
Egemenler, 2026 yılı bütçe görüşmeleri ve asgari ücret belirleme çalışmalarına başladı. Bu yılda işçiden, emekçiden, halktan yana değil iktidarın, patronların, sermayenin çıkarlarına göre kararlar verilmeye devam edilecek. Bir yandan krizin yükü emekçilerin sırtına yüklenirken diğer yandan bir kez daha patronlar memnun edilecek, haksız savaşa ayrılan bütçe artırılacak.
2026 yılı için bütçe giderleri 18 trilyon 929 milyar lira, bütçe gelirleri de 16 trilyon 216 milyar lira olarak öngörüldü. Bütçe açığının ise 2 trilyon 713 milyar lira olması bekleniyor. Bütçede vergi gelirlerinin 15 trilyon 631 milyar lira olması hedefleniyor.
Halk yüksek vergilere tabi tutulurken şirketler, patronlar vergi kıyaklarıyla her zamanki gibi memnun edilecek.
Ekonomik krizin bedeli halka ödetilirken iktidar “savunma” ve “güvenlik” adı altında savaş bütçesini her yıl artırmaya devam ediyor. 2021 yılında 138 milyar, 2022 yılında 181 milyar, 2023 yılında 468 milyar, 2024 yılında 1 trilyon 133 milyar, 2025 yılında 1 trilyon 608 milyar olan savaş bütçesi bu yıl da 2,15 trilyona çıkartılıyor. “Barış süreci” rüzgarı estirilse de egemenlerin amaçları ve niyetleri apaçık ortadadır.
Bir diğer dikkat çekici nokta Cumhurbaşkanlığı için ayrılan bütçe oldu. 2026 yılı bütçesinde 21 milyar 286 milyon lira Cumhurbaşkanlığı harcamalarına ayrıldı. Böylelikle Saray’ın günlük harcaması yaklaşık 58 milyona çıkacak. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın bir günlük harcamasının 2.624 asgari ücrete karşılık geldiği bir ülkede emekçiden, halktan yana bir yönetimin kırıntısından dahi bahsedilemez.
Yine açlık sınırının altında bir asgari ücret dayatılacak!
Açlık sınırının 29 bin 828 TL’ye, yoksulluk sınırının ise 97 bin 159 TL’ye yükseldiği ülkemizde Asgari Ücret Tespit Komisyonu önümüzdeki günlerde toplantılarına başlıyor.
Her yıl komisyonda “işçi temsilcisi” olarak yer alan Türk-İş bu yıl komisyonun yapısı değişmezse komisyonda yer almayacağını açıkladı. Zaten gerçekten işçileri temsil etmeyen Türk-iş kapalı kapılar ardında iktidarla yaptığı anlaşmalardan sonra iyice teşhir olmuştu. Komisyonun yapısını bahane ederek teşhirin “mahcubiyetinden” kaynaklı bir nevi kaçmış oldu.
Komisyon zaten göstermelik bir şekilde toplantılar düzenliyor diyebiliriz. Asgari ücreti iktidar keyfi bir şekilde belirliyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu, egemenlerin/IMF’nin belirlediği asgari ücreti kameralar önünde onaylamaktan başka hiçbir anlam ifade etmiyor.
Avrupa Birliği İstatistik Bürosunun (Eurostat) verilerine göre Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde en düşük brüt asgari ücrete sahip üçüncü ülke konumunda. Euro üzerinden bakıldığında, 2015’te Türkiye’den düşük asgari ücreti olan 14 ülke varken 2025’e gelindiğinde Türkiye’den düşük asgari ücrete sahip ülke ikiye düştü.
Bir yandan da asgari ücreti düşük tutmak için çalışmalar başladı ki devletin istatistik kurumu olan TÜİK enflasyonu düşük göstermeye devam ediyor. Kasım ayı TÜİK verilerine göre enflasyon yıllık yüzde 31,07, aylık yüzde 0,87 oldu. Neredeyse sıfır denilen enflasyon belirlemesiyle asgari ücret zammının düşük tutulması hedefleniyor.
İktidar işçilere yoksulluk, açlık ve ölüm vadediyor!
Düşük ücretler, emek sömürüsü, yoksulluk ve açlıkla beraber işçiler, emekçiler iş cinayetlerinde katledilmeye devam ediyor.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin aylık raporuna göre Kasım ayında en az 216 işçi iş cinayetlerinde katledildi. Bu rakamla birlikte, henüz yıl tamamlanmadan 2025’te katledilen işçi sayısı 1956’yı buldu.
Kasım ayında hayatını kaybeden işçilerin 13’ü çocuk işçilerdi. 13 çocuktan dördü de 14 yaşının altındaydı. Kasım ayı ile beraber bu yıl iş cinayetlerinde katledilen çocuk işçi sayısı 85’e yükseldi.
Faşist rejim, MESEM’ler yoluyla çocuk işçiliğini yaygınlaştırmaya devam ediyor. Mesleki eğitim adı altında patronlar için ucuz iş gücü olan çocuklar en güvencesiz ve esnek şartlarda çalışmak zorunda bırakılıyor. Sermayedarların daha fazla kâr elde etmesi için iktidar aygıtı, çocukların sömürülmesinin ve iş cinayetlerinde katledilmesinin önünü açıyor.
Kriz sadece halkı vuruyor, patronlar daha da zenginleşiyor!
AKP iktidarıyla beraber halk ile bir avuç zengin kesim arasındaki fark gittikçe açılıyor.
Toplumun büyük çoğunluğu ekonomik kriz, yoksulluk ve açlıkla gün geçtikçe daha çok boğuşurken burjuvazi ise emek sömürüsünün katmerleşmesi ve iktidarın politikalarıyla beraber kazancına kazanç katıyor.
Nitekim 2026 yılı bütçe önerilerinde bu durum, net bir şekilde tekrar kendini gösterdi. Önümüzdeki yıl da AKP iktidarı “vergi indirimi”, “vergi muafiyeti”, “vergi istisnası” adları altında sermayedarlardan toplamda 3 trilyon 597 milyar lira tutarında vergi geliri tahsil etmeyecek. Vazgeçilen vergilerin 1 trilyon 728 milyar 924 milyon lirasını gelir vergisi oluşturuyor. Görünen o ki halkımız vergi yükü altında ezilirken rejim, patronları ihya etmeye devam edecek.
Koç Holding yalnızca 2025 yılının ilk 6 ayında yüzde 90 vergi indirimi aldı. AKP iktidarının son on yılında Cengiz, Limak, Kalyon, Kolin ve Makyol gibi şirketler ise tam 128 kez vergi muafiyeti aldı.
İşçi-Emekçi Birliği; Emek sömürüne karşı örgütlü mücadeleye!
Bir avuç komprador kapitalistin refahı için milyonlarca insanın sömürüsü, yoksullaşması ve katledilmesi söz konudur.
Egemen sınıfa karşı mücadeleyi yükseltmekten ve örgütlenmekten başka çaremiz yok. Ne bütçe ne de asgari ücret belirlenirken halkın değil, kokuşmuş düzenin ve sermayenin çıkarları gözetiliyor.
Asgari ücretlilerin açlık sınırının altında ücret almasını dayatan sisteme karşı her yerde ve her alanda politikalar üretip, bu tarz pratiklere girişmemiz gerekiyor.
İstanbul’da çalışmalarını sürdüren bileşeni olduğumuz İşçi Emekçi Birliği bu konuda anlamlı bir pratik süreci örüyor.
Yapılan çalışmalar, hem sınıfın, emekçilerin sorunlarına hem de bu sorunlardan kurtulmak için neler yapılabileceğine dikkat çekmek ve alternatif politikalar üretmek ve kitlelerle buluşmak açısından faydalı ve öğretici bir nitelik taşıyor. Aynı zamanda farklı kurumlarla ortak iş yapabilme becerisini geliştirerek birleşik mücadele zemininin temellerini büyütüyor.
Tabii ki sadece tek bir pratik yeterli değildir. Öncelikle bunun yaygınlaştırılması ve süreklileştirilmesi önemlidir. Başka alanlarda da benzer çalışma tarzının oturtulması için deneyimlerden yola çıkılarak bu tarz pratiklere girilmelidir.
Üçüncü emperyalist paylaşım savaşı kapıdayken, işçiler, köylüler, emekçiler ağır vergi, ekonomik kriz, yoksulluk ve ölümle boğuşurken, ezilen uluslara ve inançlara en ufak bir hak kırıntısı dahi tanınmazken, kadın ve LGBTİ+’lar her gün katledilirken, hayvan ve doğa sömürüsü katmerleşmişken isyanın her an patlayabileceğini unutmamalıyız.
Buna göre konumlanıp, buna uygun hazırlık yapmak zorundayız.



