GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | “İhtilalci Komünizmin” Önderi: İbrahim Kaypakkaya Yaşıyor ve Savaşıyor!

Kaypakkaya’nın içinde bulunduğumuz emperyalizm ve proleter devrimler çağında, işçi sınıfı ve ezilen halkların en ileri ideolojisi olan Maoizm’i benimsemiş olması ayırt edici özelliğidir.

İbrahim Kaypakkaya’nın Amed Zindanlarında 18 Mayıs 1973’te katledilmesinin elli ikinci yıldönümümdeyiz.

Bu süre, toplumlar ve sınıflar mücadelesi açısından oldukça kısa ve fakat bir insan ömrü açısından ise bir hayli uzun bir zaman dilimidir. Kaypakkaya, kurucusu olduğu proletarya partisinin, faşizme, emperyalizme, feodalizme, şovenizme, ataerkiye ve her türden gericiliğe karşı mücadelesinde, 52. yıl önce, 24 Ocak 1973’te Dersim’de yaralı olarak esir düştü. Yaralı olarak tutsak edildiği “Diyarbekir Sıkıyönetim Tutukevi”nde işkenceyle katledildi. TC devleti, “intihar etti” diyerek işkenceyle paramparça ettiği bedenini babasına bir çuval içinde verdi.

Kaypakkaya’nın TC devleti tarafından neden katledildiği ise Türk devletinin istihbarat örgütü MİT’in raporunda; “Türkiye’de komünist mücadelede halka en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın görüşleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele biçimleri için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uyarlanması diyebiliriz” tespitlerinden de anlaşılabilinir. [TKP (M-L) Ana Davası 1973 Dosyasındaki MİT Raporu]

Kaypakkaya tam da bu nedenle; Türk devleti tarafından komünist mücadelede “en tehlikeli” olarak görüldüğü; Marksizm Leninizm Maoizm (MLM) bilimini coğrafyamızdaki sınıflar mücadelesini, kitle hareketlerinin en ileri politik duruşunu, bilimsel bir biçimde sentezleyebildiği ve Türkiye devriminin yolunu gösterdiği için sınıf düşmanları tarafından katledilmiştir.

Sınıf düşmanları onu katlederek, onun şahsında -tıpkı Mustafa Suphi ve 15’lerde olduğu gibi- “ihtilalci komünizmi” coğrafyamızda, hakim sınıfların iktidarı açısından bir tehlike olmaktan çıkarmak istemişlerdir.

Bu sınıfsal korku öyle büyüktür ki, Kaypakkaya’nın doğduğu köy olan Çorum’un Karakaya Köyü’ndeki mezarı için bir jandarma karakolu kurulmuştur. Katledilmesinin üzerinden yarım asır bir zaman geçmiş olmasına bu karakol halen Kaypakkaya’yı “beklemektedir”(!) Bu korku öyle büyüktür ki halen, Kaypakkaya’yı ananlara davalar açılmakta, onun resmini taşımak suç sayılmaktadır.

Kaypakkaya’ya dair herhangi bir slogan atmak “suçu ve suçluyu övme” olarak tanımlanmaktadır.

Bu sınıfsal refleks sebepsiz değildir elbette. TC devleti, “en tehlikeli” olarak gördüğü bu genç komünist önderi, fiziken katletmesine rağmen, coğrafyamızda komünist hareket yeniden ayakları üzerine dikilmiş; Kaypakkaya’nın fikirleri doğrultusunda yüzbinlerce insanı etkileyen bir “gelenek” yaratılmıştır. Bu “gelenek” halen mücadelesine kesintisizce devam etmektedir.

Bu mücadele içinde başta genel sekreterleri de dahil olmak üzere, onlarca önder kadro, yüzlerce militan ve binlerce taraftar, “İbo’nun izinde” ölümsüzleşmiştir. Onun izinde binlerce insan, devrim ve sosyalizm mücadelesinde faşizme esir düşerek işkence görmüş, onlarca yıla varan hapis cezalarıyla karşı karşıya kalmış ya da yaralanmıştır.

Ancak bu genç komünist önderin kendi ifadeleriyle “yükseklere çektiği bayrak” yere düşürülmemiş, ihtilalci komünizmin bayrağı dalgalanmaya devam etmiştir.

Marx, Lenin ve Mao’nun öğrencisi ve “İhtilalci Komünizmin” temsilcisi

Sınıflar mücadelesinde burjuvazi gerçek düşmanını iyi tanımaktadır. Kaypakkaya’yı “en tehlikeli” yapan sadece başta silahlı mücadele ve halk ordusu olmak üzere, illegal parti örgütlenmesi, cephe anlayışı, legal ve illegal mücadele ilişkisi vb. “ön gördüğü mücadele biçimleri” değildir.

Onu sınıf düşmanları nezdinde “en tehlikeli” olarak tanımlamalarının nedeni, aynı zamanda “yazılarında sunduğu görüşler”dir. Bu görüşler ki, örneğin TC devletinin üzerinde yükseldiği zemini tahlil etmesi, devletin sınıfsal niteliği başta olmak üzere hakim sınıfların kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in ideolojik yüzünü ve faşist karakterini, başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere azınlık milliyetler hakkındaki görüşleri ve hatta sosyalizmde sömürü ve sınıflar mücadelesine dair görüşleri ve çok daha fazlasıdır.

Kaypakkaya’nın hem ileriye sürdüğü görüşler hem de mücadele biçimleri; sınıf düşmanları açısından “haklı olarak” açıktan “yükseklere çekilen bir bayrak” olarak tanımlanmıştır. Hem de halk saflarında olan küçük burjuva anlayışlarla arasına net bir çizgi çekilmiştir.  Bu durum ise Kaypakkaya’nın halk saflarında olan küçük burjuva çevrelerce “yok” sayılmasını, kendini solda tanımlayan aydınlar tarafından görmezden gelinmesini; sınıf düşmanları tarafından ise “en tehlikeli düşman” olarak tanımlanmaya devam etmesine neden olmuştur.

Kuşkusuz Türk hakim sınıflarının ve onların devletinin Kaypakkaya korkusunun baki olmasının nedeni, onun görüşlerinin halen coğrafyamızda “ihtilalci komünizmin en ileri temsilcisi” olmaya devam etmesidir. Bunun nedeni Kaypakkaya’nın görüşlerini, coğrafyamız sınıflar mücadelesi pratiğinden, kitlelerin mücadelesinden çıkardığı ders ve deneyimleri, çağımızın en ileri bilimi olan MLM bilimiyle sentezleyebilmiş olmasıdır.

Kaypakkaya’nın gelişimi ve komünist bir önder olarak ortaya çıkışı döneminin sınıf mücadeleleri ve toplumsal pratiğinden bağımsız değildir. Onun komünist görüşleri “gökten zembille” inmemiştir. Sınıf düşmanlarının ve her türden küçük burjuva örgüt ve kimi aydınların dile getirdiği üzere “Çin Devrimi’nin birebir kopyası” olarak var olmamıştır.

Kaypakkaya’yı döneminin diğer devrimci önderlerinden ayıran en temel fark kuşkusuz ki onun MLM olmasıdır. Nitekim Kaypakkaya; Şafak Revizyonizmi program taslağı eleştirisinde “Hareketimizin Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü olduğu belirtilmeliydi” ifadelerini kullanmaktadır. (İ.Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Nisan Yayıncılık, s. 349)

Kaypakkaya’nın içinde bulunduğumuz emperyalizm ve proleter devrimler çağında, işçi sınıfı ve ezilen halkların en ileri ideolojisi olan Maoizm’i benimsemiş olması ayırt edici özelliğidir. Bu somut gerçeklik, onun ideolojik olarak ’71 devrimci hareketinin diğer devrimci önderlerinden ideolojik olarak ayrı bir yerde konumlanmasını; “ihtilalci komünizmin” coğrafyamızda temsilcisi olarak ortaya çıkmasını doğurmuştur.

Kaypakkaya’nın coğrafyamız sınıflar mücadelesinin ürünü olarak “ihtilalci komünizmin” temsilcisi olarak en ileride konumlanması, uluslararası alanda yaşanan gelişmelerden ve coğrafyamızdaki kitle mücadelelerinden kopuk değerlendirilemez. ’60’lı yıllar, ABD emperyalizminin Vietnam işgali ve işgale karşı direnişin yanında, Çin’de Başkan Mao önderliğinde Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin etkisinin dünyayı kasıp kavurduğu bir döneme karşılık gelir.

Çin gibi devrim yapmış bir ülkede, “kapitalist yolcu”lara ve sosyalizmden geri dönüş tehlikesine karşı kitlelerin ayağa kalkışı ve proletarya diktatörlüğü altında “yeni türden bir devrim” girişiminde bulunması, uluslararası alanda başta öğrenci gençlik olmak üzere, işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesini doğrudan etkiledi.

Coğrafyamızda başta öğrenci gençliğin anti emperyalist eylemleri olmak üzere, köylülüğün toprak işgalleri, işçi sınıfının grev, direniş ve eylemleri hızla yükseldi. Sınıflar mücadelesinin yükselişi beraberinde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı devrimci hareketi içinde, ’71 silahlı devrimci kopuşunu getirdi.

“Herkes sol’a kayıyordu” ve ’71 devrimci önderleri bu kopuş içinde o döneme kadar savunulan, “devrim”, “sosyalizm”, “komünizm” anlatılarını yerle bir ettiler. Türkiye Devrimci ve Komünist Hareketi “buzu kırdı ve yolu açtı.”

Kaypakkaya da tıpkı döneminin diğer devrimci önderleri gibi devrimci gençlik hareketinin içinde kendi düşüncelerini oluşturmuştur. O da ’71 devrimci kopuşunun önderleri gibi “pratikte devrimci” bir tavır içinde olmuş ve fakat MLM ideolojiyi, diyalektik ve tarihsel materyalizmi coğrafyamız sınıflar mücadelesiyle, bilimsel temelde birleştirebildiği oranda; ’71 devrimci kopuşunun komünist yüzünü oluşturabilmiştir.

Dolayısıyla Kaypakkaya demek, MLM demektir. Kaypakkaya’yı MLM’den ve özellikle de Maoizm’den ayıran her bir analiz sorunlu bir değerlendirmedir.

Kaypakkaya’nın ileriye sürdüğü tezlerin önemli bir kısmının halen güncelliğini koruyor olmasının nedeni, onun ileriye sürdüğü tezleri, masa başında ve entelektüel bir çalışmada değil, bizzat sınıf mücadelesinin pratiği içinde, kitlelerin mücadelesinin ürünü olarak var etmiş olmasıdır. Bu anlamıyla, Kaypakkaya’nın fikirleri kitlelerin mücadelesinin “en ileri” bilincinin ürünüdür.

Dolayısıyla coğrafyamızda sınıf mücadeleleri sürdüğü ve kitlelerin mücadelesi devam ettiği müddetçe Kaypakkaya’nın fikirleri yaşamaya devam edecektir.

Kaypakkaya; Nerede bir direniş ve mücadele varsa orada yaşıyor!

18 Mayıs’ı Türk hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesinin sertleştiği bir süreçte karşılıyoruz.

19 Mart’ta bir üst aşamaya sıçrayan iktidar dalaşı devam etmektedir. AKP-MHP iktidarı elindeki yargı aparatını kullanmaya devam etmekte, muhalefet ise sokaklarda kitlelerin desteğini arkasına alma siyasetini sürdürmektedir.

İktidar, bir yandan Kürt hareketiyle “barış” yaparken diğer taraftan CHP liderine Sırrı Süreyya Önder’in cenaze töreninde saldırı örgütleyerek, “sokaktan çekil yoksa sokakları kan deryasına çevirmekten geri durmam” mesajı vermektedir. Ne var ki artık “ok yaydan çıkmış” durumdadır. Kitleler hareket halindedir. Başta öğrenci gençlik olmak üzere halk gençliği geleceksizliğe isyan etmekte, faşizmin yasaklarına ve uygulamalarına tepki göstermektedir. Bu anlamıyla önümüzde “çetin ama şanlı mücadele günleri” vardır.

Bu noktada ölümsüzlüğünün 52. yıldönümünde Kaypakkaya’nın sınıf mücadelesine ve kitle hareketlerine yaklaşımından öğrenmek önemlidir. O, kısacık mücadele yaşamında nerede bir direniş ve mücadele varsa orada olmuş; öğrenci gençliğin anti-emperyalist, akademik ve demokratik mücadelesinin içinde, köylülerin toprak işgallerinde ve işçilerin eylem, direniş ve grevlerinde yer almıştır. Onun 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi”ndeki tavrı örnektir. Direnişin ilk gününde Ankara’da olan Kaypakkaya, 16 Haziran’da İstanbul’a gelmiş ve işçi direnişine katılmıştır.

Ve katılmakla kalmamış, bu işçi direnişinden coğrafyamız devrimi için önemli dersler çıkarmıştır:“15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ve arkasından gelen sıkıyönetim, bazı kadroların bilincinde önemli bir sıçrama yarattı. Bu arkadaşlar, işçi hareketinden ve onu izleyen zor mücadele günlerinden önemli dersler çıkardılar.” (age, s. 424)

İçinde bulunduğumuz koşullarda kitlelerin mücadelesinden öğrenmek, kitlelerin mücadelelerinin en ileri bilinciyle temas etmek önemlidir. Kaypakkaya kitlelerin mücadelesinden öğrenmiş, kitlelerin sınıf mücadelesi ve pratikten edindiği bilgileri MLM bilimiyle başarıyla sentezleyebildiği içindir ki, görüşlerinin önemli bir kısmı halen günümüz koşullarında güncelliğini koruyabilmiştir.

Sadece hakim sınıf klikleri içindeki iktidar dalaşından kaynaklı değil, bu düzenin Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan işçi sınıfına, kadınlara, LGBTİ+lara, gençlere ve sokak hayvanlarına verdiği ve vaat ettiği daha fazla sömürü, daha fazla baskı ve katliamdır. İşçi sınıfı daha fazla sömürülmekte, iş cinayetlerine maruz kalmakta ve fakat emeğinin karşılığını alamamakta, emekçiler daha fazla yoksulluğa itilmektedir.

Kadın katliamı tüm hızıyla sürmekte, kadın katilleri ellerini kollarını sallayarak ortalıkta gezmektedir. LGBTİ+lara yönelik nefret söylemi iktidar eliyle ısrarla devam ettirilmektedir. Gençliğin geleceksizliği somut bir gerçeklik olarak orta yerde durmaktadır.

Kürt ulusuna yönelik sahte “bin yıllık kardeşlik” söylemleri altında bir kez daha Kürt ulusunun bir ulus olmaktan kaynaklı hakları reddedilmektedir. Başta Alevi inancı olmak üzere, ezilen inançlar üzerinde baskı ve asimilasyon politikası ısrarla sürdürülmektedir.

Çevre ve doğanın kapitalist rant hırsına yağma ve talan edilmesi ise tüm hızıyla sürmektedir. Son olarak sokak hayvanlarına yönelik katliam yasasının onaylanmasında olduğu gibi, içinde bulunduğumuz koşullar; hakim sınıfların kendinden olmayana ve kendi iktidarına biat etmeyene yönelik faşist bir terör rejimiyle karşı karşıyız.

Her şey bir yana içinde bulunduğumuz düzen kâr elde etmek için yoğun bakımda bebek katletmekte, Afgan bir işçiyi sahipsiz diye yakmakta, holding kapısında hakkını aradığı için bir işçiyi döverek öldürmektedir.

Bu koşullar altında mücadele etmek bir tercih değil zorunluluktur. Bu zorunluluğu bilimsel temellerini atan, bu zorunluluğun başarılabilir bir hedef olduğunu açık ve net olarak ortaya koyan komünist önder Kaypakkaya’yı fiziken katlederek onun komünist fikirlerini engellemek isteyenler, yarım asırdır coğrafyamızda nerede bir direniş ve mücadele varsa İbrahim Kaypakkaya’nın orada olmasını engelleyememiştir.

Nerede bir direniş ve mücadele varsa Kaypakkaya’nın adı ya da resmi oradadır. O; direnişin ve mücadelenin içinde ve “yaşıyor”dur. Sadece coğrafyamızda değil dünyanın dört bir yanında genç bir komünist önderin kasketli fotoğrafı eylemlerde ve etkinliklerde taşınmaktadır.

Amed Hapishanesi’nde yok edilmeyen “ihtilalci komünizmin” temsilcisi “yeryüzünde bir hayalet olarak” dolaşmaktadır. Fiziken katlettikleri Kaypakkaya, kitlelerin devrimci ruhunda, devrim, sosyalizm ve komünizm özleminde yaşamakta ve savaşmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu