
Türkiye hapishaneleri, yalnızca özgürlüklerin değil, yaşam hakkının da zincire vurulduğu birer işkencehanedir. Mahir Polat’ın Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) “cezaevinde kalması hayatı için risk oluşturuyor” kararıyla tahliye edilmesi, bir kez daha hasta tutsaklar meselesini gündeme taşıdı. Ancak bu kararın, istisnai bir örnek olarak kalmaması için hapishanelerde bulunan hasta tutsakların durumuna dikkat çekmek gerekiyor. Bugün binlerce hasta tutsak, ağır hastalıklarına rağmen tecrit koşullarında, yetersiz tedaviyle adeta ölüme mahkûm ediliyor.
Adalet Bakanlığı’nın 2023 verilerine göre, Türkiye hapishanelerinde 1.600’den fazla “ağır hasta” tutsak bulunuyor. İHD verilerine göre ise bu tutsakların 651’i ağır hasta. Hasta tutsakların en az 300’ü terminal dönem kanser, ileri evre kalp yetmezliği, MS, ALS gibi tedavisi mümkün olmayan veya acil müdahale gerektiren hastalar.
Hapishanelerde tedavisi mümkün olmayan hastalıkların yanı sıra, tutsakların herhangi bir rahatsızlık nedeniyle muayene olması dahi her yıl daha da zorlaşmakta ve muayene talepleri reddedilmekte. Örneğin 2023 yılında Adalet Bakanlığı 10 milyon muayene talebi olduğunu ancak bu başvurulardan sadece 3 milyon 115 bin 834’ünün talebinin kabul edildiğini açıklamıştı. Yani, tutsakların muayene taleplerinin yalnızca % 31’i kabul edilirken, % 69’u (yaklaşık 7 milyon başvuru) reddedildi. Bu rakam, her 10 tutsaktan 7’sinin “acil” dahi olsa tıbbi müdahale alamadığını ortaya koyuyor. Reddedilen başvuruların gerekçeleri gerekçeleri ise (örneğin, “kaçma riski”, “yetersiz belge”) keyfi ve siyasi. Özellikle politik tutsaklar için bu oranın daha da düşük olduğu biliniyor.
Geçtiğimiz yıl ise (2024) bu oran daha da düştü. Muayene (dikkat edilsin tedavi değil, sadece muayene) başvurusu kabul edilen tutsakların sayısı yarı yarıya azaldı ve sadece 1 milyon 265 bin 239 tutsak muayene olabildi. Bu kez tutsakların karşısında yeni bir keyfiyet vardı: Tasarruf tedbirleri.
Adalet Bakanlığı verilerine göre 405 hapishanede sadece 387 aile hekimi görev yapıyor yani bazı hapishanelerde düzenli bir hekim dahi bulunmuyor.
Sağlık hizmetlerine erişimde sorunlar bitmiyor
Tutsaklar, muayene ya da tedavi başvurusunun kabul edildiği durumda da başka ciddi engelleri aşmak zorundalar. Hastane sevklerinde gecikmeler, kelepçeli muayene dayatmaları ve tedavi süreçlerinde ayrımcı uygulamalarla karşı karşıyalar.
Ayrıca Adalet Bakanlığı’nın 2024 yılı verilerine göre, hapishanelerde kapasitenin 84.000 kişi üzerinde tutsak bulunuyor. Bu aşırı doluluk, hem sağlık koşullarının ve hem de hizmetlerinin yetersizliğini daha da derinleştiriyor.
Hapishanelerde bir “seri katil” dolaşıyor!
Hapishanelerdeki yukarıda kısaca değindiğimiz koşullar ve bu koşulların giderek daha da kötüleşmesi, bunun bir devlet politikası olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.
DEM Parti Van Milletvekili Gülcan Kaçmaz Sayyiğit’in Adalet Bakanlığı Komisyonu toplantısında Bakan Yılmaz Tunç’a İdare ve Gözlem Kurulları’nın uygulamalarının işleyişine ilişkin sorduğu soruya, 5 Aralık 2024’te cevap verilmiş, bu yanıtta 2018 ile 2023 yılları arasında 2 bin 258 adli tutsağın hayatını kaybettiği belirtilmişti. Bakanlığın geçmiş dönemlerde paylaştığı verilerle son yanıtı göz önünde bulundurulduğunda, 2002-2023 yılları arasında hayatını kaybeden tutsak sayısı en az 5 bin 341. Yani AKP’li yılların başından 2023 yılına kadar her yıl ortalama 485 tutsak hapishanede yaşamını yitirdi.
2024 yılında ise bu ortalamanın çok üzerine çıktı hapishanede yaşamını yitirenlerin sayısı. Yine Adalet Bakanlığı, geçtiğimiz yıl boyunca 700’ün üzerinde tutsağın yaşamını yitirdiğini açıkladı (ilk on bir ay içinde 709 tutsak).
Bu rakamlar, bir seri katilin hapishanelerde dolaştığını gösteriyor: Bu seri katilin adı, tüm kurumlarıyla birlikte devlet!
Cinayetlerin ortağı; Adli Tıp Kurumu
Tüm kamuoyunun gözlerini diktiği Mahir Polat’ın tahliyesi için uğraşıldığı günlerde dikkat çeken bir kurum da Adli Tıp Kurumu(ATK) oldu. ATK, Polat’ın durumuna ilişkin rapor hazırlamak için günlerce Mahir Polat’ı “eksik tetkikler” bahanesiyle oyaladı. Elbette bağlı olduğu Saray’ın talimatlarının kendilerine iletilmesi için gerekli bir geciktirmeydi bu.
ATK’nın devlet yanlısı raporlar verdiğinin altını çizen İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, hasta tutsaklara ilişkin yaptığı bir açıklamada, Adli Tıp raporlarının Adalet Bakanlığı’na bağlı ve maaşları devlet tarafından ödenen uzmanlar tarafından hazırlandığına, dolayısıyla devlet politikasıyla paralel bir takım politikalar yürüttüğüne dikkat çekmişti. Ayrıca ATK’nın tutsak için “cezaevinde kalamaz” raporu verdiği durumda da bu kez İnfaz Savcılığı’nın Emniyet’e, tutsak serbest bırakıldığında “toplum güvenliğinin tehdit altında kalıp kalmadığını” sorduğuna dikkat çekmiş ve “ATK ve ‘toplum tehdidi’ kriteri oldukça taraflı bir şekilde değerlendirildiği görülüyor” demişti.
Cumhurbaşkanının hasta tutsaklara ilişkin af yetkisi olmasına rağmen bu yetkiyi nasıl kullandığı herkesin malumu olsa gerek. En son Hizbu-kontra üyesi olarak müebbet hapis cezasına çarptırılan iki kişinin “sürekli hastalık ve sakatlık” gerekçesiyle Cumhurbaşkanı tarafından affedilmesi gündeme gelmişti. Bu kişilerden biri, İslamcı feminist yazar Konca Kuriş ve kapatılan HEP milletvekili Mehmet Sincar’ın da aralarında bulunduğu 24 kişiyi öldürmekten hüküm giymişti. Yani Cumhurbaşkanı’nın tercihlerinin arkasında bir devlet politikası mevcut elbette.
Hasta tutsaklara yaklaşım, ihmalkarlık değil, devlet politikasıdır
Hasta tutsaklar üzerinden yürütülen bu sessiz katliam, herhangi bir idari ihmalkârlığın ya da bürokratik hantallığın değil, açık bir devlet politikasının sonucudur. Devlet, hapishaneleri yalnızca özgürlükleri değil, yaşamı da sistematik biçimde imha ettiği birer laboratuvar olarak kullanmaktadır. Bu laboratuvarlarda test edilen şey, insan bedeninin değil; halkın belleği, devrimciler başta olmak üzere tüm toplumun dayanıklılığı ve halkın duyarsızlık sınırıdır.
Ölüme terk edilen her tutsak, devletin nasıl bir intikam düzeni kurduğunun belgesidir. Bu düzende Adalet Bakanlığı cellattır, Adli Tıp Kurumu infaz kararı veren noter, İnfaz Savcılığı ise son mühürü vuran memurdur.
Kimin yaşayıp kimin öleceğine karar veren bu mekanizma, “hukuk” maskesi takmış bir ölüm makinesidir. Ve bu makinenin yağı, yıllardır süren cezasızlık, işkenceyi inkâr ve halkın hakikatle arasına örülen duvarlardır. Mahir Polat gibi birkaç istisnai tahliye, bu katliamın üzerini örtemez. Aksine, geri kalan binlerce hasta tutsağın ölüm fermanını imzalayanların kim olduğunu daha görünür kılar. Adını koyalım: Bu bir devlet eliyle yürütülen sistematik imhadır.