GüncelMakaleler

MAKALE | Emperyalist Sermaye Bağımlılığı

Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayeye bağımlılığı (girişi), AKP hükümetleri dönemiyle sınırlı değildir

Türk burjuvazisinin ve onların sözcüsü AKP hükümetlerinin, 21. yy’ın ilk çeyreğinde en büyük propagandası, Türkiye ekonomisinin büyümesi olmuştur. Ancak bu ekonomik büyümenin emperyalist mali sermayeye bağımlı, yarı-sömürge bir ekonominin büyümesi olduğu, dahası Türkiye pazarının bu büyümesinde emperyalist sermayenin, özellikle de tefecilik yoluyla kârına kâr katan emperyalist mali sermayenin rolünün belirleyici olduğu dikkate alınmalıdır.

2008’de ABD’de başlayan “konut krizi”nin uluslararası finans krizine evrilmesiyle, yarı-sömürge pazarlara sermaye girişlerinin yavaşlaması Türkiye’yi de etkiledi. Türkiye pazarına dış sermaye girişleri neredeyse durdu; 2009’da net toplam dış sermaye girişleri 5.8 milyar dolarla sınırlı kaldı. Kapitalizmin “krizi aşmak” adı altında devreye soktuğu “parasal genişleme politikası” beraberinde Türkiye gibi yarı-sömürge pazarlara sermaye girişini yeniden artırmıştır.

Süreç içinde Türkiye pazarına emperyalist sermayenin girişi sürmüştür. Son olarak, 2022 yılında 47.1 milyar dolarlık bir toplam sermaye girişi olmuştur. Bu sermaye girişinin 13.1 milyar doları doğrudan sermaye girişi olmakla birlikte aynı yıl içinde 17 milyar dolar dış sermayeye geri ödeme yapılmıştır.

Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayeye bağımlılığı (girişi), AKP hükümetleri dönemiyle sınırlı değildir. TC devletinin kuruluşundan itibaren ve son olarak AKP hükümetlerini de kapsayan bir şekilde hakim sınıf temsilcisi partilerin “ekonomik büyüme”, “kalkınma” politikalarıyla açıklanmaktadır. Bu yaklaşım, Türkiye ekonomisinin kuruluşundan itibaren emperyalist sermayeye bağımlı bir ekonomi olduğunu göz ardı etmektedir.

Türk burjuvazisi hangi politik söyleme sahip olursa olsun hükümet olan bütün partilerinin (“aktörler değişse de”) görevi emperyalist sermayenin Türkiye pazarında aracılık görevini başarıyla yerine getirmektir.

Komprador sermayenin aracılık hizmeti karşılığında aldığı payın yanısıra esas olarak sermaye dışa aktarılır. Emperyalist sermayenin 2003-2024 yılları arasında 21 yılda Türkiye’den 118.9 milyar dolar kârı, yurt dışına transfer ettiği dikkate alındığında yaşanan sömürünün boyutları da anlaşılabilir.

Emperyalist sömürü aracı borçlanma

Türkiye ekonomisinin emperyalist sermayeye bağımlılığı beraberinde ekonominin çarklarının dönmesi için emperyalist sermayeden borçlanmayı da beraberinde getirmektedir.

Bu nedenle borçlanma, Türkiye ekonomisi açısından bir istisna değil kuraldır. Bu kural nedeniyledir ki, 21. yy’ın son çeyreğinde Türkiye ekonomisi aşırı borçlu ekonomiler içerisinde yer almaktadır. Türkiye’nin dış borcu yıllar içinde artış eğilimi göstermiştir. Gelinen aşamada 2022 yılı için Türkiye’nin dış borcunun 459 milyar olduğu ifade edilmektedir. Daha da önemli olan ise son yıllarda alınan dış borcun Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya oranının % 50’nin üzerine çıkmış olmasıdır. Tablodan hareketle Türkiye ekonomisinin dış borçlanmasına dair pek çok şey söylenebilir. Günümüzde Türkiye pazarı açısından borçlandırma emperyalist sermayenin temel sömürü biçimlerinden birini oluşturmaktadır.

Türkiye açısından dış borçlar ekonomiyi döndüren bir taşıma su işlevi görmektedir. Bu taşıma su kesildiğinde ya da aksadığında ekonominin çarkları durmakta ve ekonomi krize girmektedir. Kalkınma adı altında alınan bu borçlar, esas olarak borç veren emperyalist sermayenin faiziyle birlikte geri alması ve kâr elde ederek sömürüsünü sürdürmesinin yanında, borç verilen sektöre dair yapılan ek anlaşmalarla, başka emperyalist kuruluşların faaliyeti ve sömürüsü de sağlanmaktadır.

Bunun yanında borçlanma Türkiye pazarında iktidar gücünü elinde tutan hakim sınıfın zenginleşmesi için kullanılmaktadır. Kısacası borçlanmayla emperyalist sermaye sömürüsünü sürdürmekte, bu hizmeti karşılığında ise Türk burjuvazisi kendi payını almaktadır.

Türkiye’nin 2002-2017 yılları arasındaki 16 yılda toplam 811 milyar TL faiz ödediği ifade edilmektedir. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın duyurduğu resmi tahmin ve programa göre ise 2022 ve 2023 yıllarında 810 milyar TL faiz ödeneceği belirtilmektedir. Bunun anlamı ise Türkiye’nin 2023 yılında neredeyse anapara kadar faiz ödemesidir. Diğer bir ifadeyle Türkiye borç aldığı anapara için 564 milyar lira, faiz için ise 519 milyar lira ödeme planlamıştır. Böylelikle geri ödenmesi planlanan 100 liranın 52 lirasının anaparaya, 48 lirasının ise faize gideceği ifade edilmektedir.

Neredeyse yarı yarıya bir durum söz konusudur. Üstelik Türkiye ekonomisinin faiz giderleri artma eğilimindedir. Nitekim 2021’de Türkiye’nin faiz gideri 180.9 milyar lira olduğu açıklanırken, Ocak-Eylül aylarını kapsayan 2022’nin ilk 9 ayında bu miktar aşıldığı ve yılın ilk üç çeyreğinde Türkiye’nin toplam 207.1 milyar faiz ödemesi yaptığı belirtilmektedir.

Üstelik emperyalist mali sermayeden borçlanma karşılığında sadece günümüz değil, Türkiye’nin geleceği de ipotek altına alınmaktadır. Başta borcun anaparası olmak üzere, borcun faizinin geri ödenmesi için önümüzdeki yılların bütçe planlamasında hedeflenen rakamlar buna işaret etmektedir.

Emperyalist mali sermayenin borçlanma yoluyla Türkiye pazarında sömürüsünün sadece kısa vadeli değil önümüzdeki yılları da kapsayacak bir şekilde sürdürüldüğü, Orta Vadeli Program (OVP) adı altında faiz ödeme planlarında da görülmektedir.

Emperyalist sömürü yöntemi eşitsiz ticaret

Kapitalist gelişim sürecinin içinde bulunan bir ülkeye yönelik emperyalist borçlandırma ve böylelikle sermaye birikimini gasp etme siyaseti, aynı zamanda eşitsiz ticaretin kaynağını da oluşturmaktadır.

Türkiye’nin 2022 yılında 363.7 milyar dolar olan ithalatına karşılık, aynı yıl ihracatı 254.2 milyar dolardır. 2023 yılında ise ithalatı 361.8 milyar dolarken, ihracatı ise 255.8 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir. Bu rakamlar kayda değer ticaret açığına işaret etmektedir.

Türkiye ekonomisinin özellikle 2022-23 yılları arasında ticaret açığı 100 milyar doların üzerindedir. Türk Ticaret Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre 2022 yılında 109.5 milyar dolar olan Türkiye’nin dış ticaret açığının, 2023 yılı dış ticaret verilerinde ihracatın 255 milyar 809 milyon dolar, ithalatın ise 361 milyar 847 milyon dolar olarak gerçekleştirildiği ve dış ticaret açığının ise 106 milyar 38 milyon olduğu ifade edilmektedir.

Türkiye ekonomisinin dış ticaret açığı vermesi, ekonominin yarısömürge yapısıyla doğrudan ilgilidir. Tıpkı emperyalist doğrudan sermaye yatırımı ve dış borçlanmada olduğu gibi, kapitalist tekellerin emperyalist aşamada bulunduğu günümüzde, yarı-sömürge ülkelerle emperyalist devletler arasında yapılan ticari faaliyette eşdeğer bir değişimin söz konusu olmaması nedeniyle dış ticaret açığı verilmesi kaçınılmazdır.

Eşitsiz ticaret aracılığıyla emperyalist sermaye, yarı-sömürge pazarlarda hakimiyetini ve sömürüsünü sürdürmektedir.

Emperyalizme bağımlı montaj sanayi

21. yy’ın başından itibaren Türkiye’de çeyrek asırlık sürede AKP hükümetleri eliyle hayata geçirilen ve Türkiye pazarının yarı-sömürge koşullarını güncelleyip daha da derinleştiren bu değişimin üretici güçlerin değişiminde ve dahası bu alt yapı üzerinden yükselen üstyapının şekillenmesinde belirleyici etkide olduğu açıktır.

Türkiye pazarının uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi, kuruluşundan itibaren emperyalist sermayeye bağımlı bir ülke olarak, yarı-sömürge Türkiye’nin, “ihracata dayalı sanayileşme” modeli olarak propaganda edilen “kalkınma” söylemleriyle yarı-sömürge koşullarının güncellenmesi ve derinleşmesiyle sonuçlanmıştır.

Bu sanayileşme, komprador nitelikli, düşük teknolojili ve emek yoğun bir üretime dayalıdır. Türkiye’de üretim özellikle de sanayi üretimi emperyalist tekellerin taleplerine göre örgütlenmiştir.

Bu somut gerçeklik, Türkiye ekonomisinin dış ticaretinde ve özellikle ihracatında düşük ve orta düşük teknolojili ve emek yoğun üretimin etkisi ve ağırlığında net olarak görülebilir. Emperyalist sermaye sadece montaj sanayisini geliştirmemiş ama aynı zamanda bu sanayiye dayanan yan sanayisini de geliştirmiştir.

Türkiye en fazla ithal ettiği ve dışa bağımlı olduğu sektör, mineral yakıtlar, yağlar, petrol ve doğalgazdır. Türkiye’nin petrol doğal gaz ve türevi enerji ürünleri ithalatı 2022 yılında 96.5 milyar dolardır. Bu toplam ithalatın % 26.5’ine karşılık gelmektedir. Türkiye’nin petrol ve doğalgaz ithalatına olan bağımlılığı, enerji açısından bağımlılığına işaret etmektedir.

İkinci sırada 34.5 milyar dolarla makineler, mekanik aletler, kazanlar; bunların parçalarının ithalatı yer almaktadır. Türkiye’nin en çok ithal ettiği ürünler arasında üçüncü sırada 28.3 milyar dolarla demir ve çelik vardır. Türkiye’nin demir ve çelik ithalatının yaklaşık 3/1’i (9.71 milyar dolar) demirli atık ve hurda; yeniden eritme demir veya çelik hurda külçelerinden oluşmaktadır. Bu verilerle birlikte Türkiye’nin dışarıya sattığı ürünler karşılaştırıldığında, bu ürünlerin büyük bir bölümünün dışarıdan satın alınıp işlenerek demir ve çelik olarak yeniden ihraç edildiği görülmektedir.

Türkiye’nin 2022 yılı demir ve demir dışı metaller ihracatı 14.3 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Çelik ürünlerine dair ihracat rakamı 21 milyar dolar, toplamda ise 35.3 milyar dolar olarak gerçekleştiği ifade edilmektedir. Öte yandan yukarıda işaret ettiğimiz üzere Türkiye’nin dışarıdan en çok satın aldığı ürünler arasında demir ve çelik ithalatının yaklaşık 1/3’ünün (9.71 milyar dolar) demirli atık ve hurda; yeniden eritme demir veya çelik hurda külçelerinden oluştuğu dikkate alındığında, Türkiye’nin dışardan demir ve çelik hurdası satın alıp, bunları işleyip dışarıya sattığı anlaşılmaktadır.

Nitekim Türkiye’de demir ve çelik üretiminin ana hammaddesi olan demir cevheri yetersizdir. Türkiye’nin demir cevheri açısından yetersiz hammaddeye sahip olmasına rağmen sektörün Türkiye’nin ihracında ilk sırada olması dikkat çekicidir. Türkiye iki yolla bu eksikliğini gidermektedir.

Birincisi dışardan demir cevheri ithal etmektedir.

İkincisi ise yine dışardan hurda demir ve çelik alıp işlemektedir. Dışardan demir cevheri ve hurda demir ve çelik alınıp, işlenmesi ve yeniden dışarıya satılması, Türkiye ekonomisinin son süreçteki yönelimi hakkında bir fikir vermektedir. Bu ekonomik faaliyet bir yandan ana metal sanayine etkide bulunmakta, diğer yandan ise bu ekonomik faaliyeti sürdürebilmek muazzam bir enerji ihtiyacı gerektirmektedir. Bu ise enerji ihtiyacını karşılamak için maden sektörünün devreye girmesine neden olmaktadır.

2022 yılında Türkiye’nin dış satımında üçüncü sırada tekstil, hazır giyim ve konfeksiyon ürünleri bulunmaktadır. Türkiye ekonomisi, pamuk, yün ve sentetik lifler dahil olmak üzere önemli bir tekstil ve giyim ihracatçısıdır. 2022 yılında diğer alt sektörler bir yana Türkiye’nin tekstil ve hammaddeleri ihracatının 10.3 milyar dolar, hazır giyim ve konfeksiyon ihracatının ise 21.2 milyar dolar ve toplamda 31.5 milyar dolar olarak gerçekleştiği ifade edilmektedir.

Bu sektörde süreçle birlikte hazır giyim ve konfeksiyon üretiminin değil, iplik boyama ve kumaş üretiminin ön plana çıktığı, hammaddenin dışarıdan (Çin’den) alındığı ve Türkiye’de işlendiği anlaşılmaktadır. Bu sektörün ucuz işgücü yanında çok fazla enerji ve çok fazla yeraltı suyu kullanımı nedeniyle özellikle çevreye yönelik tahribatı ağırdır.

2022 yılında Türkiye’nin dış satımında dördüncü sırada 30.9 milyar ve toplam içindeki % 12.2 payı ile otomotiv sektörü yer almaktadır. Türkiye’nin dışardan satın aldığı ürünler arasında ikinci sırada 34.5 milyar dolarla makineler, mekanik aletler, kazanlar; bunların parçalarının ithalatı yer aldığı düşünüldüğünde ve özellikle de bu kalem içinde kamyon, otobüs, iş makineleri gibi ticari araçlarda yoğun bir şekilde kullanılan sıkıştırma ateşlemeli içten yanmalı pistonlu motor dizel veya yarı dizel motorlar olduğu dikkate alındığında, Türkiye otomotiv üretiminin dışa bağımlı yapısı, dışardan alınan malların otomotiv sektörü tarafından montajlandığı ve tekrardan dışarıya ihraç edildiğini göstermektedir.

Sonuç olarak; gelinen aşamada Türkiye ekonomisi emperyalizme bağımlı yarı sömürge bir ülkenin tüm özelliklerini göstermektedir. Emperyalist sermaye Türkiye pazarını doğrudan sermaye yatırımı, borçlandırma, hammadde talanı, eşitsiz ticaret vb. yöntemlerle sömürmektedir. Bu sömürüde Tük komprador burjuvazisi aracılık görevinin karşılığı belli bir pay almakta, sömürünün esas payı ise emperyalist merkezlere aktarılmaktadır.

Dolayısıyla Türkiye’nin emperyalizme bağımlı yarı sömürge bir ülke olması gerçekliği beraberinde Demokratik Halk Devrimi’nin ana görevlerinden birinin anti-emperyalist mücadele olmasını zorunlu kılmaktadır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu