
Almanya’da Şubat ayının 23’ünde erken genel seçimlere gidilmektedir. Scholz hükümeti, emperyalist paylaşım mücadelesinin aldığı yeni boyutlara cevap veremediği için yıkılmış olmasına rağmen, sermayenin ihtiyaçları, daha önce dağılması muhtemel hükümetin siyasal ömrünü normal seçim tarihine kadar olmasa da uzatmıştır. Tarihin akışının olağanüstü hızlandığı bu dönemde, durağan onlarca yılda yaşanabilecek olaylar dizisi bir iki yıla sıkışmıştır. 1996 yılında NATO’nun doğuya doğru genişleme kararı, 2014 yılında Ukrayna’daki Maydan darbesi ile ABD-İngiltere ikilisi tarafından iktidara el konulması ile sonuçlanmış, faşist hareketin iktidar çekirdeğine yerleşmesiyle alınan viraj, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi, NATO-Rusya savaşını başlatmıştır. Bu durum Avrupa’da taşların yerinden oynamasına, Avrupa üzerinde ABD’nin siyasi kontrolüne yol açmıştır. Siyasi kontrol, Almanya’da tekelci sermaye içinde çatışmayı sertleştirmiş ve bazı tekelci sermaye gruplarında memnuniyetsizlik yaratmıştır. Bu memnuniyetsizliğin siyasal alana yansıması ise hükümeti yıkmış, partiler bölünmüş, hemen hemen bütün partiler önceki konumlarına göre daha sağa kayarak kendilerini yeniden konumlandırmışlardır. Yeniden konumlanışta, 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın saldırısı ile başlayan Filistin-İsrail çatışmasında alınan tavırlar tamamlayıcı rol oynamıştır. Bu süreçte Rusya’ya karşı ötekileştirici ırkçı politikalardaki heyecan ve hezeyan, İsrail’in izlediği, uluslararası mahkemede mahkum olmasına neden olan vahşi soykırım politikalarının desteklenmesinde gösterilen gayretkeşlik, her iki savaşın desteklenmesi için getirilen yasaklar, propagandanın düzeyi, sistemin ve partilerinin bir bütün olarak gideceği istikameti göstermektedir.
Rusya’ya konan ekonomik ve siyasi ambargo, Rusya’dan ucuz gaz ve petrol alımının durması (Kuzey Akım 1 ve 2 gaz borularının Amerika tarafından patlatıldığı tahmin ediliyor ), Rus para rezervlerinin dondurulması ve Rusların karşı misillemeleri, Avrupa ve Almanya’yı vurmuş, ekonomik dalgalanmalara, enflasyona ve bazı iş kollarında işsizliğe neden olmuştur. Avrupa’nın ve Almanya’nın ucuz enerjiye ulaşımının kesilmesi, ABD tarafından gaz ve petrolün Avrupa’ya fahiş fiyatlarla (3-4 kat daha pahalıya) satılması, Amerika’nın kendi ülkesinde yatırım yapacak sermaye gruplarına çeşitli teşvikler vermesi, Almanya’yı Amerika’nın müdahale ve şantajına açık hale getirmiştir.
Almanya, sanki sanayisizleşme sürecine sokularak, bir önceki dönemde Rusya ile girilen yakın ilişkilerin faturası kişiliksizleştirilerek ve iç işlerine müdahale edilerek ödetilmektedir.
Bu yeni dönemde Almanya’da hükümet, siyaset dünyası, ekonomi dünyası ve medya çok çabuk uyum sağlayarak toplumu da manipüle etmiştir. Askeri harcamalar olağanüstü şekilde artmış (100 milyar euro, yıllık 50 milyar euro ile 150 milyar sadece geçen yıl), Almanya, Ukrayna’ya ikinci en büyük yardımı (22 milyar euro) yapan ülke olmuştur. Bu harcamaların ve yardımların, pahalı girdilerin faturasının bütün Avrupa ve Almanya’da halka çıkarılacağı, halkların bu süreçte daha da yoksullaşacağı, sosyal devletin budanacağı, enflasyonun artacağı ve toplumun propaganda manyağı yapılacağı öngörülmektedir.
Almanya’da devlet politikası olarak (sol partiler hariç) tüm partilerin, medyanın, üniversite ve akademi dünyasının katılımı ile histerik biçimde sürdürülen Rus karşıtlığı ve İsrail savunuculuğu (anti-Filistin) siyaseti, Batı dünyasında yıllardır savunulan “Batı değerleri” diye ifade edilen insan hakları, ifade ve gösteri özgürlüğü, özgür basın, özgür üniversite ve demokrasi gibi değerlerin, normların nasıl sözde kaldığını ve aslında bunların öyle de değerli ilkeler olmadığını tüm dünyaya göstermiş oldu. Maskeli balo bitti. Batı değerleri dedikleri ilkelerin aslında dünyanın geri kalanına müdahale etmenin araçları olduğunu tasdik etmiş oldular. İzledikleri politikalarla ırkçılığı meşrulaştırdılar. Soykırımı, her türlü vahşeti kabul edilebilir hale getirdiler. Orkestra şeflerini görevden aldılar. Profesörlere kelepçe taktılar. Verdikleri ödülleri iptal ettiler. Üniversitelerde konferansları dağıttılar. Abluka altına aldılar. Karşı gösterileri dağıttılar, sloganları, düşünmeyi, ifade etmeyi, karşı çıkmayı, barış istemeyi ve savunmayı fiilen yasakladılar. Kötülüğü sıradanlaştırdılar.
Almanya’da göçmenlerin (yabancıların) hedefe konmadığı bir seçim olmamıştır. Bütün partiler, pozisyonlarını göçmenlere karşı aldıkları politik tutumla belirlediler. Sokaklarda imza kampanyaları düzenlediler. Bu siyasetten aldıkları güçle evleri yaktılar. Katliamlar yaptılar. Doğru dürüst soruşturmadılar. Mahkemeleri çamaşır makinesi gibi kullandılar. Toplumu milliyetçi-militarist temelde dönüştürmeye ve yeniden örgütlemeye çalışıyorlar. Hükümetler de bu politikaları devlet politikası haline getirdiler, tüm Avrupa’da.
Tarihin akışının hızlandığı bu dönemde, Almanya’da egemen emperyalist sermaye içinde dalgalanmalar ve yarılmalar yaşandı. Bir bölüm tekelci sermaye kesimi, izlenen Amerikancı savaş politikasından zarar gördüğü için, savaşın bu biçimde sürdürülmesine karşı çıktı.
Bu kesim, barışı savundukları için karşı çıkmadı; bilakis, savaşın bu biçimiyle sürdürülmesinin Almanya sermayesinin çıkarına olmadığı için karşı çıktı. Bu kesimin siyasal temsilcisi olarak AFD, kendisini savaş karşıtı olarak konumlandırdı.
Bu parti, PEGIDA döneminden itibaren ırkçı ve yabancı düşmanı politikasını temel alarak Avrupa Birliği’ne karşı çıktı. İklim krizinin de olmadığını ilan etti. Bu politik üçgeni savaş karşıtlığı siyasetiyle destekleyerek toplumsal bir güç haline geldi. Faşist partiler, hiçbir zaman savaş karşıtı olmamalarına rağmen, bugün savaş karşıtı politikalarla diğer partilerin tabanındaki savaşa karşı olan kesimleri de kendilerine çekerek onları ırkçı ve yabancı düşmanı politikaların yakıtı haline getirdiler.
İktidar partileri (SPD, Yeşiller, FDP) bu süreçte Amerikancı savaş partileri olarak yerlerini aldılar. SPD’nin tarihsel misyonunu bildiğimiz için şaşırmadık. Onları, 2010 Agenda Hartz IV politikası ile sosyal devleti nasıl ortadan kaldırmaya çalıştıklarını da biliyoruz. Ekstra olarak, 100 milyar euroluk savaş harcamalarını güle oynaya onayladılar. Scholz geri dönüp topluma, Ukrayna’ya Taurus füzelerini göndermediği için ne kadar barışçıl politikalar izlediğini anlattı. Amerika tarafından patlatıldığı düşünülen gaz boru hatlarının yarısının mülkiyeti Almanya’ya aitti. Amerika korkusundan soruşturmadılar bile.
Ukrayna’ya ABD’den sonra en çok silah ve para veren ülke konumunda olan Almanya Dışişleri Bakanı (Yeşillerden), gözümüze bakarak “Rusya ile savaş halindeyiz” derken doğru söylüyordu. Bu bakan, Esad yıkıldıktan sonra Suriye’ye gitti. Orada, cihatçı hükümetine AB’nin ambargolarını kaldırması ve maddi yardımda bulunması için ön koşul olarak, Suriye’deki Rus askeri üslerinin ve limanlarının tasfiye edilmesini öne sürdü. Hükümet, Almanya’yı Rusya ile savaş haline getirdi. Yeşillerden gelen bakan hâlâ Suriye’de Rusya ile savaşıyor.
Barış hareketinden gelen Yeşiller Partisi, öylesine bir savaş partisine dönüştü ki, Yeşil Maliye Bakanı Habeck, seçimlerde, başbakan adayı olarak “Almanya olarak yıllık savaş harcamasını milli gelirin %3,5’una çıkaracağız” dedi. (Almanya, geçen yıla kadar milli gelirin %1,22’sini savunmaya ayırıyordu. Bu oran 50 milyar euro ediyordu. Yılda %3,5 oranı ise 150 milyar euro ediyor. Yani Barış Hareketinden gelen Yeşiller Partisi, topluma daha fazla savaş ve harcama yapılacağını vaat ediyor.)
ABD politikalarına tam eklemlenmiş haldeki hükümeti yıkan ise orta sınıf temsilcisi FDP oldu. Bir vergi tartışmasını bahane ederek hükümetten çekildi. Zira savaş politikaları, yarattığı enflasyon ve baskı nedeniyle temsil ettiği kesimleri ciddi zararlar görmeye başlamıştı.
CDU ise savaş politikalarını daha ileriye taşıyacağını vaat ederek, ırkçı ve yabancı düşmanı politikaları daha ileriye taşıyarak, AFD ile yarışıyor. ABD politikalarına Yeşillerle beraber en angaje parti konumundaki CDU, AFD ile birlikte toplumu iyice sağa kaydırmanın siyasetini yapıyor. AFD’nin varlığı ve politikaları, CDU’yu daha sağa çekerek, ırkçı siyasette onu cesaretlendirdi. CDU, kendisini AFD’nin alternatifi olarak konumlandırdı.
ABD’de seçimleri kazanan Trump’ın hükümet kabinesinde yer alan Elon Musk, seçim sürecine açıktan müdahale ederek AFD’nin eş başkanı Weidel ile X üzerinden propaganda amaçlı canlı olarak görüşmüştü. Bu şahıs, FAZ gazetesinde yazdığı makalede “Almanya’yı AFD’nin kurtarabileceğini” iddia ederek AFD faşist partisini desteklediklerini açıklamıştı. Yemin töreninde Hitler selamı veren bu faşistin açık desteği, çok milliyetçi “Almanya’yı kurtaracak parti” olarak lanse edilen faşist parti tarafından reddedilmedi. Diğer partiler sadece homurdandı.
Sol partiden kopan Wagenknecht’in partisi BSW, savaş politikalarına karşı çıktı. Sol partinin savaş politikalarını haklı olarak eleştirdi. Fakat göç ve göçmenlik politikasında AFD ile paralel düştü. İltica başvurularının hızlı sonuçlandırılması, reddedilenlerin hızlı ve toplu sınır dışı edilmesi, Suriye’den gelenlerden savaş korumasının kaldırılması, sınırlarda kontrollerin artırılması gibi taleplerde bulundu. Toplumda yapay olarak oluşturulan göçmen karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı ikliminden mümkün olduğunca nemalanmak için sağ koroya, soldan katılarak politik ortamı daha da zehirledi. Bu yönüyle SPD’nin de sağına düşerek, AFD’nin sol seçmen ve halk içinde meşrulaşmasında rol oynadı.
Die Linke (sol parti) bu süreçte, toplumda en çok hayal kırıklığına neden olan partidir. Bu parti, savaş politikalarına açıktan karşı çıkmayarak, Bundestag’daki tartışmalarda NATO’yu savunmak gibi bir pozisyona düştü. Savaş harcamalarının yükseltilmesine ise sadece mırıldandı. Kendisine komünist, Rusçu denilecek diye kendi parti programlarına sahip çıkamadı. Kendisi tipik bir burjuva partisi gibi davrandı. Bu dönemde sol politikalar ekseninde Barış Hareketi örgütlenebilirdi. Sol parti buna önderlik edebilirdi. Yapmadı, o cesareti gösteremedi. Siyaset meydanını Wagenknecht’e ve AFD’ye terk etti. Filistin-İsrail çatışmasında yaşanan soykırım siyasetine bile karşı çıkamadı. Resmen korktu. Korkarak siyaset yapılmaz. Sol siyaset, cüret ve cesaret gerektirir. Toplumda yaşanan onca soruna rağmen konfor alanlarından çıkmadılar. Parti kendisini ıskartaya çıkardı. Var olan çeşitli anti-faşist gruplarda da ideolojik bir açıklığın olmaması ve keşmekeşin hakim olması nedeniyle bu gruplar da Barış Hareketi’nin oluşturulmasında işlevsiz kaldılar.
Yine bu gruplar, Filistin-İsrail çatışmasında da kendilerinden beklenen inisiyatifi kullanamamıştır. Ağırlıkla katılımcı düzeyinde kalmışlardır. Bu yapılar da ufalanma ve erime sürecine girmiştir.
Almanya’da 40-50 yıldır izlenen neoliberal politikaların sonucu olarak zengin daha zengin, fakir daha fakir olmuş ve gelir dağılımı bozulmuştur. Devletin sosyal yanı budandığından toplumda reel bir yoksullaşma yaşanmıştır. Esnek çalışmanın yaygınlaşması, iş güvencesinin kısıtlanması, sendikaların zayıflaması ve tepkisizlik, işçi sınıfının tepkisizleşmesine yol açmıştır. Bu tepkisizlikte, işçi sınıfı içinde ötekileştirici, yabancı düşmanı politikalar sınıfın bir kesimini diğer kesimine karşı düşman etmiştir. Sınıfın bir kesimi, diğer kesimini (yabancı işçiyi, mülteci işçiyi) konut sorunundan, pahalılıktan, kreşlerdeki yer yokluğundan vs. sorumlu görmeye başlamıştır. Almanya’ya gelen mülteciler arasında bile ayrımcılık yapılmış, Ukrayna’dan gelenler makbul sayılarak onlara Bürgergeld verilmiş, diğerlerine ise para yerine kupon verilmesi kararlaştırılmıştır. Kısacası, toplum parçalara ayrılmıştır.
Sol parti ve grupların küçülmesi, etkisizleşmesi, toplumdan kopması ve yanlış siyaset izlemesi, gelinen noktada belirleyici rol oynamıştır. Savaş çığırtkanlığı, devlet şiddeti, propaganda ve manipülatif medya, toplumu teslim almaya çalışmaktadır. Ama görünen o ki, toplumda bu politikaya teslim olmayan, mücadele eden ve mücadele etme potansiyeli taşıyan çok ciddi bir kesim bulunmaktadır. Bu potansiyeli nerede gördük? Hafızamızı tazeleyelim. Daha geçen yıl, AFD’liler, Avusturya’dan tescilli bir faşisti, akademiden temsilci niteliğinde birilerini Berlin yakınlarındaki Wannsee bölgesinde yaptıkları toplantıda “yabancıları Almanya vatandaşı olsalar da gönderme” kararı aldılar. Bu toplantının açığa çıkması, Almanya genelinde milyonlarca insanı sokağa dökerek protesto gösterileri başlattı. Toplumsal hafızayı harekete geçiren, geçmişte yaşanan trajedinin de Wannsee’de alınan kararla bağlantılı olmasıydı. Yani Alman toplumunun “bir daha asla” demesinin de normal sonucu buydu. Bu toplumsal hafızaya güvenerek:
- Barış hareketinin tamamen yok olmadığını, onun yeniden daha kitlesel ve güçlü bir şekilde örgütlenebileceğini ve bunun maddi zeminini görmek ve göstermek için,
- İşçi sınıfını, giderek yoksullaşan halk tabakasını birbirine düşman eden ırkçı, yabancı düşmanı faşist politikalara örgütlü karşı çıkışını örgütlemek için,
- Neoliberal politikaların yarattığı esnek, güvencesiz ve sendikasız alanlarda örgütsüzlüğe son verebilmek için,
- Neoliberal politikaların sonucu olarak sosyallığı iyice aşınan devletin yeniden sosyal devlet şeklinde örgütlenmesi için,
- Kamucu politikalar talebi ekseninde toplumun çeşitli biçimlerde örgütlenebilmesi için.
Bunlar ve benzer talepler ekseninde solun kendisini örgütlerken, toplumu da örgütlediği bir süreç önümüzde duruyor. Kendisini solda ifade eden parti, grup ya da birey bu görevleri omuzlamalıdır. Solculuğun gereği budur.
Hatta Fransa’da faşist partinin iktidarını engellemek için “halk cephesi” benzeri örgütlenmeler de faşist partiyi gerileteceği gibi halk kitlelerine moral ve güç verecektir. Böyle bir atmosferde ve böylesi zor, karmaşık görevlerle karşı karşıya olan duyarlı insanların, faşist gelişmelere ve devletin otoriterleşmesine karşı; toplumda karşı bir gücün, bir sol damarın, bir potansiyel duruşun var olduğunu göstermek, seçimde ve sonrasında önemli bir görevdir. Oy kullanırken de bu görev belirleyicidir. Solun sağında duran Die Linke ve iki farklı komünist parti seçeneklerdir. Oy vermemek, geçersiz oy vermek seçenek değildir. Amerika’nın değerli ihraç malı önümüzdeki dönemde faşizm olacak gibi duruyor. Trump’ın kabinesinde Hitler selamı veren dijital faşizmin temsilcileri, Almanya’dan sadece AFD’den Weidel’i davet ettiler yemin törenine. Enternasyonel faşizmin örgütleneceği dönemde, dünyanın her yanında faşizme karşı mücadele ve örgütlenme birincil ve yakıcı görevdir.
Yol yakınken…
(Duvar Yazırları – 6 Şubat 2025)