
11 ili etkileyen 6 Şubat depremlerinde ağır ihmaller sonucu resmi rakamlara göre Türkiye’de 50 bin 783, Suriye’de ise 8 bin 476 insan yaşamını yitirdi, 122 binden fazla kişi yaralandı ve binlercesi de sakat kaldı. Bugün aradan geçen iki yıla rağmen hiçbir yetkili hala istifa etmedi ve bu katliamın gerçek sorumluları büyük bir cezasızlık düzeniyle korunmaya devam etmektedir.
Depremin ilk gününden itibaren yetkililer, onlardan bekleneceği gibi, halkımızın yaşadığı bu büyük felaketin en azından sonuçlarını hafifletmek güdüsüyle değil, kendi suçlarını aklama ve tipik siyasi bir süreç yaşanıyormuşçasına gelişmeleri, bir beka meselesi olarak ve rant bakış açısıyla ele almışlardır.
Devlet, gerçekleşen depremin ilk bir haftası boyunca neredeyse hiçbir adım atmayarak sus pus olmuş ve hatta kimi zaman büyüyen toplumsal dayanışmayı zayıflatacak adımlar atmıştır.
AKP iktidarı, deprem sonrası geçiştirmeci tavrını kitlelerin zihninde meşrulaştırmak ve konu halk için bir şey yapmaya gelince ne kadar “çaresiz” olduklarını meşrulaştırmak için “asrın felaketi” kavramını kullanmaya başladı. Ancak pratikleri “asrın felaketi”nin onlardan bekledikleri gibi değildi. Bütün o sermaye çıkarına olan planlarını, “asrın felaketi”ni “asrın fırsatı”na dönüştürmek için kullandılar. Bunun ardından da sorunlar katlanarak büyüdü.
Depremin ardından özellikle de Hatay’da gelinen aşamada, kırsal bölgeler, şehir merkezi ve konteyner kentler dahil olmak üzere tüm alanlarda elektrik enerjisinin verilmesi noktasında farklı derecelerde sorunlar yaşanmaktadır. Aradan geçen iki yıla rağmen bu sorunlar büyük ölçüde çözülmemiş ve elektrik kesintileri günlük yaşamı derinden etkilemeye devam etmektedir.
Elektrik şebekelerindeki küçük sorunlar dahi çözülmeyerek birçok bölgede günde 8-12 saati bulan ve haftalar süren elektrik kesintileri yaşanmaktadır.
Yaz aylarında ise artan su ihtiyacına karşın, alt yapı çalışmaları hala tamamlanmadığı için elektrik kesintilerine ek olarak uzun süreli su kesintileri yaşanmaya devam etmektedir. Yerel yönetimlerin hizmetlerindeki yetersizlik de ayrıca sorun teşkil etmektedir.
Yetersiz hizmet nedeniyle haşere yoğunluğu artmış bunun sonucunda ise salgın ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasında artışlar olmuştur. Yollar, her yağan yağmurda çamura bulanmakta ve caddelerde su göletleri oluşmaktadır.
Öğrencilerin eğitim sorunu da ağır bir şekilde devam etmektedir. Bölgede, Türkiye’nin geri kalanındaki eğitim sorunlarına deprem sonrası yaşananlar da eklemlenmektedir. Hatay’da depremden önce 14 bin 724 olan derslik sayısı 8 bin 45’e düşmüştür.
Yani depremin eğitim ortamlarına etkisinin en büyük olduğu il Hatay’da dersliklerin yüzde 45.4’ü kullanılmaz hale gelmiştir. Şehir içi toplu ulaşımdaki büyük sorunlar ve aksamalar nedeniyle öğrencilerin büyük çoğunluğu sabah veya akşam karanlığında otostopla okuluna gitmek ya da okulundan dönmek zorunda kalmaktadır.
210 okul binası depremde veya hasar durumundan dolayı yıkılmış̧, 180 okul binasında ise orta hasar olduğu tespit edilmiştir.
24 Temmuz 2024 tarihinde yetkililerin yaptığı açıklamada 100 okulun yeniden yapıldığından ifade edilmiştir. Bu, 110 okulun yapılmadığının açıkça itirafıdır.
54 adet taş ocağı ve 3 adet mermer ocağı…
Çevre ve ekolojik sorunlar ise deprem sonrasında büyüyerek devam etmektedir. Hatay’da hava kirliliği sınır değerlerinin dört katı üstündeyken, devlet bu sorunları görmezden gelerek Hatay’ın dağlarının ve tepelerinin yerlerini değiştirecek, tarımını bitirecek ve yeraltı sularını içilemez hale getirecek, havasını daha da kirletecek ve halk sağlığını bozacak olan 54 adet taş ocağının ve 3 adet mermer ocağının kurulmasına imza attı.
Bu maden ocakları için “ÇED gerekli değildir kararı” çıkartıldı. Neredeyse Hatay’ın her mahallesinde inşaat şirketlerinin ihtiyaçlarını en ucuz maliyetle karşılayabilmek adına insan sağlığını büyük bir riske atarak beton santralleri kurulmuştur.
İnşaatlardan, madencilik faaliyetlerinin ve beton santrallerinden çevreye yayılan kimyasal tozlar, yüksek tonajlı inşaat araçlarının trafiğiyle birlikte havada dolaşmakta, deyim yerindeyse kimyasal partiküllerden göz gözü göremeyecek seviyeye gelmektedir.
Büyük bir sağlık sorunu yaratacak olan bu duruma karşı, etkili hiçbir önlem alınmamaktadır.
Şehrin merkezi yerleri dahil, doğal yaşamın sürdüğü büyük alanlar, inşaat şirketlerine peşkeş çekilmiş olmasına rağmen bugün sadece Hatay’da 100 ile 150 bin insan konteyner kentlerde yaşamaya mahkûm edilmiştir.
Deprem, inşaat şirketleri ve siyasal iktidar tarafından bir lütuf gibi görünmesine karşın, teslim edilen konut sayısı yıkılan konutlara oranla yüzde 30’u dahi bulmamakta ve bunların büyük çoğunluğu anahtar teslimi yapılmasına karşın kullanılamamaktadır.
Tüm bunlara rağmen, sadece 10 gün içerisinde yapılan denetimler sonucunda, standartlara uygun olmadan üretim yapan 10 farklı çelik, çimento ve beton santraline yüksek para cezaları kesilmiştir. Bu durum depremden hiçbir sonuç çıkarılmadığının, yaşamlarımızın sermayedarlar tarafından hiçe sayıldığının ayan beyan ilanıdır.
Tüm bu rant, sermaye ve yağma düzeni içerisinde bir de ayrımcı politikalar devreye sokulmaktadır. Asimilasyon politikaları, sömürge düzeninin bir uzantısı olarak her türlü yeni adımda uygulanmaktadır. Geçmişte şehircilik yasasıyla parçalanmak istenen Arap-Alevi muhalif toplum, bugün deprem sonrası uygulamalarla yeniden tehdit edilmektedir.
Bu ayrımcı ve asimilasyon politikaları Adıyaman, Maraş ve Antep’te Kürt-Alevilere ya da Türk Alevisi kesimleri içerisine almaktadır.
Şirketlerin iştahı kabarıyor
Depremin ilk aylarında Dikmece, Gülderen, Toygarlı ve Hancağız, Kisecik, Karaali, Alazı-Akhisar mevkii ve Çınarlı-Koçören mevkiinde afet konutları yapılması bahanesiyle on binlerce dönümlük zeytinlik ve üretim alanı talan edilerek halk göçe zorlanmaktadır.
Suriye’de Esad rejiminin selefi yapıların emperyalist güçlerle işbirliğine giderek devrilmesinden sonra Türkiye’de inşaat şirketlerinin piyasa değerleri büyük bir artış gösterdi.
Türkiye’deki deprem de aynı şekilde, şirketlerin iştahını kabartmaktan başka bir sonuç doğurmamıştı sermaye açısından.
Bir bölgedeki iç savaş, başka bir bölgedeki yangın, bir başka alandaki deprem fark etmeksizin; halkın acısı, üzüntüsü, yası sermayedarlar için sadece hisse senedidir. Bugün yaşananların ve mağduriyetlerin bir türlü bitmemesinin hatta giderek artmasının temel nedeni de bu sermaye düzenidir.
Bugün sadece deprem felaketinin etkilerini hafifletmek için değil, doğamız için, geleceğimiz için, adil ve onurlu bir yaşam için de sermayenin bu rantçı-sömürgeci politikalarına dur dememiz gerekmektedir.
“Unutmak yok! Affetmek yok!” sloganı bu nedenle oldukça değerlidir. Kaç sene geçerse geçsin bunları unutmayacağız ve bir daha yaşamamak için er ya da geç bunun hesabını soracağız demektir.
Yüzbinlerce insanın kaybı ve sonrası yaşadıklarımızın acısı dün gibi yakıcıdır. Ancak her durumda; iş yerlerinde, trafikte, trenlerde, doğal afetlerde ve hatta tatilde bile ölümü ölümlerimize alışmamız istenmektedir. Fakat bu böyle gitmeyecek.
Acımızı ve öfkemizi, birlikteliğimize ve dayanışmamıza katarak, tüm bu yaşadıklarımızın hesabı sorulacaktır.