GüncelMakaleler

GÜNCEL | Gezi İsyanı: Halkın Öfkesinin ve Devrimci Potansiyelin Patlaması

"Gezi İsyanı her şeyden önce bir kazanımla başlamıştı. Bu kazanım toplumsal bilinç ve özgüvenin ortaya çıkmasıydı."

12 yıl önce, Türkiye’nin dört bir yanında milyonlar, sadece bir parkın korunması için değil, hayatlarının her alanına sirayet eden baskıya, şiddete, talana ve eşitsizliğe karşı sokaklara çıktı. Gezi İsyanı, bir direnişten çok daha fazlasıydı: Homojen olmayan, çok sesli, çok renkli bir başkaldırıydı. Ekonomik adaletsizlikten cinsiyet eşitsizliğine, çevre talanından devlet şiddetine kadar uzanan bir öfkenin patlamasıydı.

2013 yılı Mayıs ayının sonunda İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı’nda başlayan eylemler, kısa sürede Türkiye’nin dört bir yanına yayılarak isyana dönüştü. Başlangıçta çevre duyarlılığıyla başlayan bu hareket, kısa sürede faşist diktatörlüğü toplumsal yaşamın tüm alanlarına sirayet ettirecek politikaları uygulayan iktidara, neo-liberal politikaların yarattığı eşitsizlik ve baskılara karşı bir isyana dönüştü.

Bugün, 12 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda, Gezi’nin bize gösterdiği en kritik noktanın, toplumsal dinamiklerin nasıl ani ve beklenmedik biçimlerde politik bir güce dönüşebileceği gerçeğidir.

Bu dönemde, AKP iktidarlaştığı oranda giderek faşist diktatörlüğün tüm yöntemlerini halkın üzerine boca etmeye başlamış; basın özgürlüğü üzerindeki baskıların artırıldığı, her türlü eylem ve etkinliğe keyfi yasakların getirildiği, hemen hemen tüm eylemlere şiddetli polis saldırılarının yaşandığı ve seküler yaşam tarzına müdahale eden düzenlemelerin bizzat Erdoğan’ın dilinden küfür gibi başta kadın ve LGBTİ+lar üzerine yağdırıldığı… bir dönemdi. Nitekim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine karşı başlayan eylemler, kısa sürede bu birikmiş öfkenin dışavurumuna dönüştü.

“Devletin panzehiri: TOMA, gaz ve kurşun”

Gezi İsyanı her şeyden önce bir kazanımla başlamıştı. Bu kazanım toplumsal bilinç ve özgüvenin ortaya çıkmasıydı. Taksim Meydanı’na akan yüz binlerce kişi yarattıkları tablo karşısında kendi gücüne yabancılaştığının farkına vardı diyebiliriz. “Yapabilme”, “değiştirebilme” gücü ve kudretinin farkına varmak, ezilen yığınların kendi kaderini belirleme kavgasında kilit bir yerde durmaktadır. Yığınlar, çeşitli biçimlerde düzene olan öfkelerini haykırma, “ben de varım” deme cüreti ve kararlılığı göstermiştir. Bu farkındalığın toplumsallaşma düzeyi ise egemenler nezdinde tedirginlik ve korkunun telaşa dönüşmesine yol açtı.

Faşist diktatörlük, Gezi İsyanı’nın ilk günlerinden itibaren Abdullah Gül’ün dediği gibi “mesajı” almıştı ve bu mesajın gereği olarak da kitleye on binlerce resmi, sivil polisi ve tüm araçlarıyla azgınca saldırmıştır. İsyandan bir yıl sonra 1.150 odalı sarayına kapanan Erdoğan ve şürekasının Gezi korkusu hiç bitmedi. Nitekim Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve gözaltına alınmasından itibaren başlayan süreçte, özellikle de gençliğin, Cumhurbaşkanının “muhalifi” CHP’nin sınırlarını aşan tavrının, AKP iktidarının korkularını tetiklediğini açık bir şekilde gördük.

Haziran 2013’te tüm ülkeye yayılan Gezi İsyanı’yla, AKP hükümeti nezdinde devlet önemli bir sıkışma yaşamış, köşeye sıkıştıkça daha da saldırganlaşmış ama karşısındaki kitlelerin ise “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” söyleminde ifadesini bulan gerçekliğe uygun olarak hareket etmiştir. Durumu abartmak, meseleden bir devrim çıkarmak, ne kadar sakıncalı ve yanlışsa, Gezi İsyanı’yla birlikte yaşanan gelişmeleri küçümsemek-hafifsemek de o derece yanlıştır.

Bardağı taşıran son damla

AKP iktidarı döneminde Türkiye ekonomisi, büyük ölçüde inşaat sektörü ve sıcak para akışına dayalı bir büyüme modeli benimsedi. Bu model, geniş halk kesimlerine refah getirmekten uzak, borçlanmaya dayalı bir tüketim ekonomisi yarattı. AKP hükümetlerinin ilk yılları, bugün artık bir nostalji havası yaratan Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) hızlı bir şekilde satışı, üretime ağır darbeler vuran 15 günde 15 yasa olarak bilinen yasaların yürürlüğe girmesi gibi emperyalizmin neo-liberal politikalarının dizginsiz bir şekilde uygulanmasıyla işçi sınıfı başta olmak üzere önemli direnişlerin yaşandığı yıllar olmuştu. Örneğin 2009’da başlayan TEKEL direnişi, 1980 sonrası işçi sınıfının en büyük direnişi olarak ön plana çıkmıştı.

Diğer yandan uyguladığı özelleştirme politikaları ve ülkeye hızla akan emperyalist sermaye sayesinde piyasayı canlı tutabilen AKP, 2000’lerin ilk on yıllık diliminde belli bir ekonomik gelişme yaşandığı halisünasyonu yaratmıştı ve 2008-9’da ABD’de başlayan ekonomik krizin ülkemizi “teğet geçtiği” iddia bile edilmişti. Gerçekler ise çok farklıydı ve bu gerçeklerin devrimci özü, halk kitlelerinde “dipten gelen bir dalga” yaratıyordu. Mesele bu dalgayı yüzeyle buluşturmaktı. Gezi İsyanı bu dalganın yüzeyde yarattığı fırtınaydı. Zira bu isyanın temel özelliklerinden biri, farklı toplumsal kesimlerden milyonlarca insanı bir araya getirmesiydi.

Gezi’de kimler yok ki? İşçilerden, “CHP solu”ndan etkilenmiş beyaz yakalılardan en yoksullara, gençlikten kadın ve LGBTİ+lara, çoğunluğu ilk defa (KONDA; Eylemcilerin % 47’si ilk defa eyleme katılmış) bir eyleme katılan büyük bir kitleden söz etmekteyiz. Sokağa çıkan kitlenin önemli bir bölümünün (KONDA araştırması, Gezi eylemcilerinin % 79’u hiçbir parti, kulüp ya da dernek üyesi değil) örgütsüz ve arayış içinde olması da ayrı bir not olarak düşülmelidir.

İsyanın ilk dönemlerinde yapılan anket ve değerlendirmelere göre Gezi Parkı saldırısının, Erdoğan ve AKP şahsında, demokratik hak ve özgürlüklere yönelik öfkeyle dolan bardağı taşıran son damla olduğu yönündeydi. Yani İsyan daha ilk günden Taksim Gezi Parkı’nı aşmıştı bile. Geleceksizliğe mahkum edilen gençliğin, 19 Mart 2025 sabahı İstanbul Üniversitesi’nden başlattıkları direnişte olduğu gibi. İstanbul Üniversitesi’nde başlayan ve diğer üniversitelere yayılan gençliğin isyanının nedeni de, bir kişinin diplomasının iptali değil, geleceksizliğe mahkum edilen milyonlarca gencin öfkesinin dışa vurumuydu.

Gezi, Türkiye’de toplumsal muhalefetin yeniden şekillenmesinde bir dönüm noktası oldu. Bugün, Gezi’nin mirası, özellikle gençlik hareketleri içinde canlılığını koruyor ve bu sistemi ortadan kaldırmak için zorluklarla dolu bir mücadele-örgütlenme alanı açıyor.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu