GüncelMakaleler

DENGÊ AZADÎ| Sorunu Çözülüyor Mu?

Türklük ve Sünnilik ideolojisi, hakim ulusu ve inancı her gün diğerlerinin karşılaştıkları adaletsizliklerden izole eder ve korur.

Kürt ulusal sorunu, Kürt ulusunun temel hak ve özgürlükleri tanınmayarak, Kürtlerin bir ulus olarak varlığı ve hakları kabul edilmeyerek, inkar ve imha politikasında ısrar edilerek her geçen gün derinleşmektedir. Bunun nedeni, Türk egemen devlet gerçekliğidir.
Irkçı, soykırımcı, inkar ve imha üzerine kurulu Türk devlet gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuz müddetçe “tek devlet, tek millet”, “tek bayrak, tek dil” gibi ardı arkası gelmeyen “tek”lerin sıralandığı bir tablodan sorunun çözümü noktasında adım beklemek aşırı iyimserliktir. “Ne mutlu Türk’üm diyene”, “Her Türk asker doğar”, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”, “Türkiye Türklerindir” hezeyanları sürdükçe Kürdün var olma ve yaşama şansı ancak Kürtlüğünü inkar edip lanetleyerek, Türklüğü kabul edip Türkçe konuşarak mümkündür. Bırakalım Kürtçe’nin eğitim dili olmasını, günlük yaşamda dahi baskısız ve yasaksız serbestçe konuşulması bir hayaldir. Kürtçe halaya, şarkı ve ıslığa bile tahammülün gösterilmediği yerde Kürt ulusu açısından tam bir hak eşitliğinden bahsetmemek gerekir.
Cumhuriyet’le birlikte devletin yeni egemenleri olan Türk komprador burjuvalarının temsilcisi Kemalist hükümet, istisnasız her alanda ırkçılığı yaydı. Türklerin efendi ve egemen olduğu yeni bir tarih yazımına girişdi. Kürtlerin de “Türk” olduğunu, bütün dillerin Türkçe’den türediği, azınlıkların Türk ulusuna itaat etmeleri gerektiği gibi öğretiler topluma kabul ettirilmeye çalışıldı. Devletin resmi dairelerinde ve eğitim kurumlarında Türkçe’den başka dilin konuşulması yasaklandı. TC toprakları üzerinde Kürde var olma ve yaşama hakkı tanınmadı. Kürtlere “ya sev ye terk et” dayatıldı.

Osmanlılık, Müslümanlık, Türklük…
Türk ulusunun her türlü imtiyaz ve üstünlüğe sahip egemen ulus olarak kabul edildiği, bunun yasa ve sözleşmelerle güvence altına alındığı, değiştirilmesinin yasaklandığı, teklif edilmesinin dahi kabul edilmediği, itirazın-karşı çıkışların acımasızca cezalandırıldığı bir durumda Türkiye’de “yasalar karşısında herkesin eşit olduğu” iddiası tamamen bir safsatadan ibarettir.
Sonu gelmeyen “örfi idare”, “sıkıyönetim, “olağan üstü hal” yasalarıyla Kürt ulusunun katliam ve sürgünlere uğratıldığı bir coğrafyada, varlığına ancak Kürtlüğünü inkar ederek müsaade edildiği bir yerde, bırakalım Kürt-Türk uluslarından, farklı milliyet ve inançlarından halkın yasalar karşısında eşitliğinden bahsetmeyi ancak koyu bir ırkçılıktan ve bir faşist diktatörlükten bahsedilebilir. Türklük adına sahip olunan ayrıcalık ve üstünlüklerin, yazılı olmayan anayasanın adıdır; “Türklük Sözleşmesi.”
Türk olmak, imtiyazlara sahip olmak demektir. Egemen olmak demektir. Kendisinden olmayanın varlığını kabul etmemek, dillerini bilmemektir. Türklük, bu topraklarda imtiyaz ve farklılıklara sahip olmanın yazılı olmayan gizli adıdır. Köken olarak Türk olmak önemli değildir. Ancak Türklüğü kabul edip bir kimlik ve aidiyet ve de fikir ve duygu olarak benimsemek, onunla duygulanmak ve övünmektir. Örneğin Kürtleri, Alevileri ve Hristiyan halkı görmemektir.
Osmanlı toplumunda egemen sınıflar, yöneticiler önce “Osmanlılık Sözleşmesi”ne başvururdu. Ancak ilerleyen süreçlerde bunun yetmediği görüldü. Daha sonra “Müslümanlık Sözleşmesi”ni egemen kıldılar. İttihat Terakki’den Kemalist hükümet ve sonrası dönemde ise “Müslümanlık Sözleşmesi”nden “Türklük Sözleşmesi”ne doğru geçiş yaptılar.

“Türklük Sözleşmesi”, siyaseti, duygu ve düşünceleri belirler
Birincisi; Türkiye’de her türlü baskıdan uzak, güvenli ve imtiyazlı bir şekilde yaşamak ve yaşayabilme umuduna sahip olmak için Türk olmak ve Türkleşmek gerekir.
İkincisi; 1915-1924 yılları arasında Müslüman olmayan halklara ve onlar arasında özellikle Ermenilere yapılanlardan, onların mal ve mülklerine çökülmesinden asla bahsetmemektir.
Üçüncüsü; Kürtlere yapılanlardan asla bahsetmemek, Kürt meselesi hakkında siyaset üretmemektir.
Bunlar Türkiye Cumhuriyeti tarihinin yazılı olmayan ancak yazılı olanlardan daha etkili, işlevli ve yürürlükte olan anayasasının esas hükümleridir. Bu sözleşme, TC’nin siyasetini, kurumlarını, ittifaklar politikasını, dost ve düşman belirlemesini, düşünceler tarihini, duygu dünyasını belirlemektedir.
Sözleşme, zor ve şiddet aygıtıyla güvence altına alınmıştır. Sözleşmeye uymayanlar öldürülme, cezalandırılma, vatandaşlıktan çıkarılma, isten atılma ile karşı karşıya kalmıştır ve kalmaktadır. Hain ve düşman ilan edilmiştir ve edilmektedir. Sözleşmeye uyanlar ise siyasette, iş dünyasında, bürokraside, akademide, yargıda, sanat dünyasında vb. bir takım görevlere gelebilmektedir.

Kendinden olmayan herkes terörist!
“Türklük” olarak ifade edilen ezen ulus kimliği, hakim ulus kimliğine ırkçılıkla bütünleşen ekonomik-politik-sosyal ayrıcalıklar tanır. “Sünnilik” olarak ifade edilen hakim ulus kimliği ezilen inançlar karşısında hakimiyet ve üstünlük tanır. Türk ve Sünnilik ezen ulusun ve inancın kimliği olarak öne çıkarılır. Bu kimlik, avantajlı olunan yapı içinde konumlanmaktır. Güvenilir olarak görülmek, kaliteli eğitim ve iş olanaklarına kolay erişme imkanına sahip olmadır. Güvenilir olarak görülmek, kaliteli eğitim ve iş imkanlarına daha kolay erişmek, polis şiddetinden korunmak gibi yazılı olmayan haklara sahip olmaktır. Türklük ve Sünnilik ideolojisi, hakim ulusu ve inancı her gün diğerlerinin karşılaştıkları adaletsizliklerden izole eder ve korur.
Bu kimlik neyi koruduğunu, sesini niçin çıkarması gerektiğini, neyi savunup-neye karşı çıkması gerektiğini belirler. Bu ideoloji sayesinde Türk hakim sınıfları, hakim ulusun imtiyazlarını korur ve yeniden üretir. İşgal ve ilhak siyasetini meşrulaştırır. Ezilen ulus ve milliyetler karşısında ezen ulusun üstünlüğünü savunmayı süreklileştirir. Ezen ulus kimliğini doğal olarak adım adım ırkçılığın kullanılacak bir aparatı durumuna gelinir.
Ezen ulusun gözünde bir Kürt ister doktor ister öğretmen ister köylü olsun yine de Kürt’tür. Bir Alevinin mesleki kimliği ne olursa olsun o nihayetinde yemeğinin yenilmemesi, güvenilmemesi gereken bir Alevidir. Eşit haklara sahip olarak yaşamayı, özgürlük talep etmeyi bir tehdit olarak gören bu algıyı içselleştirerek güvenlik politikasına dönüştüren bir zihniyet, farklı ulusların ve inançların varlığını, hak talep etmesini kabul etmez. Onları düşman olarak görür. Her türlü şiddeti uygulamaktan, her türlü katliam-sürgün ve asimilasyon politikasını hayata geçirmekten geri durmaz. Hak arayan her insanı da terörist kapsamında ele alır. Onlara yönelik her türlü şiddeti ise “teröristleri bastırma” olarak algılar.

Irkçılığa karşı mücadele sömürü ve talana karşı mücadeledir
Yöneten-yönetilen, efendi-uşak, sahip-köle, egemen-bağımlı ilişkisinde nasıl ki, eşitlikten bahsedilemezse aynı şekilde ezen ulus olan Türklerle ezilen ulus olan Kürtler arasında eşitlikten bahsedilemez. Yine ezen Sünni inancı karşısında ezilen Alevi inancı arasında eşitlikten bahsedilemez.Her alanda eşit hakların olmadığı, bunun yasalarla korunmadığı toplumda kardeşlikten söz edilemez.
“Tam hak eşitliği” sadece uluslar için değil dil, cins, inanç, kültür, yaşam, çalışma alanında da kabul görülüp içtenlikle benimsenerek güvence altına alınarak uygulandığı yerde eşitliksizlikler ve farklılıklar azalarak ortadan kalkar ve kardeşçe yaşam olanakları yaratılmış olur.
Türk ve Kürt ilişkilerinde en önemli faktör güvendir. Güven anlayış ve zihniyet olduğu kadar pratiktir de. Türklük ideolojisinden, ırkçılık zehirinden, üstünlük kibirinden kurtulunmadıkça Kürt-Türk ulusları arasında ilişkilerin iyileşmesi mümkün değildir.
Bu noktada Türkiyeli devrimcilere düşen görev ve sorumluluk ön plandadır. Sömürüye ve zulme karşı çıkmanın önemli bir yerinde ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı çıkıp mücadele yürütmek vardır. Bu vazgeçilmez-öncelikli-temel bir görevdir. Herhangi bir Türk işçi-köylü-gencine sabırla, ikna edici bir şekilde propaganda yapmak önemlidir. Sömürüye karşı, özel mülkiyete dayalı komprador burjuva sisteme karşı mücadele geliştikçe ırkçılığa karşı mücadelenin zemini de güçlenecektir. Keza ırkçılığa karşı mücadele geliştirildikçe sömürü ve talana karşı mücadelenin de gelişim zemini açılacaktır.
Faşizme karşı mücadele, demokratik devrimin görev ve kapsamı içinde ele alınmalıdır.
Proleter devrimcilerin görev ve sorumlulukları bu konuda da ağırdır. İşleri zordur. Ancak hiçbir görev başarılamaz değildir. Yeter ki yürütülecek çalışmaların doğruluğuna, mücadelenin haklılığına ve meşruluğuna güçlü inanalım.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu