gencin kortejin kenarında banka vitrinlerini tahrip etmesi üzerine aşırı şiddet, hatta iç savaş ortamı olduğunu ilan etmeye her zaman hevesliyken, Fransa’nın kurtuluşunun anma törenlerinin ertesi günü Paris’in ortasında düzenlenen Nazi yürüyüşüne hiçbir itirazda bulunmadılar. Filistin davası veya sol ile ilgili her şeyi ve herkesi karalamak için antisemitizmi kullanan Siyonistler, başkentte yürüyen 1000 Nazi karşısında sessiz kaldılar.
Bu yürüyüş Parisli yoldan geçenleri öfkelendirse de ve internetteki yorumların çoğu haklı bir öfkeyi yansıtıyor olsa da, bu tür tepkilerin yol açtığı naiflik ve yumuşaklık dikkat çekiyor. Üstelik, sol kesimden gelen tepkilerin büyük çoğunluğu, bu Nazilere yüzlerini maskeli geçit töreni yaptıkları için suç atmakla kendi kalesine gol atmak oldu. Maske takarak yürüyüşe katılarak kimliğini gizlemek, siyasi düşmanlarımız veya devlet tarafından kolayca kayıt altına alınmamak için temel bir güvenlik önlemidir, ancak siyasi olarak yıkıcı bir tavrı olmayan insanlar bu kadar bariz bir gerçeği anlamaktan uzaktır. Bu, ilk kez polisle çatışmaya giren bir sarı yelekli gibi, naif bir tarafsızlık ve vatandaşlık anlayışıdır.
II. Tehlike nedir?
Siyasi ve medya sisteminin neredeyse hiç tepki vermemesi ve belli bir hoşgörü sergilemesi bir yana, en endişe verici fenomen, aşırı sağcı hesaplardan ve ayrıca militan olmayan sıradan sağcı kişilerden bu yürüyüşe destek veren çok sayıda yorumun olmasıydı. Vatanseverlik iddiasıyla ılımlı görünmek isteyen tüm bu profiller, bu yürüyüşün Nazi olduğunu çok iyi bilerek, Fransa’nın direnişçi olduğu dönemdeki az sayıdaki şerefini çöpe atarak yürüyüşü büyük ölçüde desteklediler.
Solun gösterilerinde Filistin bayraklarının varlığı ve Fransız bayraklarının yokluğundan rahatsız olan aynı tür profiller, bu yürüyüşte her yerde görülen faşist siyah bayraklara karşı hiçbir itirazda bulunmadılar.
Artık kimseyi kandıramazlar, bu ılımlı sağcılar, solun Orta Doğu halkıyla dayanışmasını, Fransa ve Batı’nın İsrail ile diplomatik, ticari ve askeri ilişkileri aracılığıyla aktif olarak desteklediği bir soykırım sırasında bile, tahammül edemiyorlar. Bu insanlar, Arap-Müslüman olarak algıladıkları bir halka karşı soykırımı pasif olarak destekliyorlar. Bu, sağ ve aşırı sağın genç Nahel’i öldüren polisi mali olarak desteklediği zamanki mantığın aynısıdır. İnterneti ırkçı yorumlarla dolduran, banliyölerde etnik temizlik ve solcuların askeri güç tarafından katledilmesi çağrısında bulunanlar da aynı kişilerdir.
Fransız toplumu çoğunlukla aşırı sağ fanatizme kaymasa da, faşistler sandıkta ve sosyal medyada çok sayıda olsa da, radikal aktivist örgütlerde neredeyse hiç yok olsa da, bu fenomen yeterince yaygın ve uzun vadede sadece sol için değil, beyaz erkek üstünlüğü ve burjuva düzeni projesinin parçası olmayan herkes için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Çünkü mesele tam da budur: Batı’nın yeterince ayrıcalıklı işçilerinin, kişisel ve egoist çıkarları için, RN’nin [Ulusal Cephe, Fransız faşist partisi, ed.] yozlaşmış burjuva politikacılarını ve milyarderlerin desteklediği gerici medeniyet projelerini aktif olarak destekleyen bir sınıf işbirliği. Medef’i [Fransa Şirketler Hareketi, Fransa’nın en büyük işveren federasyonudur. Ed.] değil, Müslüman iş arkadaşını, sosyal yardım alan komşunu veya feminist yeğenini suçlamak.
Burjuvazinin radikalleştiğini ve demokratik maskesini yavaş yavaş düşürdüğünü biliyoruz. Dünyanın her yerinde, en şiddetli aşırı sağ her zaman burjuvazinin en gerici kesimleri tarafından desteklenmiş ve cömertçe finanse edilmiştir.
Ancak, birçok Fransız erkeğin ve kadının pasif küçük burjuva zihniyeti, onların radikal aktivizme (aşırı sol ya da aşırı sağ) aktif olarak katılmalarını engelliyorsa, aynı zamanda, üniversite eğitimi almamış ve büyük şehirlerin kültürüne aşina olmayan, kimliklerinin gerilediğini hisseden banliyölerde ve kırsal kesimde yaşayan beyaz gençlerin de büyük bir kesimi bulunmaktadır.
Kültürel ilerlemeciliği, şehirlerin kırsal kesime karşı elitizmi olarak algılayan bu gençler, aşırı sağcı influencer’ların öne çıkardığı, cahil ve maço bir yaşam tarzını öven muhafazakar bir kültüre sığınmayı tercih ediyorlar. Bu kültür, onlar için toplumun değişmesine karşı bir direniş biçimi oluşturuyor. Eskiden olduğu gibi egemen kültüre alternatif kültürler geliştirmek yerine, bu genç erkekler egemen kültürü savunmayı, sosyal ilerlemeye karşı bir karşı kültür haline getirmeyi tercih ediyorlar. Böylece, ergenlik çağından yeni çıkmış beyaz genç erkekler, cinsel tatminsizlikten (en kötü ataerkil normlarla beslendikleri için) acımasız bir medeniyet yıkıcı misyonla donanmış suçlu milisler haline geliyor. Sosyal eşitliğin reddi ve sıradan ırkçılıkla birlikte erkekçilik bu gençler, sağcı ve aşırı sağcı influencerların etkisiyle bir ideoloji oluşturarak çok hızlı bir şekilde radikalleşebilir ve sonunda militarizm ve savaş silahlarına hayranlık duyan, vücut geliştirme, dövüş sporları ve ateşli silah kullanımıyla uğraşan milliyetçi devrimci örgütlerin saflarına katılabilirler.
Fransa’da aktif olarak faaliyet gösteren milliyetçi militanların sayısı sadece birkaç bin olsa da, nüfusun önemli bir kısmı demokrasinin yıkılması, acımasız bir askeri düzenin kurulması ve ülkenin tasfiyesi fikrine kapılmıştır. Burjuva medyasında propagandacılar, Filistinlilere karşı işlenen savaş suçlarını ve soykırımı programlarında cezasız bir şekilde övüp dururken, Papacito gibi sürekli ırkçı iç savaş çağrısı yapan influencer’ların başarısına bakmak yeterlidir. Bu arada sol, en ufak bir tavır aldığı anda, ne kadar reformist ve yasal olursa olsun, sistematik olarak karalanıyor, karikatürize ediliyor ve suçlanıyor. Yahudi-Bolşevik komplo teorisi ise artık modern haliyle — “İslamo-solculuk” — devletin en üst kademelerinde yeniden canlanıyor ve kullanılıyor.
İmam Aboubakar Cissé’nin camisinde vahşice öldürülmesi ve çok yakın zamanda Hichem Miraoui’nin ırkçı bir terörist ve RN destekçisi tarafından vurularak öldürülmesi bir şeyi gösteriyor: Arapları öldürmek, ırkçı Fransa için meşru müdafaa haline geldi. Bu cinayetlerle ilgili haberlerin altındaki binlerce yorumda, sayısız Fransız vatandaşının bu olaylardan memnun olduğunu, cinayetin ciddiyetini küçümsediğini veya İslamcı saldırılara ya da beyazların yabancılar ya da göçmen kökenli Fransızlar tarafından öldürülmesine bir yanıt olarak haklı gösterdiğini görüyoruz. Irk savaşı, İsrail’in soykırım modelinden ilham alan, silahlı ve radikalleşmiş bu Fransızların ideolojik programında uzun zamandır yer alıyor. Bu kişiler, tüm siyasi ve medya sınıfının desteğini hissediyor ve tek bir şey bekliyorlar: Norveçli terörist Anders Breivik gibi, beyaz olmayanlara ve ilerici siyasi kesime karşı kitlesel cinayetler işleyerek etnik temizlik başlatmak.
Evet, Naziler hala var. Evet, büyüyorlar. Evet, varlık amaçları, fikirlerini uygulamak için her türlü yolu kullanarak iktidarı ele geçirmek.
Bu fenomeni yıllardır araştırmalarda geniş çapta görüyoruz, her hafta endişe verici sinyaller alıyoruz, yeni tabuların ve setlerin yıkıldığını görüyoruz. Kapitalizm krizdeyken surlar yoktur, burjuva demokrasisi sadece burjuvaziyi korur.
Bu nedenle, 2013 yılında Clément Méric’in neonazilerle sokak çatışmasında öldürülmesinden çok önce uyarıda bulunan komünistler ve antifaşistler olarak, insanların bunu ancak 2025’te keşfetmesi bizi gülümsetiyor. Ama geç olması hiç olmamasından iyidir.
Sol halk, çürüyen kapitalist toplumlarımızın gerici iddiaları karşısında düzenli olarak panik atak geçiriyor, küçük bir korku, insanları letarjiden [çok derin ve sürekli, patalojik uyku durumu., ed.] çıkaran bir adrenalin dozu gibi. RN’nin oy oranları, Nazi selamı yapan bir milyarder, Paris’te neo-faşist bir yürüyüş… ama iki üç günlük sosyal medya tartışmalarıyla heyecan yatıştıktan sonra, insanlar hızla günlük endişe verici ama hayatlarını hiç etkilemeyecek kadar uzak haberleri tüketmeye geri dönüyorlar.
Antifaşist örgütlerin üye sayısı hızla artmadı, sendikalar anti-politik ve korporatist rutinlerinden çıkmadı, göçmen kökenli halk mahallelerinin sakinleri, ne yazık ki çok gerçek olan ırkçı tehdide karşı kitlesel bir siyasi örgütlenme göstermedi, ancak içgüdüsel tepkiler aşırı sağa karşı anında ve toplu bir tepkiye dönüşebiliyor1. Macron’un Fransa’sında, egemen medyanın faşist propagandası tüm hızıyla devam ediyor.
Ancak, militanlarının bağlılığı sayesinde ayakta kalan birkaç antifaşist veya ırkçılık karşıtı örgüt dışında, mevcut siyasi ortama yakışır bir kitlesel bağlılık yok. En fazla birkaç bin öğrenci büyük şehirlerdeki gösterilere katılarak birkaç saat boyunca sloganlar attı.
“Siamo tuti antifascisti!” [“Hepimiz anti-faşistiz!”, ed.] güzel bir slogan, ama ne yazık ki hepimiz tutarlı antifaşistler değiliz. Üstelik bu slogan faşistleri kaçıracak sihirli bir söz değil.
“No Pasaran!” (Geçmeyecekler!), ama faşistler geçmeye karar verirse, onları kim durduracak? RN’ye oy veren polis mi? Nazilere geçiş izni veren valilik mi? Güzel salonlarda oturan solcular ve iki happy hour arasında dolaşan güçsüzler mi?
16 Şubat 2025’te Paris’te Kürt işçilerin yerel ofisine yapılan saldırı sırasında CGT’den bir yoldaşın bıçaklanması, faşist milislerin asıl amacının kızılları ve onlara yakın olan herkesi parçalamak olduğunu hatırlatıyor. Clément Méric, Fransa’da bugün Nazi karşıtı mücadelede hayatını kaybeden ilk yoldaştı, onun gibi başkaları da olacak.
Öyleyse, Nazilerin burada olduğunu ve sizi yok etmek istediklerini kabul edelim.
Bunu söylüyorlar, yazıyorlar ve fırsat ve imkân buldukları anda yapıyorlar. Kimse bağışlanmayacak. Bununla birlikte, üzerine gelen arabanın farlarına kör olmuş tavşan gibi davranmak ne onurlu, ne şerefli, ne de iyi bir hayatta kalma stratejisidir.
Tarihin bize öğrettiği ve antifaşist mücadelenin faaliyetlerini takip edenlerin güncel olaylardan öğrendiği bir şey varsa, o da en erkeksi ve saldırgan Nazi holiganlarının çok kolay bir şekilde kaldırımda yatan sıradan et yığınlarına dönüşebilecekleri. İrade, organizasyon, biraz fiziksel ve zihinsel hazırlık ile sıradan insanlar faşistleri yok edebilir.
III. Sonuç olarak
Faşizmin tweetler ve Instagram hikayeleriyle geldiği, hatta çoktan geldiği söyleniyor, ama öyleyse neden sol, bu kadar ciddi bir ölüm tehdidi varken tüm gücüyle direnmiyor? Elbette, faşizmin henüz gelmediğini herkes çok iyi biliyor, çünkü bunu söylemek, bir saat içinde tutuklanıp işkence görmek anlamına gelir. Bununla birlikte, her gün toplumun bir kesiminin burjuvazinin etkisiyle aşırı sağa kayarak milliyetçilik ve militarizme kapıldığını görüyoruz. Geri dönüşün imkansız hale geleceği anın ne zaman olacağını veya belirli bir olayın işleri hızlandırabileceğini tahmin edemeyiz: yeni bir büyük saldırı, bizi doğrudan ilgilendiren bir savaş ilanı, ya da çoklu krizler altında demokratik hakların giderek aşınması ve proletaryanın giderek daha düşmanca bir ırk ayrımına maruz kalması? Tek bildiğimiz, inandırıcı bir devrimci tehdit olmasa bile, devletlerin gericileşme eğiliminin güçlendiği ve kapitalizmin bu kriz döneminde yönetmek için aşırı sağdan başka bir seçenek seçemeyeceği.
Faşistlerin ilerleyişi ve düzenli saldırıları karşısında sol, bizim kampımızın birliği, sendikalara ve dayanışma derneklerine katılma çağrılarını sürekli tekrarlıyor, aşırı sağa karşı kitlesel oy kullanmaya çağırıyor, ancak ilerici kampın öz savunması ve sokak çatışmaları konusunu dikkatle kaçınıyor. Destek mitingleri arka arkaya düzenleniyor, militanların sayısı artmıyor, adını hak eden bir güvenlik gücü hâlâ yok ve etkinliklerin güvenliği kavgacı antifaşistlere veya polise kalıyor. Sloganlar, hep sloganlar, ama hiçbir etki gücü yok.
Şu anda aşırı sağın orta büyüklükteki şehirlerde yaklaşık yirmi şiddet yanlısı militanı harekete geçirebildiğini ve bu sayının büyük şehirlerdeki önemli olaylarda 80 ila 100 militanı bulabileceğini biliyoruz. Faşistlerin sokaktaki gelişmesini engelleyen tek faktör, ciddi ve örgütlü antifaşist grupların sürekli fiziksel baskısıdır. Bu, somut olarak şehirlerde av partileri, aşırı sağcı etkinliklere yönelik hedefli saldırılar ve her faşistle karşılaşıldığında sistematik olarak ağızlarının kırılması şeklinde ortaya çıkıyor ve aşırı sağın sokağa çıktığı anda güvensizlik hissi yaratıyor. Bu stratejinin tersi, antifaşist militanların da sürekli faşist şiddete maruz kalmasıdır, özellikle de kayıt altına alındıkları için ve hep çatışmayla sonuçlanan her çıkışlarında çok büyük yasal risklere maruz kalmalarıdır.
Ancak antifaşistler bu işi yapmazsa, yerel neonaziler istedikleri gibi taciz ve saldırıda bulunabilirler.
Öyleyse kendinize şunu sorun: Örgütünüz 10 faşistle başa çıkabilir mi? 20 faşistle? 50 faşistle?
Komünistler olarak, demokratik antifaşist mücadelenin ön saflarında yer almalıyız, bu da faşistlerin saldırı başlattığında ilk sırada yer almamız gerektiği anlamına gelir.
Şehrinizdeki solcu bar, Nazi komandoları tarafından saldırıya uğradı mı? İlk dayanışma eylemi, faşistlere cezalandırıcı bir sefer düzenlemek ve onları yere sermektir. Bu, onuru kurtarmak için asgari şarttır.
Bizim rolümüz sadece örgütlerimizi veya etkinliklerimizi savunmak değil, tüm sosyal sınıfımızı savunmaktır. Ve bu savunma sadece faşistlerin saldırılarını püskürtmekten ibaret değildir, aynı zamanda inisiyatif almak ve önleyici darbeler vurarak düşmanın canına acı ve fiziksel zarar vererek korku salmaktır.
İlk etapta bu, en az ikna olmuş faşistlerin erkekçe coşkusunu soğutacak ve onları vazgeçirecektir. En şiddetli olanlar ise, bir sonraki maceralarının kendilerine pahalıya mal olabileceğini bileceklerdir. Bu nedenle, güç gösterisi ve bedensel cezalarla caydırıcılığı sürekli olarak sürdürmek gerekir.
Antifaşist kolektifler, özellikle de Jeune garde, [Fransız anti-faşist bir örgüt, ed.] ilk savunma hattını oluşturmak için uygulanacak formülü göstermiştir: disiplin, hiyerarşiye itaat, sağlıklı yaşam, fiziksel hazırlık, toplu çatışma eğitimi, faşistlere karşı etkili taktikler ve cesur girişimler geliştirme ve en ufak bir darbe karşısında bile pes etmemek için bir zihniyet geliştirme. Tüm bunlar, siyasi örgütler ve yerel dernekler ile sendikalarla güven ilişkileri geliştirilirken yapılmalıdır.
Her zaman olduğu gibi, çözüm, bireylerin samimi bir şekilde bağlılık gösterdiği ve kolektife boyun eğdiği iyi yapılandırılmış örgütlerde yatmaktadır. Bireysel kaprisler, korkaklık ve küçük burjuva telaşı bu örgütlerde yer bulamaz, böylece sağlıklı ve etkili bir siyasi çerçeve ortaya çıkar.
68 liberalizmiyle sıvılaşan bu solu kesin olarak ortadan kaldırmak için bu kurtarıcı yenilenmeye ihtiyaç vardır2. Geçen yüzyılın örgütlerinin askeri ve Spartalı [savaşçı, ed.] reflekslerini yeniden kazanmak gerekir. Mücadelenin öncelikle bir eylem olduğu, nostaljik bir slogan içinde anlamsız bir kelime olmadığı bir sol.
Bu yenilenme, militanların kıyafetlerinden, kendinden emin bakışlarından ve dik duruşlarından, sağlıklı bir yaşam tarzını ve güçlü ve kararlı ideolojik inançları yansıtan ilk bakışta anlaşılmalıdır. Gösterilerde görülen palyaçoluklar asla hoş görülmemeliydi, ancak sol şu anda dibe vurmuş durumda olduğundan, yeni bir komünist nesil ayağa kalkmalı ve büyük temizliği yapmalıdır.
Şimdi her komünist bu davranış kurallarını ezberlemeli:
Zihinsel kapasitemizi güçlendirmek: Düşmanlarımızla yüzleşmek, erkeklik öfkesinden arınmış yüksek bir psikolojik güç gerektirir. Duygularını ifade etmenin veya psikologa gidip nevrozlarını tedavi ettirmenin zayıflık olduğunu düşünen erkek egemenlikçileri hoş görmeyi reddediyoruz. Zihinsel güç, çalışma, alçakgönüllülük ve kolektiflikle elde edilir. Kolektifin iyiliği için bedenimizi olduğu kadar zihnimizi de güçlendiririz.
Örgütün veya bireylerin zayıflamasına müsamaha gösterme: toplu ve bireysel alkol ve uyuşturucu kullanımını yasakla. Straight edge yaşam tarzı [Temelde, uyuşturucu, alkol ve sigara gibi maddelerin kullanımını reddetmeyi ve genellikle vejetaryen veya vegan yaşam tarzını benimsemeyi içerir., ed] bu konuda çok iyi bir örnektir. Aynı zamanda, örgütün flört ve/veya cinsel taciz için bir yer haline gelmemesini sağlayın. Militanlar arasında cinsel ilişki yasaklanmalı ve ciddi ilişkiler ancak örgüte zarar vermeyecek koşullarda kurulabilmelidir.
Fiziksel kapasiteyi artırın: Artık, dövüş sporları ve sağlıklı yaşamın “sağcı” bir şey olduğunu iddia eden heyecanlı solcuların sızlanmalarına kulak asmak yok. Bunu yapabilecek tüm militanlar fiziksel güçlerini artırmalı, kardiyo egzersizleri yapmalı ve kas kütlesini artıracak bir beslenme düzeni benimsemelidir. Gerici erkeklik kültürünün hakim olduğu bir dünyada, karşısında steroid kullanan neo-Nazi holiganlar ve zırhlı CRS’ler varken, ortalama bir vücut yapısına sahip olsanız bile, kas kütlesini artırmak ve 60 kg’dan 70 kg’a, 70 kg’dan 80 kg’a çıkmak her zaman daha iyidir. Bu, erkekler için olduğu kadar kadınlar için de geçerlidir.
Yoldaşlığı, kolektifliği ve karşılıklı yardımı güçlendirmek: Komünist örgütlenme, dürüstlük ve güvenin hakim olduğu bir yer olmalı ve bu yapısal olarak hayata geçirilmelidir. Eleştiri, adil ve iyi niyetli bir şekilde, sistematik ve kararlı bir şekilde yapılmalıdır (Mao’nun Liberalizme Karşı kitabını okuyun ve tekrar okuyun).
SO ve AG’yi artık karıştırmamak: düzen servisi bir araçtır ve örgütlerin demokratik kararlarına tabi olsa da, siyasi bir kurum değildir. Bu nedenle, kapsayıcılık veya profil çeşitliliği kotalarının burada yeri yoktur ve sözde erkeklik suçlamaları anlamsızdır, çünkü sadece fiziksel ve zihinsel yetenekler ile disiplin ve itaat önemlidir. Bu görevi varsayılan olarak erkekler üstlenir, ancak kadınlar da bu görevde yer alabilir, ancak bunun için örgütün onlara gerekli imkanları sağlaması ve kadınların şiddeti ele almak istemesi gerekir. Bir güvenlik görevlisinin birincil amacı, görsel olarak caydırıcı olmaktır (bu nedenle güvenlik görevlileri üniforma ve sağlam kıyafetler giyerler), böylece hiçbir gerici güç onlara bulaşmaya cesaret edemez. Ancak böyle bir durum olursa, güvenlik görevlisi saldırıyı karşılayabilmeli, ardından karşı saldırıya geçerek düşmanı yaralayarak kaçırmalıdır.
Her duruma hazırlıklı olmak: Faşistleri etkili bir şekilde etkisiz hale getirmek için gerekli her türlü nesneyi temin etmeyi ve kullanmayı öğrenmek, ayrıca faşistleri çıplak elle etkisiz hale getirmeye yardımcı olacak her türlü spor dalını pratik etmek hem toplu hem de bireysel sokak dövüş tekniklerini öğrenmek; yasadışı eylemler planlamak için antrenman yapmak ve faşistler dışarı çıktıklarında sistematik olarak cezalandırıcı eylemler gerçekleştirmek;
Potansiyel tehlikeyi tanımak, görmek ama artık kaçmamak; şiddeti kabullenmek, uygulayabilmek ve dayanabilmek.
Tek cümleyle, kazanmak için her şeyi yapmak: sokakları kontrol altında tutmak.
Devrimci siyasi fikir sahibi olmak, her şeyden önce bu fikirleri somut olarak savunabilmek ve hayata geçirebilmektir. Devletin yardımı olmadan, tek başına bir faşist grubu yok edemiyorsanız, hatta ona direnemiyorsanız, zor zamanlarda devrimci iddialarınızdan vazgeçebilirsiniz. Tüm bu yıllar boyunca biriken gecikme ve özellikle milliyetçi kesimin niceliksel ve niteliksel ilerlemesi, aşağıya doğru bir düzleşme ve siyasi mücadelenin bu alanından vazgeçme için bir bahane olmamalıdır. Radikal sol, kolektif olarak bir mücadele kültürü geliştirirsek ve bunu bugün uygulamaya koyarsak, bu gecikmeyi kolayca telafi edebilir.
1 Romans-sur-Isère’nin bir işçi mahallesinde, yakın bir köyde düzenlenen bir şenlik sırasında genç Thomas’ın aşırı şiddetli bir kavgada öldürülmesinin ardından, provokasyon ve kavga çıkarmak için gelen 100 faşistin saldırısı sırasında olduğu gibi. Mahallenin gençleri, müdahale eden polisler tarafından zor durumda bırakılan faşistleri kovalamaya başladı. Bu olay, Nazilerin dövülmesi ve aşağılanmasıyla sonuçlanan güzel görüntüler ortaya çıkardı. Daha sonra, bu olayda yaralanan neo-Nazi militanlar, bazı medya kuruluşlarının ilgisini çekti ve bu kuruluşlar, onları “linç kurbanı genç göstericiler” olarak göstermeye çalıştı.
2 Mayıs 68, solun saldırı ve savunma için örgütlenebildiğini gösterdiği bir dönemdi, ancak aynı zamanda pasifizmin solun içinde hakim hale geldiği bir dönemdi. Mayıs 68’i yaratan militan nesil, sonraki yıllarda siyasi radikalizmle birlikte sokakları terk eden nesil oldu. Mayıs 68’in hareketimize bıraktığı miras, bugün sınıf öz savunmasından çok, yozlaşmış reformizmdir.