
Geçtiğimiz hafta HDK çalışmaları gerekçe gösterilerek 10 ilde düzenlenen eş zamanlı gözaltı ve tutuklama operasyonunun yankıları sürüyor. Yaşanan gözaltı ve akabinde gelen tutuklamalar, AKP-MHP faşist ittifakının bir süredir giderek vites yükselttiği saldırganlık ve diz çöktürme konseptine eklenen yeni bir halka.
Bu saldırganlık parantezine peşi sıra devam eden Kayyum uygulamalarını da alıyor. İktidar bir yandan “barış görüşmeleri” altında Kürt ulusal sorununun çözümüne dair görüşmeler yaparken öte yandan demokratik Kürt hareketine yönelik kapsamlı bir tutuklama saldırısını yaşama geçiriyor.
Son olarak Kars Kağızman belediyesine de kayyum atandı.
Söz konusu saldırganlık, devrimci-ilerici ve yurtsever güçleri de aşan bir karaktere sahip. Bir yandan devrimci-yurtsever güçler sudan bahanelerle gözaltına alınıp tutuklanırken öte yandan düzen arenasında AKP muhalifi gazeteci, yazar ve sanatçılara yönelik bir baskı ve tahakküm saldırısı yaşama geçiriliyor.
Kent İttifakı gerekçe gösterilerek DEM Partililer tutuklanırken buna paralel bir şekilde CHP’li belediyelere de farklı gerekçelerle kayyum atanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik siyasetten men amacı taşıyan hamleler yapılıyor. TÜSİAD yöneticileri büyük bir medya bombardımanı ile gözaltına alınarak ifadeye götürülüyor.
Ortaya çıkan tablo, AKP-MHP iktidarının toplumun tüm kesimlerine yönelik sistematik bir baskı ve zor politikasını devreye soktuğunu gösteriyor.
Politika, esasta bu olsa da bunun devrimci-ilerici ve yurtsever güçlerde ve elbette düzen içinde farklı anlamları, karakteri olduğu da açık.
Burjuva muhalefet cephesinde düzen içi iktidar mücadelesi kapsamında sürdürülen bu kapışma ve hesaplaşma, işçi sınıfı ve geniş halk kitlelerinin özgürlük-demokrasi mücadelesinden farklı bir muhtevaya sahip. Bu düzlemde kavga, kitleleri kimin manipüle edeceği, sermayenin çıkarlarının garanti altına alınması bağlamında rızanın kim tarafından üretileceği, mevcut iktidar imkanlarının ve kaynakların nasıl bölüşüleceğine ilişkindir.
Bu kavga, devrimci-ilerici ve yurtsever güçleri, geniş emekçi kitleleri etkilese de doğrudan onların kavgası değildir.
Şu veya bu klik arasında bir tercihte bulunmak veya taraf tutmak doğru değildir.
Öte yandan iktidarın devrimci-demokratik güçlere yönelik saldırganlığı ise daha özel bir anlam taşıyor. İktidar, işçi sınıfının kazanılmış haklarına, sınıf sendikacılığı yürütmeye çalışan sendikacılara, kadın ve LGBTİ+lara, Alevilere, gençlere, devrimci-yurtsever siyasal güçlere yönelik azgın bir saldırı furyasıyla bu topraklarda halk iktidarı ve sosyalizm fikriyatını yok ederek halkımızı geleceksiz bırakma amacı taşıyor.
Bu bakımdan iktidarın, esaslı yöneliminin burası olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Kürt ulusal sorunu bağlamında gündeme getirilen çözüm görüşmeleriyle kitlelerde bir beklenti ve bekleme hali yaratılırken diğer yandan azgın bir baskı yaşama geçiriliyor. Bunu yaparken toplumun direnen, iktidarın politikalarına biat etmeyen en dinamik kesimlerine yöneliyor.
Bu anlamda çerçeveyi son derece geniş tutuyor.
Sadece Kürt hareketine, Kürt hareketiyle omuz omuza mücadele eden kesimlere değil, kendisine biat etmeyen, farklı bir çizgi ve duruşu koruyan herkese saldırmaktadır.
Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen HDK merkezli saldırganlık furyası tamda buna denk düşmektedir.
Gözaltına alınan ve tutuklananların arasında HDK ile neredeyse hiç yolları kesişmemiş, HDK’nin içinde yer almayan kesimlerin de olması iktidarın gerçek niyetini de gözler önüne seriyor.
AKP-MHP faşist ittifakı, Cemaatçi savcıların hazırladığı iddianameleri 13-14 yıl boyunca saklayarak şimdi yeniden gündeme getirmiştir. Hazırlanan soruşturmadaki iddialara hukuki bir temel uydurma zahmeti bile gösterilmemiştir. Bu haliyle iktidar saldırının tamda ifade ettiğimiz gibi tamamen ideolojik-siyasi bir saikle gerçekleştirildiğini de itiraf etmektedir.
Ankara’da hazırlanan ve ülke sathından binlerce insanın dahil edildiği soruşturma verilen takipsizlik kararına rağmen bugün yeniden işler hale getirilmiştir. Kuşkusuz bu durum, AKP-MHP iktidarının önümüzdeki sürece yönelik tasarrufu bağlamında yargı sopası eliyle atılan bir adımdır.
Bu bağlamda, soruşturmanın İstanbul ayağında adı geçenlerin isimlerinin olduğu listelerin servis edilmesi bu siyasi amaca yöneliktir.
İktidar, bir korku imparatorluğu yaratarak daha fazla sömürü ve açlık getirecek projelerini rahatça uygulamak istemektedir.
Diğer yandan da Gezi iddianamesini yeniden gündeme getirerek olası bir kitlesel direniş ve hak arayışına karşı dalga kıranı en ileriye kurmaktadır. Devrimci-demokratik güçlerin düne kıyasla oldukça zayıfladığı, geniş emekçi kitlelerin önemli oranda örgütsüzlüğü yaşadığı bu koşullarda iktidarın bunca atraksiyonu toplumsal anlamda çelişkilerin ne denli derinleştiğine dair kavrayışından kaynaklanıyor.
Anep’te Ufuk Halı’da başlayan ve kısa sürede tüm havzaya şimşek hızında yayılan direniş ateşi bozkırın ne denli kuru olduğunu anlatıyor.
HDK çalışmaları gerekçe gösterilerek servis edilen soruşturma listeleri bilinçli bir korkutma, sokaktan, hak ve özgürlük mücadelesinden uzak tutma amacı taşımaktadır.
Şunu açıklıkla söylemeliyiz, göründükleri kadar güçlü değiller. Bunca saldırganlık, yaşanan derin yoksulluk ve sefaleti gizleme ve milyonları buna razı etmek içindir. Bunun kabul edilemeyeceği de açıktır. İktidar başka bir açıdan büyük acziyet içindedir. Elinde kala kala baskı, şiddet ve zor kalmıştır. Manevra kabiliyetini önemli oranda kaybetmiştir.
Saldırganlık ve korku iklimi, birleşik direnişle ve daha güçlü bir örgütlü duruşla parçalanacaktır. Biz de yaratmaya çalıştıkları korku, geleceklerinden duydukları korkudur.
Bu korkuyu büyümek için devrimci-demokratik güçlerin birleşik bir mücadele temelinde daha güçlü biraraya gelişlerine ve duruşa ihtiyaç vardır.
Direniş ve örgütlü duruş korku bulutlarını dağıtacaktır!