EkolojiGüncel

HALKIN GÜNDEMİ | Zori Çayı ve HES Projesi: Hamzalı Köyü’nün Direnişi

Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Hamzalı Köyü’nde halk, Zor-i Çayı’nı yok edecek HES projesine karşı direniyor. Gazetemize konuşan köylüler, “Bu sadece bir çevre değil, varlık mücadelesi” diyerek projeye tepkilerini dile getirdi.

Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Hamzalı Köyü’nün Sından Mezrası’nda yaşayan halk, yaşamlarının temel taşı olan Zorii Çayı’nı ve Zorê (Zor-i) Vadisi’ni tehdit eden Hidroelektrik Santral (HES) projesine karşı kararlı bir mücadele yürütüyor. Bu mücadele, yalnızca çevresel bir direniş değil, aynı zamanda bir halkın toprağına, kültürüne, tarihine ve geleceğine sahip çıkma çabası. Köy sakinlerinden Demhat Demir ve Yusuf Çiçek gazetemize konuştu.

Zor-i Çayı: Hayatın kalbi

Zor-i Çayı, Hamzalı Köyü ve çevresindeki mezralar için sadece bir akarsu değil, adeta yaşamın kalbi. Demhat Demir, Sından Mezrası’nda doğup büyümüş, dedelerinden miras kalan bu topraklarda hayatını sürdürüyor. Onun için Zor-i Çayı, yalnızca tarım ve hayvancılık için bir su kaynağı değil aynı zamanda bir varoluş nedeni. “Zor-i Vadisi bizim için yaşam demektir” diye duygularını içtenlikle ifade eden Demir, “Yaşam suyudur, ihtiyacımızı karşılayan suyudur, içme suyudur, topraklarımızı sulayan suyudur. Abartmıyorum, bu vadi bir varolma nedenidir. Dedelerimizden, atalarımızdan, belki bin yıldır burada yaşıyoruz. Bizim geçim kaynağımız bu sudur. Bu suyu elimizden aldığımızda yaşam kaynağımız kalmaz” dedi.

Demir’in sözleri, Zor-i Çayı’nın bölgedeki ekonomik ve sosyal yaşamın temel taşı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Yaklaşık bin dönüm tarım arazisi, bu çayın suyuyla sulanıyor. Bu arazilerde buğday, arpa, mısır, sebze ve meyve yetiştiriliyor. Hayvancılık da bu suya bağımlı. Küçükbaş ve büyükbaş hayvanlar, çaydan sulanıyor; yem bitkileri, bu arazilerde üretiliyor. “Biz bunlardan besleniyoruz, geçimimizi sağlıyoruz” şeklinde konuşan Demir, “Ancak HES projesi, bu yaşam döngüsünü tehdit ediyor. Projenin uygulanması halinde, tarım arazilerinin büyük bir kısmı sular altında kalacak, hayvancılık yapılamaz hale gelecek ve köyün içme suyu kaynağı tehlikeye girecek” dedi.

Yusuf Çiçek, Sından Mezrası’nda doğup büyümüş bir başka köy sakini. Onun için Zor-i Çayı, çocukluk anılarının, hayatının ve kimliğinin bir parçası. “Zor-i Çayı benim küçüklüğümü ifade ediyor, çocukluğumu” diye ifade etti.

Zori çayı ile yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda duygusal ve kültürel bir bağla bağlı olduklarını belirten Çiçek, “Köyde geçirdiğimiz yıllar boyunca, çay kenarında kurduğumuz sofralar, çocukluk oyunlarımız ve toplu piknikler, bizim hayatımızda silinmez izler bırakmış. Ancak bu anılar, HES projesi nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya” dedi.

HES projesi: Bir varlık tehdidi

HES projesi, Hamzalı Köyü sakinleri için bir kâbus gibi. İlk olarak 2014 yılında resmi girişimlerle gündeme gelen proje, köy halkında korku, öfke ve çaresizlik hislerini uyandırdı. Demir, “Burada doğduk, burada büyüdük, burada yaşamak istiyoruz. Çocuklarımız, geleceğimiz burada. Bu proje bizi yok etmek istiyor” dedi.

Projenin sadece ekonomik değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir yıkım getireceğinden endişe duyan Demir, HES’in bölgeye getireceği zararları da sıraladı; “Bu baraj göçe sebep oluyor. İnsanları şehirlerde zor koşullara itiyor. Şehirlerin durumu zaten ortada. Biz buradan gitmek istemiyoruz. Bu bir eko-kırım, bir soykırım!” şeklinde yaşananlara dikkat çekti.

HES projesinin yaklaşık bin dönüm tarım arazisini sular altında bırakacağını söyleyen Demir “Bu araziler, mısır, buğday, arpa, sebze ve meyve üretiminde kullanılıyor. Hayvancılık da bu suya bağlı. İçme suyumuz bile bu çaydan geliyor. HES, köyümüzü tamamen yok eder, parçalara böler. Hiçbir yaşam alanımız kalmaz. Proje, köyün 500’e yakın nüfusunu göçe zorlayacak ve şehirlerde sürdürülemez yaşam koşullarına mahkûm edecek, şehre gidip ne yapacağız? Orada bir yaşam nasıl sürdürebiliriz? Bu korkunç bir düşünce!” şeklinde görüşlerini belirtti.

Köyün geçiminin hayvancılık ve tarıma dayandığını vurgulayan Çiçek, “Hayvancılıkta kendi yemini üretmek zorundasın. Yonca, buğday, saman üretiyoruz. Bunlar olmadan hayvancılık yapılamaz. HES, bu arazileri sular altında bırakacak” dedi. Köyde tarımın ve hayvancılığın bir döngü içinde çalıştığını vurgulayan Çicek, “Örneğin, samanı yem olarak kullanıyorsun, buğdayı satıyorsun, kesif yem alıyorsun. Yemi ucuza mal ettiğinde hayvancılıktan kâr ediyorsun. Ancak HES projesi, bu döngüyü tamamen kıracak. Komşumun 10 çocuğu var, 15 dönüm arazisi ve 6 ineğiyle geçiniyor. Bu arazi sular altında kalırsa, şehirde ne yapacak? Gelen para bir araba bile almaz, çünkü bu arazinin 5-6 ortağı var” şeklinde konuştu.

Bölgeye özgü Hıya armudu gibi kültürel değerler de tehdit altında. Armudun köyün simgesi haline geldiğini ve geçim kaynaklarından biri olduğunu belirten Çiçek “Üzüm bağlarımız, yerli armut ağaçlarımız var. Bunlarla geçimimizi sürdürüyoruz. HES, bunları yok edecek” diyerek projenin, köyün ekonomik düzenini çökerteceğini ve kültürel mirasını da sular altında bırakacağını ifade etti.

Çevresel ve kültürel yıkım

Zor-i Vadisi’nin 12-13 kilometrelik bir alanda endemik bitki ve hayvan türlerine ev sahipliği yaptığını vurgulayan Çiçek, “Bu vadi sular altında kalırsa, bu türler yok olacak. İklim değişecek, nem oranı artacak, sivrisinek popülasyonu çoğalacak. Bu da hastalık riskini artıracak, Trakya ve Marmara bölgelerindeki baraj göllerinin çevresinde sivrisineklerden dolayı yerleşim yapılamıyor. Sivrisinekler hastalık bulaştırır. Baraj gölleri etrafında yaşamak zaten imkânsız” dedi.

Projenin kültürel ve sosyal dokuya vereceği zararı vurgulayan Demir, “İnsan doğduğu yerde bir köke sahip olur. Bu kökü yok ettiğinizde, insan benliğinden kopar, kültüründen uzaklaşır. Bir nevi soyulmuş gibi kalırsınız. Bizi şehre gönderip ne yapmamızı bekliyorlar? 500 kişilik bir köyü sular altında bırakıp, tarihini, kültürünü yok etmek istiyorlar. Biz buradan göç etmek istemiyoruz” dedi.

Demir, projenin sadece köylerini değil, tüm bölgeyi etkileyeceğini vurgulayarak şunları söyledi: “Hasankeyf’te yapılan Ilısu Barajı’nın bölgeye getirdiği sıcaklık ve nem artışı ortada, Hasankeyf’te insanlar sıcaklıklardan ve nemden rahatsız. Aynı şey burada da olacak. Zaten yanıbaşımızda böyle bir barajın yapılması, neler getireceğini herkes biliyor.”

Mücadele ve direniş: Bir halkın kararlılığı

Hamzalı köyü sakinleri, HES projesine karşı hem hukuki hem de toplumsal bir mücadele yürütüyor. Çiçek, projeye ilk tepkiyi 2014 yılında gösterdiklerini de söyledi. Ve şu sözlerle devam etti: “Ölçüm yapmaya gelen mühendislere ve şirket çalışanlarına tepki gösterdik. Kesinlikle istemiyoruz dedik. Bize, köylü onayı olmadan ÇED raporu çıkmayacağı söylendi. Ama 2018’de sahte bir ÇED raporuyla proje onaylandı. Bu süreçte şeffaflık eksikliği ve usulsüzlüklerin olduğu belli. Kimsenin bilgisi dahilinde olmayan bir ÇED raporu onaylandı. Bu, açık bir usulsüzlük.”

ÇED raporu ve bilirkişi süreçlerindeki adaletsizliklere dikkat çeken Demir, “Anayasanın 56. maddesi, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu söylüyor. Ama bu şirketler, gözlerini her akarsuya dikmiş. Kürdistan’da, Türkiye’nin her yerinde çevre zarar görüyor. ÇED raporu iki kez reddedildi ama sonradan değiştirilen bilirkişi raporuyla aceleyle onaylandı. Bu adaletsizliktir. ‘Beşli çete’ olarak nitelendirilen büyük şirketler, çevreyi ve halkı hiçe sayarak sadece kâr odaklı hareket ediyor. Nerede bir akarsu varsa, oraya baraj yapıyorlar. 50 yıl boyunca gelir elde ediyorlar ama halk zarar görüyor” dedi.

Köy halkının mücadelesi, hukuki süreçlerle sınırlı değil. 20 Temmuz’da düzenlenen protesto, bu direnişin en önemli adımlarından biri oldu. Protestoyu bizzat organize edenlerden biri olarak, katılımın yüksek olduğunu ve çevre köylerden, demokratik kitle örgütlerinden, belediye başkanlarından ve hatta İstanbul’a göç etmiş köylülerden destek aldıklarını belirten Çiçek, “Çoluk çocuk, herkes işini gücünü bırakıp geldi. 90’lı yıllarda İstanbul’a taşınmış aileler bile protesto için köylerine döndü. Bu, bizim için çok önemliydi. Umarız sesimizi duyurmuşuzdur” dedi.

Mücadelenin kararlılıkla süreceğini vurgulayan Demir sözlerini şöyle sonlandırdı; “Bu şirketleri topraklarımızdan def edeceğiz. Doğayı talan edenlerle aynı havayı bile solumak istemiyoruz. Bütün yurttaşları, çevre komisyonlarını, bu davaya omuz omuza destek vermeye çağırıyoruz. Doğayı savunmanın bir suç olmadığını ve Zor-i Vadisi’nin sular altında bırakılmayacağını söylüyoruz buradan. ‘ÇED raporu iptal edilsin!’ talebi, köy halkının ortak çığlığı.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu