
Tarih tekerleğinin hızlandığı bir zaman dilimi içindeyiz. Onlarca yılda yaşanacak gelişmeler, birkaç haftaya ve hatta güne sığıyor. Bu objektif gerçeklik beraberinde gündeme dair söz kurmayı zorlaştırıyor. Özellikle Ortadoğu coğrafyasında sabahtan akşama gündemin değiştiği açık. Ancak bu durum pek tabi ki bazı hususlarda görüş belirtmenin önünde engel değil. Özellikle kimi politik gelişmelere dair pratikte sınanmış ve doğruluğu kanıtlanmış bazı temel ilkelerin varlığı bu açıdan avantajdır. Bu anlamıyla ilkede tavizsiz olmak ancak somut duruma göre politika belirlemek ve bu politikada esnek olmak gerekir.
Bunu neden ifade ediyoruz? İsrail’in İran’a saldırmasıyla başlayan ve ardından da İran’ın misilleme saldırılarıyla devam eden savaş hali bir kez daha gündem oldu. Bu iki gerici bölgesel güç elbette ilk kez karşı karşıya gelmiyor. Ancak siyonist İsrail’in başta ABD olmak üzere batı emperyalizminin desteğini alarak İran’a doğrudan saldırısının önemli bir eşiğin aşıldığı olarak okumak gerekir. Her iki gerici bölgesel gücün arkasında konumlanan emperyalist kampların varlığı dikkate alındığında savaşın yeni bir emperyalist paylaşım savaşını tetikleme ihtimali bulunmaktadır. İran’ın ABD emperyalizmiyle “nükleer müzakere” yürüttüğü sırada gerçekleşen bu saldırıdan ABD’nin habersiz olması düşünülemez. Ancak İsrail’in İran’a saldırmasının gerekçesi olarak ilan eden “nükleer silah” meselesinin bir bahane olduğu açık. İşin daha da ironik tarafı İsrail’in nükleer silahlara sahip bir güç olarak İran’ı nükleer silah elde etmekle suçlaması ve saldırmasıdır. Üstelik kendi savaş hukuklarında bile nükleer tesislerin vurulması yasak olmasına rağmen bu saldırı yapılmakta ve yüz binlerce insanın katledilmesi göze alınabilmektedir.
Elbette bu açıklamalar birer bahaneden ibarettir. Dahası hukuk denilen “şey”in emperyalist-siyonist gericiliğin kendi çıkarları söz konusu olduğunda kendi hukuklarını bile çöpe attıkları bilinen bir gerçekliktir. Son süreçte bu türden pratiklerin daha da çoğalması ve adeta kör göze parmak sokarcasına pervasız bir şekilde hayata geçirilmesi ise tam da emperyalist kapitalizmin krizi ve emperyalist tekeller arasında çelişkinin ulaştığı aşamayla ilgilidir. ABD öncülüğünde batı emperyalizminin dünya pazarları üzerinde hakimiyeti sarsıldıkça, “burjuva demokrasisi”nin bütün makyajı dökülmekte, “burjuva hukuk” dahi yok sayılmakta, “burjuva diplomasisi” ise rafa kaldırılmaktadır. Siyonist İsrail gibi “haydut devletler” aracılığıyla soykırım, katliam ve terör saldırıları normalleştirilmektedir.
Öte yandan saldırıya uğrayan İran İslam Cumhuriyeti’nin ise kimi nüanslar dışında Siyonist İsrail’den özde bir farkı yoktur. İran molla rejiminin “anti-emperyalistliği” koca bir yalandan ibarettir ve sadece anti-Amerikancılıkla sınırlıdır. İran molla rejiminin kapitalist mülkiyet sistemiyle bir sorunu yoktur. Dahası Rusya ve Çin’le geliştirdiği ilişkiler bilinmektedir. İran molla rejiminin işçi sınıfına, emekçi halka başta Kürtler ve Beluclar olmak üzere ezilen ulus, milliyet ve inançlara, özelliklere kadınlara yönelik katliamcı ve barbar bir rejim olduğu pratikte sabittir.
Siyonist İsrail ile İran molla rejiminin savaşı beraberinde ilerici demokrat kamuoyunda çeşitli tepkilere yol açtı. Genel eğilim ABD-İsrail saldırganlığının kınanması olmakla birlikte, kimi çevrelerin İran molla rejimine arka çıkan ve dahası Kürt halkını yönelik kimi hadsiz açıklamalarına dahi tanık olduk. Bu nedenle siyonist İsrail ile İran molla rejimi arasındaki savaşta bazı temel ilkelere değinmek yararlı olacaktır.
Öncelikle yaşanan savaş, haklı bir savaş değildir. İki gerici gücün arkalarında yedeklenen rakip emperyalist güçlerle birlikte bölgesel bir hakimiyet savaşı söz konusudur. Haksız savaşlar karşısında işçi sınıfının ve ezilen halkların yaklaşımı öteden beridir bilinmektedir. Haksız savaşları önlemek ve bitirmek için devrimci iç savaşlara evet demek temel ilkelerden biridir. Bu çağrıyı yapmak demek, ABD ve İsrail siyonizminin saldırganlığına yedeklenmek değildir. İki gerici bölgesel gücün haksız savaşının arkasında -şu veya bu nedenle- yedeklenmeyi savunmamak gerekir. İki bölgesel gerici güçten birini tercih etmek söz konusu olmamalıdır. İki gerici güç de coğrafyamız işçi sınıfı ve ezilen hakları tarafından düşman olarak görülmeli ve bu iki gericiliğin yıkılması için mücadele edilmelidir. Kuşkusuz ki bölgesel gerici güçlerin arkalarında yedeklendikleri emperyalist güçlerle birlikte haksız savaşına da kayıtsız kalınmamalıdır. Okun sivri ucu ABD emperyalizmine ve İsrail siyonizmine yöneltilmelidir. Fakat bunu yaparken de bölgede kendi çıkarlarını önceleyen diğer emperyalist bloklara ve onlara dayanan gerici kliklere dikkat etmek gerekir. Bir gerici kliğe karşı mücadele diğer gerici kliğe sırtını dayayarak ya da onun kuyruğuna takılarak yapılamaz.
İran’daki ezilen ulus, milliyet ve inançların mücadelesine dair söz kurmak ve daha da ileri gidersek “ahkam kesmek” bize düşmez. Ancak bu konuda temel ilke bellidir. Her koşul altında ezilen ulusların Özgürce Ayrılma Hakkı vardır ve bunu nasıl gerçekleşeceği tamamen ezilen ulusun kendi iradesine bağlıdır. İran’daki Kürt, Beluc ya da diğer milliyet ve inançların mücadeleleri onları emperyalizmin ve siyonizmin işbirlikçisi olarak ilan edilmelerinin gerekçesi olarak ileri sürülmemelidir. Savaşın uzaması ve bölgesel bir savaştan emperyalist paylaşım savaşına evrilmesi tamamen bu iki gerici bölgesel gücün arkasındaki emperyal güçlerin tavrına bağlı olarak şekillenecektir. Ancak kesin olan bir şey var ki ABD emperyalizmi ve Siyonist İsrail’in bu saldırganlığına karşı olunmalıdır. İran molla rejimi mutlaka yıkılmalıdır ve fakat bu gerekçe dışarıdan bir saldırganlığı haklı kılmaz ve dahası meşrulaştırmaz. İran’a yönelik emperyalist saldırganlık karşısında olmak; İran gerici molla rejiminin ancak ve ancak İran halkının haklı ve meşru mücadelesiyle devrilmesi gerektiğini ısrarla savunmak gerekir.