GüncelMakaleler

DENGÊ AZADÎ | 11 Yıllık “Çöktürme Planı”ndaki Yeni Evreye Karşı Geniş ve Sağlam İttifaklar!

"Mevcut iktidarın tüm halkı “devlet teröründe eşitlemesi”nin örgütlenmede belli faydaları olduğunu yadsıyamayız. Ancak “korkuyla ve sopayla terbiye edilmiş” bir halkı örgütlemenin ne kadar zor olacağını da kabul etmeliyiz."

TC tarihinin en uzun süren Milli Güvenlik Kurulu’nun 30 Ekim 2014 tarihli toplantısının ardından yayımlanan “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nin (MGSB) temeli başta Kürt hareketi olmak üzere devrimci komünist güçlere ve bir bütün geniş halk yığınlarına dayatılan “çöktürme planı”ydı.

Hatırlanacağı gibi bu belgenin kabul edildiği tarihte PKK lideri Abdullah Öcalan’la devlet arasında yürütülen “barış-çözüm görüşmeleri” iki yıla yakın zamandır sürmekteydi ve estirilen “barış-demokrasi” havasının aksine belgenin esin kaynağı Sri Lanka’da ulusal bağımsızlık mücadelesi veren Tamil Kaplanları’na ve Tamil halkına uygulanan yok etme harekatıydı.

Çöktürme Planı’nın yürürlüğe girmesinden bir süre sonra PKK ile kurulan “masa” AKP iktidarı tarafından devrildi, 20 Temmuz 2015’te Suruç Katliamı ile fiili olarak uygulamaya konulan plan, iki gün sonra Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi gerekçe gösterilerek dizginsiz bir saldırının da başlangıcına işaret etti. Ardından bu süreç sokağa çıkma yasakları, her türlü eylem ve etkinlik yasakları, şehirlerin işgal güçleri gibi dümdüz edilmesi, başta HDP’liler olmak üzere on binlerce kişinin gözaltına alınması, binlercesinin tutuklanması, mitinglere bombalı saldırılar, katliamlar… ile devam etti. 15 Temmuz “darbe girişimi” sonrasında saldırısının yelpazesini genişleten devlet, binlerce kişinin ölümüne, sakat kalmasına, tutsak düşmesine vb. mal olsa da, “çöktürme planı”nda istediği sonuca tam olarak ulaşamadı.

Değişen dünya konjonktürü, ortaya çıkan “risk ve fırsatlar”

Ancak elbette yeni saldırı konseptinin tek nedeni bu başarısızlık değildir. 2014’ten bu yana hem dünya hem Ortadoğu hem de ülkedeki konjonktürde derin değişiklikler yaşanmış; riskler ve elbette emperyalistler gibi Türk devleti açısından da yeni fırsatlar ortaya çıkmıştır. Suriye’de yıllardır eğitip beslediği SMO çetelerinin HTŞ’nin Şam’ı ele geçirmesinin ardından esamesinin okunmaması bir yana, yine yıllardır temas halinde olduğu ve desteklediği HTŞ üzerinden Suriye pastasından lokma kapma telaşını yaşıyor.

Diğer yandan emperyalistler arasındaki çelişkilerin derinleşmesine paralel, TC devleti de uzun bir süredir bu çelişkilerden en verimli şekilde yararlanma, piyasa değerini yükseltme, masasına düşen kırıntıları büyütme amacıyla hareket ediyor. Bir yandan da ABD-İngiltere’nin başını çektiği blokun Ortadoğu ve Kafkaslardaki sinsi ajanı olarak görevini en iyi şekilde yapmaya çalışıyor.

Nitekim Milli Güvenlik Kurulu’nun geçtiğimiz ay yapılan toplantısının gündeminin “Dünyada kurallara dayalı uluslararası düzenden çok kutuplu bir sisteme geçilmesi sürecinin getirdiği risk ve fırsatlar” olarak belirlenmesi de bu bağlamda anlam kazanıyor. Bu sürecin hem risklerinin ve hem de fırsatlarının (başta Suriye olmak üzere esasta üç parçadaki) Kürt meselesinden geçmesi ise bugünkü “kadife eldiven içindeki demir yumruk” stratejisinin temelini oluşturuyor.

İşte bu riskleri ortadan kaldırmak ve de mevcut durumun yarattığı fırsatlardan yararlanabilmek için bir elini Kürtlere uzatıp adını koymaya bile gerek duymadığı bir süreci başlatırken bir eliyle de başta Kürt hareketi, devrimci, demokratik güçler olmak üzere kendine biat etmeyen herkese ve her kesime karşı büyük bir terörle saldırıyor.

Çünkü Türk devletinin amacına ulaşabilmek için “iç”te dikensiz gül bahçesinin de ötesinde tam bir biata, tam bir ölüm sessizliğine ihtiyacı var. Bu da içten içe Türk devletinin güçsüzlüğünün dışa vurumudur. Emekçi halk bir yandan ekonomik krizle boğuşurken, yoksulluk intiharları artarken, iktidardan nemalanan kesimler aç insanların gözünün içine baka baka zenginliklerini yaşıyorlar. Sokaktaki insan ağzını açtığı anda “cumhurbaşkanına hakaretten” tutuklanırken, kadınların alınıp satılabileceğini, kız çocuklarıyla evlenilebileceğini söyleyenler padişahlar gibi yaşıyorlar. Yolsuzluklar, çocukların-gençlerin mafya işlerine girmek dışında hiçbir alternatiflerinin olmayışı, halkın seçtiği yerel yönetimlerin tek bir imzayla gasp edilmesi, her an herkesin “terörist” olabilme olasılığı… Kısacası AKP iktidarı, en başta da “rıza üretmek” kapasitesini, yani halk kitleleri üzerindeki hegemonyasını önemli ölçüde yitirdi. Ekonomik olarak halk kitlelerini susturup pasifize edebilecek bir ekonomik gücü de bulunmamakta. Zira yolsuzluğa, çürümüşlüğe batmış iktidar pastasından nemalanan çok daha geniş bir kesim söz konusu. Bu durumda geriye tek çare baskıyı ve şiddeti artırmak kalıyor. Yani AKP-MHP iktidarının en iyi bildiği yol…

Daha geniş ve sağlam birliktelikler oluşturmak

AKP-MHP iktidarının tüm devlet gücüyle estirdiği teröre karşı duruş meselesinde bir yandan mevcut ittifakları güçlendirmeye, bir yandan da daha geniş bir ittifaklar kurmaya ihtiyaç var. Sadece saldırıların gücünü, estirilen terörü teşhir eden değil, bu terörü durdurmayı amaçlayan ve esasını devrimci güçlerin oluşturduğu geniş birliktelikler, ittifaklar bu süreçten çıkılmasının en doğrudan yolu olacaktır.

“Biz zaten devlet terörüne aşinayız”, “devletin faşist karakterini, yargı-hukukun kimlere hizmet ettiğini zaten biliyoruz” gibi 11 yıldır süren “çöktürme planı”nın yeni evresini küçümseyebilecek bir konjonktürden bahsetmiyoruz. Dolayısıyla devrimci ittifakların temelini oluşturduğu (ya da en azından etkin bir gücü olduğu), mücadelede ortaklaşılabilecek güçlerle bir araya gelmek önemlidir. Elbette halk ve sınıf düşmanlarını içermeyecek böylesi bir ittifak için, ilk olarak; devrimcilerin hem mevcut birleşik mücadelesini -özelde Birleşik Mücadele Güçleri’ni- geliştirmek ve hem de bunun içinde yer almayan devrimci örgütlerle birlikteliği sağlam bir şekilde örmek gerekir.

İkincisi mevcut iktidarın saldırılarını tek tek ele alarak bunlara karşı eylemler yapmaktansa (bu da yanlış değil tabii ki) bir bütün “çöktürme planı”nın tüm veçhelerine karşı topyekun bir direniş ve mücadele örgütlemeliyiz. Üçüncüsü geniş bir ittifak sözkonusu olduğunda bazı kesimlerin “seçimler” odaklı ele alışlarıyla da mücadele etmeli, demokrasi mücadelesini artık halkın dahi güvenmediği bir hükümet değişikliğine tahvil eden, halkı özne olmaktan çıkaran yaklaşımları kesin olarak reddetmeliyiz.

Mevcut iktidarın tüm halkı “devlet teröründe eşitlemesi”nin örgütlenmede belli faydaları olduğunu yadsıyamayız. Ancak “korkuyla ve sopayla terbiye edilmiş” bir halkı örgütlemenin ne kadar zor olacağını da kabul etmeliyiz. Bu nedenle korkunun egemenliğini yıkmak ve “çöktürme planını” tersine çevirerek sistemi çökertmekten başka bir çıkış yolu bulunmuyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu