GüncelMakaleler

EMEK | İthalat Politikaları, Ekonomideki Yangını Büyütüyor

AKP ithalatı ucuza da yapsa pahalıya da yapsa günün sonunda zarar eden küçük aile üreticileri oluyor. Sistem bu şekilde işliyor.

AKP iktidarı neyi bitirip baskı altına aldıysa en çok onun var olduğunu iddia ediyor. Gazetecilerin gözaltına alınıp tutuklandığı gün Adalet Bakanı’nın “Basın alabildiğine hürdür” demesi gibi tarımı bitiren Tarım Bakanı da “Tarımda hiçbir problem yok, çok iyi durumdayız” diyebiliyor. Tarımsal alanda kriz derinleşirken “Türkiye’de tarım bittiyse o zaman biz neden gıdayla ilgili hiçbir problem yaşamıyoruz. Raflar, markette-pazarda dolu… İstediğimizin üzerinde tarımsal ürünümüz var bizim” denilebiliyor.

İran, Mısır vb. gibi -tarımsal girdilerin daha ucuz olduğu- ülkelerden marul ithal edilmesi bize tarım ve gıda ürünlerindeki sorunun arz yetersizliği sorununun dışında olduğunu gösteriyor. Market, pazar tezgâhlarında istediğimizin üzerinde tarımsal ürün varsa(!) gıda ile ilgili problem nedir, neden marul ithalatı yapılıyor?

Hem de Türkiye (tahıl ürünlerinde kendine yetersizken) sebze ve meyve üretiminde kendine yeterlilik endeksinin üzerinde bir üretim hacmine sahipken. Türkiye dünya sebze üretiminde dördüncü sırada yer alıyor olmasına rağmen ithalattan vazgeçilmiyorsa sorunun üretim yetersizliği ve benzeri şeylerden kaynaklanmadığı açıktır.

Tarımda ithalat ve ihracat iki ucu keskin bıçak gibidir, kontrollü kullanılmadığı zaman köylüye, çiftçiye zarar verir. Bu sebeple bu ikisinin nasıl, neden ve hangi şartlarda yapılacağı-yapıldığı kadar amaç ve zamanlaması da önemlidir. Tarımsal üretim alanında ithalat ve ihracat, sermaye ve siyasi iktidar tarafından her zaman olumlanan pozitif bir faaliyet olarak (tarımsal üretimi geliştirip kalkındıran bir şey gibi) sunulur.

Fakat pratikte böyle olmaz, ithalat ve ihracatın, hasat zamanı (misal, buğday hasadı esnasında buğday ithalatı veya marul hasadı yapılırken marul ithalatı) yapılması emperyalist tekelleri ve komprador şirketleri kalkındırıp geliştirirken çiftçilerin zarar etmesine neden olur.

Bunlarla birlikte, tarımsal üretimin yapısı gereği ithalat ve ihracat bir noktada kaçınılmaz bir şey de olabiliyor. Mesele bunların yapılmasında değil nasıl, hangi amaçla yapıldığındadır. Bir bitki türünün yetişmesi, uygun habitat örtüsüne sahip olmasına bağlıdır.

Kurak iklim bitkisi olan bir ürün, tropikal (veya yağışlı bir yerde) bölgede yetişmeyeceği gibi tropikal bitki türleri de kurak-soğuk iklim yapısında yetişmez. Bu nedenle tarım ve gıda ürünlerinde ithalat-ihracat kimi hallerde ihtiyacın karşılanmasına yönelik gerekli olabilir.

AKP iktidarının (ve ondan önceki iktidarların) tarımsal üretime ilişkin yapmış olduğu ithalat, üretimde aksayan yanların giderilmesine yönelik olmadığı gibi tarımı baltalar bir özellikte olmuştur. Bugün üretim fazlası olmasına rağmen sebze ve meyve ithalatı yapılması gibi.

Tarımda krizler ve dışa bağımlılık derinleşti!

Uluslararası sermayenin, tarım tekellerinin ihtiyaçları temelinde yapılan her bir ithalat; çiftçilerin, köylü/küçük aile üreticilerinin yeni yeni sorunlarla yüzyüze kalmasına neden oluyor.

Türkiye coğrafi konumundan, iklim-ekosistem yapısından kaynaklı dünya tarımının önemli noktalarından biridir. Bu topraklarda, 10-12 bin yıldır tarım yapılıyor. Türkiye Anadolu/Mezopotamya toprakları, tarımda binlerce yıldır kendine yetebilir konumdayken son kırk yılda uygulanan neo-liberal serbest piyasa tarım politikaları dolayısıyla ithalatçı (özellikle tarımsal hammadde, tahıl ve et/hayvancılık) olmuş, kendine yeterliliğini kaybetmiştir.

Tarım ve gıdada ithalatın artışı, tarımsal Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) özelleştirilme programı kapsamına alınmasıyla başlamıştır. 1980’lerden sonra emperyalist-kapitalist sistem, dünya tarımsal üretim faaliyetinde makas değişimine gitmiş, emek yoğun tarım türleri, Türkiye gibi yarı-sömürge ülke sahasına kaydırılmaya başlanmıştır. “1981’de tarım ürünleri ihracat değerinin % 5.6’sı kadar tarımsal ürün ithalatı yapılırken bu oran 1989’da % 48.9 olmuştur.”[1]

Günümüze gelindiğinde ise bu oranın eşitlenme düzeyine çok yakın olduğunu belirtelim. (Tarımsal istatistik verileri TÜİK gibi isteğe özel sipariş üzerinden hesaplanıp raporlaştırıldığından gerçek oranları net olarak veremesek de “yaklaşık” rakamları tahmin edebiliyoruz.) 1980’lerde tarımda net ihracatçı bir ülke iken uygulamaya sokulan neo-liberal tarım politikaları sonucu ne yazık ki dışa bağımlı olunmuş, birçok üründe kendine yeterlilik ortadan kalkmıştır.

1980’lerde kendine yeterlilik endeksi % 100’ün biraz üzerindeyken TÜİK verilerine göre bile özellikle tahılın anayurdu bu topraklarda, tahıl gibi stratejik ürünlerde yeterlilik oranı % 85’lere kadar gerilemiştir. (Tabi bu TÜİK verileri olduğundan gerçek yeterlilik endeksi sonuçlarının daha kötü olduğunu “tahmin” etmek güç olmaz.)

Neo-liberal serbest piyasa ekonomi politikaları ekseninde tarım ve gıda ürünleri üzerindeki gümrük vergilerinin düşürülerek serbestleştirilmesi şeklinde kaldırılması köylü/küçük aile üreticilerini “serbest piyasa” cangılında uluslararası devasa büyüklükte tekellerle “rekabete” sokmuştur. Dışa açılma doğrultusunda “tarım ve gıda ürünleri dış ticaretinin serbestleştirilmesi kapsamında 1984 yılında gıda ürünlerinin ithalatına uygulanan vergi ve harçlar önemli ölçüde aşağı çekildi. Bunun sonucu bazı tarımsal ürünlerde ithalat önemli boyutlara ulaştı… Canlı hayvan ve et ithalatındaki sıçrama, yerel üretimin ve hayvancılığın gerilemesine yol açtı…”[2]

İthalatın serbestleştirilmesiyle başlayan sorunların gelinen aşamada kronikleşmiş krizlere ve dışa bağımlılığa dönüştü. Sadece hayvancılıkta “son 22 yılda 6.9 milyon büyükbaş, 3.2 milyon küçükbaş ve 395 bin ton kırmızı et ithalatı için toplamda 11 milyar 670 milyon dolar ödeme yapıldı.”[3]

Çiftçiden esirgenen destek tarım tekellerine hoyratça aktarıldı. İthalat politikası sadece kendine yeterlilik gücünü kırmıyor. Çiftçileri, köylüleri yoksulluğa sürüklerken emperyalist tarım tekellerinin ve komprador şirketlerin kasalarını da parayla dolduruyor.

2024 yılında (TÜİK ve TMO verilerine göre) AKP iktidarı, çiftçiden 8 bin 250 liraya aldığı buğday için yabancı tekellere 9 bin 900 lira ödedi. Aynı şekilde çiftçiden 7 bin liraya alınan arpaya 9 bin 768 lira, Ayçiçeğine çiftçiye 12 bin lira öderken tekellere 18 bin 183 lira ödendi… İşte böyle uzayıp gidiyor.

Siyasi iktidar, çiftçiye, köylüye vermediği parayı büyük tarım şirketlerine verirken diğer yandan da kimi ürünleri daha ucuza ithal ederek bu sefer de küçük üreticilerin mallarının ellerinde kalmasına neden oluyor. En son Mersin’in Tarsus ilçesinde olduğu gibi, çiftçinin 20 liraya mal ettiği marulun, Mısır ve İran’dan 15 liraya ithal edilmesiyle ürünü bahçede kalan çiftçilerin zarar etmesi gibi.

Zarar eden hep köylü oluyor

AKP ithalatı ucuza da yapsa pahalıya da yapsa günün sonunda zarar eden küçük aile üreticileri oluyor. Sistem bu şekilde işliyor. Mısır’dan 15 liraya getirilen marulun burada yerli üreticide bahçe maliyeti 20 liraysa bunun sorumlusu çiftçi değil bizzat AKP iktidarının uygulamış olduğu tarım politikasıdır.

Tohumdan fideye, gübreden ilaca, enerji-su giderine, mazota varıncaya kadar her şey ithal olunca maliyet tablosundan da siyasi iktidar sorumlu olur.

AKP iktidarı, neden olduğu enflasyonu düşürmek için bir kez daha çiftçileri kurban seçiyor. Kendi yarattığı pahalılığı emekçilere yıkıyor. Tarım ürünleri tarlada, bahçede para etmezken market-pazar tezgâhında pahalılıktan emekçi halk güvenli gıdaya ulaşamaz oldu.

Yollar, köprüler özelleştirildiğinden bugün bir ürün tarladan kaç paraya çıkarsa çıksın sadece nakliye masrafları bile o ürünün % 60 artmasına neden oluyor. Hal böyle olunca serbest piyasa sisteminde ucuz diye bir şey kalmıyor.

Endüstriyel tarım yapısallaştıkça dışa bağımlılık artıyor. Ekolojik tarım ise dışa bağımlı girdi desteğine ihtiyaç duymadan üretimi sürdürülebilir kılıyor. Tarımda dışa bağımlılık ortadan kalkmadıkça gıda fiyatları düşmez. İthalat daha büyük sorunlara kapı araladığından tüm emekçi halk sınıflarına zarar veriyor. Kendini üreten ekolojik tarım geliştirip güçlendirmek günün koşullarında kooperatiflerin önemini artırmaktadır.

Serbest piyasa cangılında büyük tarım tekellerine, küçük üretici bireysel olarak karşı koyamaz. Üreticilerin üretimden gelen güçlerini kullanmaları için demokratik, eşitlikçi kooperatifler geliştirilmeli bu çiftçilerin, köylülerin emeklerinin karşılığını alabilmeleri halkın sağlıklı, güvenli gıdaya ve ucuza ulaşması için zorunluluktur.

1- Necdet Oral; “Türkiye Tarımında Kapitalizm ve Sınıflar”

2- Necdet Oral; “Türkiye’de Tarım ve Gıda Sektöründe Yabancılaşma ve Tekeller”, Mülkiye 2009

3- Havva; “Et Krizi 2030 Yılına Kadar Sürecek” 22 Ekim 2024; Birgün

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu