
Saraçhane gözaltı ve tutuklamaları, yargı-yasama-yürütme bağlamında sistemin dikişlerinin nasıl attığını, geniş kitleler nezdinde bir kez daha görünür kılmış oldu. Özellikle Batı’da uzun süreden sonra ilk kez böylesi bir kitle hareketinin ortaya çıkmış olmasıyla birlikte ele aldığımızda, bu sürecin bu yanıyla oldukça öğretici olduğu açık. Sosyal demokrat görüşlerin, CHP ve İyi Parti/Zafer Partisi’nin ideolojik-politik-kültürel etkisi altındaki kitleler bakımından bu sürecin belli yanlarıyla devlet gerçekliği ile tanışma süreci olduğunu söyleyebiliriz.
Her ne kadar AKP karşıtlığı temelinde gelişse de, sokağa yansıyan hareketlilik önemlidir, anlamlıdır. Kitlelerin, AKP şahsında sistemin yaşama geçirdiği politikalara yönelik biriktirdiği öfkeye dair bir ipucudur. Bu yanıyla mesele İmamoğlu’nun görevden alınmasından daha büyüktür.
İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve İBB’ye kayyum atanmak istenmesi bardağı taşıran bir damla olmuştur.
Sokağa çıkanların içinde CHP ile ilişkili, örgütlü kitlenin oransal anlamdaki azlığı da buna işaret ediyor. Kitleler, iktidarın bu son hamlesiyle biriktirdikleri sinerjiyi açığa vurmuştur. Kısa sürede mesele İmamoğlu meselesi olmaktan çıkmıştır.
İktidarın, kitlelerin her türlü siyasi tasarrufuna, talep ve seçimine yönelik fütursuz saldırganlığı büyük bir tepki toplamıştır/toplamaktadır. Tıpkı Gezi’de olduğu gibi mesele “3-5 ağaç” meselesini çoktan açmıştır.
Adalet, eşitlik ve özgürlük; yoksulluk ve zulme karşı bir öfke sokağa taşmıştır. Diğer yandan İmamoğlu’na yönelik hamle ile zincirlerinden boşanan sinerji-kitle hareketinin kuşkusuz Gezi süreci ile benzerlikleri kadar farklılıkları var.
Kitle hareketi söz konusu olduğunda beklenen de hayatın olağan akışında karşımıza çıkan da bu olmaktadır.
CHP’nin özellikle eylemlerin 3. gününden itibaren sürece daha bütünlüklü müdahalelerde bulunduğunu teslim etmeliyiz. CHP kurumsal yapısı ve medya gücü ile 4. günden itibaren kitle hareketinin üzerine yoğunlaştı. Mansur Yavaş ve Muharrem İnce’nin sol-sosyalistlere ve Kürt gençlerine yönelik açıklamalarını da bu çerçevede ele almak mümkün.
CHP, kendisini aşan ve belli ölçüde peşinden sürükleyen kitle hareketi karşısında ilk şoku atlattıktan sonra harekete geçti. Sürecin, parça parça atılan adımlarla şimdiki noktaya getirildiği açık.
Sokak çağrısı yapan CHP’nin, kayyumun atanmaması karşılığında AKP ile bir mutabakata vardı anlaşılıyor. Sokağa taşan kitle hareketinin AKP’nin bir sonraki hamlesini gerilettiğini söyleyebiliriz.
AKP iktidarı açısından İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve tutuklanmasını, birçok ayağı olan katmanlı bir projenin-hedeflerin bütünü olarak görebiliriz.
Anlaşılan o ki, iktidarın bu hamlesi ABD-AB emperyalistlerinin oluru, icazeti alınarak yaşama geçirildi. Bu adımdan önce Gezi İddianamesinin yeniden gündeme taşınması, Ayşe Barım’ın tutuklanması iktidarın Gezi benzeri bir kitle hareketine yönelik ön hazırlığıydı. Nitekim sahada bu adımların da belli yansımaları oldu.
İktidar şimdilik Kayyum atamamış olsa da bu, bundan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. AKP’nin bugüne kadarki tarzı siyaseti de bize bunu anlatıyor. Van Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik Kayyum süreci bu anlamda oldukça öğretici.
Kitle hareketi, iktidar-ana muhalefet marifeti ile, şimdilik adım adım pasifize ediliyor. Ne var ki, İmamoğlu süreci dipte biriken öfkenin ne denli büyük olduğuna işaret etti.
Bu bağlamda, kitlenin önümüzdeki günlerde tepkisini yine farklı biçimlerde yansıtacağı öngörülebilir. Hareketin semptomları önümüzdeki süreçte mutlaka kendini gösterecek, kendi yolunu açacaktır.
Bu yanıyla, umutlu olmak için çokça nedenimiz var. İmamoğlu süreci, iktidar klikleri arasında çatışmanın, hesaplaşmanın adeta bir arenasıydı. Bu kavga, kitle hareketini tetikledi. Kitleler sol-sosyalist bir alternatifin öncü/önder gücün yokluğunda tepkisini sokağa taşıdı. Bize düşen görevi ise, bu hareketin içinde olmak ve onunla yürüyerek politik etkinliğimizi artırmak idi.
Politik devrimci özne, iktidara karşı gelişen haklı tepkilerin daima içinde yer almaya çalışır. Gerici-faşist bir karaktere bu anlamda bir politik muhtevaya -örgütlü anlamda- sahip olmadığı sürece dahil olur, olmalıdır.
Biz de bu perspektifle kitlelerin düzene yönelik birikmiş ilerici tepkilerine yaslandık adalet-eşitlik ve özgürlük taleplerimizi dile getirdik.
Haklı ve meşru taleplerimizin kitlelerde bulduğu karşılığın bir sonucu olarak güçlü bir sahiplenme açığa çıktı. Bu sahiplenmenin, demokrasi ve özgürlük mücadelemizin geliştirilmesi bağlamında ileri taşınması ve örgütlenmesine ihtiyaç var.
Hapishane ile ilk defa tanışan, gözaltı-işkence gerçekliğini ilk kez deneyimleyen gençliğin, güçlü duruşu bize umut vermektedir.
Liberal, sağ-milliyetçi veyahut çoğunlukla ulusalcı-Kemalist ideolojik-politik iklimin etkisi altındaki gençliğin aynı zamanda güçlü bir değişim dinamiği taşıdığını söyleyebiliriz.
Belirtmek gerekir ki, Saraçhane gözaltı ve 2911’den tutuklama süreci ani bir saldırı değildi. Faşist diktatörlüğün, AKP eliyle sokak muhalefetini bastırmaya ve devrimci politik örgütlerle ilerici kitlelerin arasını açmaya dönük yıllardır kesintisiz bir şekilde sürdürülen saldırıların bir devamı oldu.
Mitinglere, yürüyüşlere, HDP’nin parti binalarına yapılan bombalı saldırıların, yürüyüşlü eylemlere neredeyse istisnasız bir şekilde gerçekleştirilen polis saldırılarının, Dem Partisi Kayyum eylemlerine dönük saldırıların ilerletilmesi biçiminde yaşandı 2911’den yapılan tutuklama saldırısı.
Faşizm günden güne devrimci muhalefeti kitlelerden koparmak ve geniş kitleleri eylemsel süreçlerin dışına itmek için bugün kendi gerici yasalarını da aşarak kitlelere gözdağı vermektedir. Kitlelerin haklarını sokakta aramalarının önüne geçmeye çalışılmaktadır.
Hak aramak için egemenler tarafından defaatle gösterilen işaret edilen yer çürümüş yargı olmaktadır.
Fakat buna rağmen örgütsüz kitlelerin öfkesi sokaklara taşmaktadır. Sokak eylemleri düzenli olduğu sürece kitlelerin bilincine çok yönlü olarak etki edecek olan bir işleve sahiptir.
Bugün sokaklara çıkan gençliğin profiline bu gözle de bakmak gerekir.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; eylemlerde ön saflarda yer alan ve bozkurt işaretleri eşliğinde gerici sloganlar atan, polisi tarafsızmış gibi göstermeye çalışan ve eylem alanında provakatif duruşlar sergileyen hiç kimse tutuklanmadı. Bunlar bir şekilde gözaltına alınmamayı “başarmış” oldu.
Eylemlere katılan örgütlü ya da örgütlü bir geçmişe sahip olanlar ise eylem anında değil ev baskınlarıyla gözaltına alındıklarını görüyoruz.
Eylem anında gözaltına alınanlar, daha çok ilk defa polisten dayak yiyen, biber gazına maruz kalan, henüz nasıl geriye çekilebileceğini bilmeyen genç kitlelerden oluşuyor. Eylem anında gözaltına alınanların birkaç istisna dışında neredeyse tamamı genç, ev baskınlarıyla gözaltına alınıp tutuklananlar ise belli bir deneyime sahip daha çok orta yaş üzeri insanlar.
Tutuklamalarda kabaca bir hesap yaparsak tutuklanan her yüz kişiden onu reformist ya da devrimci yapılarda örgütlü her yüz kişiden on kişi örgütü ya da örgütlü bir geçmişe sahip.
Yani tutuklanan gençlerin çoğunu ilk defa polisle karşı karşıya gelinen ve meşru direnme hattının kullanıldığı bir eylemde yer alıyor.
Bu kesimin büyük çoğunluğu sistem partileri dahil tüm örgütlü yapılara muhalif bir kimlik tarzı ve şoven duyguları baskın. Bununla beraber gerçekten dinlemeye ve öğrenmeye açık bir kitle. Bu zamana kadar korkutulmuş olsalar da örgütler-devrimcilerle ilk temasları Saraçhane ve daha çok da tutuklanma sürecinde oldu.
Bu kitlelerin büyük çoğunluğunun sadece zihninde olan bir şey örgüt, pratik yaşamda hiçbir zaman kesişmemişiz. Doğal olarak çok ciddi bir yabancılık ve korkutulmuşluk var.
Örneğin iki tutuklu arasında geçen şu diyalog çarpıcıdır.
“Bizi örgütlerin olduğu koğuşlara atacaklarmış.” (Kaygıyla soruyor)
“Umarım öylesi bir koğuşa gideriz.” (örgütlü bir geçmişe sahip birisi)
Bunlar bizim aslında ileri kitlelerden, hakkını sokakta aramaya yatkın olan kitlelerden ne denli uzak olduğumuzun göstergesi. Bu uzaklığa rağmen, örgütsüz kitleleri ikna etme potansiyelimiz çok yüksek.
Örgütlü insanların kısmen kolektif bir ağ oluşturabildiği koğuşlarda örgütsüz gençler, örgütlü-kolektif davranışlara ciddi düzeyde bir uyum sağlıyor. Nedenlerini anladıkları itirazlarımıza eşlik ediyorlar ve bunları geliştirebiliyorlar. Ancak ilk başta yalnız kaldıkları sırada bütün bu deneyimlerden yoksun oldukları için söylenenleri yapma eğiliminde olmuşlardı.
Devrimci tutum ve davranışlarımızdaki, kapsayıcı-herkesi düşünen, zor durumda olan arkadaşlarla daha fazla ilgilenenen, itaat etmeyen duruşumuz örgütsüz insanlar üzerinde kısa sürede çok büyük manevi bir etki uyandırmıştır.
Tutukluluğunun ilk anlarında eyleme katıldıklarına pişman olan gençler, devrimci tutumun hapishanede devam etmesiyle yaptıklarıyla gurur duyar hale gelmişlerdir.
Ve azımsanmayacak bir kesimin içerisinde politikaya, gündelik siyasete ve politik tarihe belli bir ilgi vardır. Böylesi bir gençlik kitlesini politikadan uzak tutmak için devlet var gücüyle devlet şiddetini uygulamaya sokmuştur.
Biz ise tek atımlık değil ama uzun süreli bağlar oluşturabilecek, temasımızı kurabilecek pratik bir süreç ve politik bir akıl ve dil geliştirmeliyiz. Politik bir akıl ve dil derken şoven ve gerici söylemlerle savrulmayı kastetmiyoruz. Açık, anlaşılır, gerçeklere temas eden, kendi derdini anlatabilen bir dilden bahsediyoruz. Bu yaklaşım ileri gençlik kesimini zamanla kazanabileceğimiz anlamına gelir.
Eylemleri uzaktan izlemek ve yargı dağıtmak kolaydır, eylemlerin içerisinde ye almak onun geri yönleriyle mücadele etmek, geniş kitlelerle beraber az-çok bedel ödemek, devrimci faaliyetin esas yönlerinden birini oluşturur ve kabuk bağlamış, eski-işe yaramayan kalıpsal davranışlarımızdan kurtulmamızı kolaylaştırır.
Yani bu eylemler kitlelerle beraber öğrenmemizin önünü açar.
Neo-liberal politikalarla bireyselleştirilmiş kesimler için ise, cinsiyetçi küfür etmemeyi, bir başkasını düşünmeyi, toplumsal kaygılar gütmeyi öğretir ve kaybolmaya yüz tutmuş ileri duyguları tetikler, canlandırır.
Günümüz koşullarında devrimci faaliyetimiz için önemli adımlardır.
Kitlelerin genel durumunu öğrenelim, kendi durumumuzu sorgulayalım. Temas, öğrenme-öğretme ve ilerleme temelinde ilerleyen kitleleri kazanalım.