GüncelKadın

YENİ KADIN | Devletin Kirli Savaş Aracı Olarak Cinsel Şiddet

"AKP-MHP iktidarının kadın bedeni üzerinde kurduğu bu terör rejimi, basit bir “insan hakları ihlali”nin çok ötesinde anlamlar taşır. Bu, faşist devletin kriz yönetim stratejilerinden biridir."

19 Mart’tan bu yana Türkiye’nin dört bir yanında ortaya çıkan ve yüzbinlerce insanı sokaklarda buluşturan kitlesel protestolar, AKP-MHP iktidarının çürümüşlüğünü bir kez daha tüm dünyaya gösterdi. Bu iktidara karşı olan çok çeşitli kesimlerden halka karşı polis barikatları, biber gazı, plastik mermiler, gözaltı ve tutuklamalar, iktidarın korkusunun ve çaresizliğinin birer göstergesiydi. Hayatlarında ilk kez sokağa-eyleme çıkan kitleler açısından, devletin kadınlara yönelik sistematik cinsel şiddeti tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Gözaltına alınan ve tutuklanan kadınlar, hapishanelerde çıplak arama adı altında cinsel işkenceye maruz bırakıldı. Bu, ne tekil bir “istismar vakası” ne de “yasa dışı bir uygulama”ydı. Bu, devletin kadın bedenini bir savaş alanına çevirdiği, politik terörün en organize haliydi.

“Devlet aklı”nın cinsel şiddetle imtihanı

Türkiye’de devlet şiddetinin cinsel boyutu, kuruluşundan bu yana geçerli olsa da, özellikle 12 Eylül darbesiyle birlikte kurumsallaşmış, 1990’larda T.Kürdistanı’nda uygulanan kirli savaş politikalarıyla daha da vahşileşmiştir. Faili meçhul kadın cinayetleri, gözaltında tecavüzler, köy boşaltmalar sırasında yaşanan cinsel saldırılar, devletin bu alandaki geleneğinin parçalarıdır. Yine özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası gözaltına alınan kadınların tecavüze uğraması ve bu tecavüzler sonucu hamile kalmaları toplumun büyük çoğunluğu tarafından hiç görülmeyerek sessiz sedasız yaşandı. Yani AKP iktidarı, faşizmin çıtasını sürekli yükseltirken bu devlet politikasını da, uygun biçimde yeniden üretti.

Bugün gözaltında ve hapishanelerde yaşanan çıplak arama başta olmak üzere uygulanan tacizler, devletin kadınlara özel politikasını gösteriyor. Bu şiddet, “istisnai” değil, devlet “rutin”idir. “Güvenlik” adı altında meşrulaştırılan bu uygulamaların hedefinde, kadın bedeninin bir itaat aracı olarak kırılması vardır.

Psikopolitik bir silah olarak cinsel şiddet

AKP-MHP iktidarının, kadın bedeni üzerinde kurduğu bu şiddet rejimiyle, sadece fiziksel değil, psikolojik bir tahakküm de inşa ettiği inkar edilemez. Zira örneğin çıplak arama, salt bir “bedenin denetimi” değil, kadın kimliğinin, onurunun, direniş iradesinin kırılmasıdır.

Bu politikanın hedefinde özellikle politik kadınların olmaması düşünülemez elbette. Kürt hareketinden komünist, devrimci kadınlara, feministlere, LGBTİ+ aktivistlere kadar tüm muhalif kadınlar, bu şiddetin muhatabıdır. Amaç açık: Kadınların politik alandan silinmesi.

Hukukun işlevi: Devlet terörünün yasal kılıfı

Hukuk denilen ucube, devletin, bu uygulamaları meşrulaştırmak için yarattığı araçtan başka bir şey değildir. Zaten yasal olarak polis vb. kolluk güçlerine her türlü yetki verilirken, bu yetkinin de sınırları keyfiyetle genişletilerek, arama denilen prosedür kadınların cinsel organlarına kadar uzanan bir işkence mekanizmasına dönüştürülmüş durumda.

Daha da vahimi, bu uygulamaların hiçbiri hukuki denetime tabi olmamakta, savcılar, bu işkenceleri “resmî işlem” sayarak soruşturma açmamakta, böylece devlet, kendi yarattığı hukuk dışılığı, hukukun içinde eriterek meşrulaştırmış olmaktadır.

Bu nedenle hukuki mücadelenin sınırları içerisindeki bir mücadeleden bir beklenti olması hayalden öte bir şey değildir. Bu sistemde adaleti yasalarda aramanın anlamsızlığı yasaların dahi uygulanmamasıyla sabittir. Bu nedenle hukuki sınırlar içinde kalmaksızın gözaltında ve hapishanelerdeki tutsak kadınlarla dayanışma, siyasi bir mücadele olarak kabul edilmelidir.

Cinsel şiddetin ve direnişin diyalektiği

AKP-MHP iktidarının kadın bedeni üzerinde kurduğu bu terör rejimi, basit bir “insan hakları ihlali”nin çok ötesinde anlamlar taşır. Bu, faşist devletin kriz yönetim stratejilerinden biridir; toplumsal muhalefeti cinsiyetçi şiddet yoluyla parçalama çabasıdır. Ancak tarih bize gösteriyor ki, devletin şiddet aygıtları ne kadar güçlü hale gelirse gelsin, ona karşı gelişen direniş pratikleri de o denli yaratıcı ve güçlü olacaktır.

Bugün gözaltında ve hapishanede yaşananlar, salt bir “ceza infaz sistemi sorunu” değil, iktidarın kendini yeniden üretme biçimlerinden biridir. Çıplak aramalar, kadınların kamusal alandan silinmesi gereken “tehlikeli unsurlar” olarak kodlanmasının somut ifadesidir. Bu noktada, devletin şiddetini görünür kılmak, onun iktidarını sarsmanın ilk adımıdır.

Bu mücadelede hukukî mekanizmalar elbette kullanılmalıdır, ancak asıl mesele, bu şiddetin kaynağına yönelik politik bir saldırıyı örgütleyebilmektir. Kadınların hapishanelerde maruz kaldığı işkenceler, sokaklarda karşılaştığı polis şiddeti, ev içinde katmerleşen erkek egemen tahakküm vb. tüm bunlar aynı sistemin parçalarıdır. Dolayısıyla mücadele de bütünlüklü olmak zorundadır: Hem devletin cinsel şiddetine karşı hukuki ve toplumsal mücadele, hem de bu şiddetin kökenindeki kapitalist-patriyarkal sisteme karşı devrimci bir perspektif.

Direniş, sadece sokaklarda değil, hapishanelerde, mahkemelerde, sosyal medyada, uluslararası platformlarda ve en önemlisi, gündelik hayatın içinde örülmelidir. AKP-MHP’nin kadın düşmanı politikaları, ancak bu kadar yönlü ve ısrarlı bir mücadeleyle kırılabilir. Unutmamak gerekir: Tarih, devletin şiddetine boyun eğmeyenlerin yazdığı bir süreçtir. Bugün çıplak aramalara karşı direnen her kadın, yarının özgür dünyasının mimarıdır.

Ve yine unutmamak gerekir ki, devlet şiddeti bir yok etme politikasıdır, ancak direniş bir var olma biçimidir. Bugün hapishanelerde, mahkemelerde, sokaklarda verilen bu mücadele, sadece bugünün değil, yarının özgür dünyasının da temelini atmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu