
Evlatlarının acısıyla birlikte davalarını omuzlarında taşıyan çileli ve yürekli analarımız. Kayıp evlatlarının “beni bul anne” bakışlarında direnişlerini büyüten analarımız! Ne fakir sofralarında ne de kavganın en yaman anında evlatlarını bırakan, onları hiçbir koşulda terk etmeyen analarımız! Yürekleri yangın yeri olan, inatla kayıp evlatlarını aramaktan yorulmayan analarımız! Bu ülkede her bir ağacın, her bir çiçeğin yanında bir taş bulunur. Ancak kaybedilen sayısız halk evlatlarının başuçlarında bir mezar taşı bile bulunmaz.
Ne ölülere ne mezarlara ne inançlara ne de kutsallara saygısı olan, vicdansız bir sistemle ve utanmaz sahipleriyle karşı karşıyayız. Sadece soluk alan, onur ve vicdan sahibi insanlara, özgürlük arayan direnişçilere, halka düşman olan bir sistem yok! Aynı zamanda insani, vicdani, ahlaki değerlere inançlara, kutsallara düşman olan katı bir zihniyet var.
Sayısız Ermeni aydını, inanç önderi, yüz binlerce kadın ve çocuk mezarsız yatmaktadır. Sayısız Kürt aydının, inanç önderlerinin şimdiye dek bir mezar taşı bile bulunmamaktadır. Ne dört tahta parçasına ne de zamansız tarihe sığdırılamayan devrimcilerin, özgürlük savaşçılarının mezar taşları yok. Olanları da utanmazca yıkan, tahrip eden ahlak yoksunu saygısız zalimler var. Zulmün bol olduğu, özgürlüğün kırıntı halinin bile bulunmadığı topraklarda henüz iyi, güzel, insani ahlaki şeyler yaratılmıyor.
Yaşamını amaçları için gözden çıkaran adları Sıdıka, Berfo, Güzel, Sakine, Emine olan analarımız. Bir çoğunun ise adları bilinmeyen, sayılmakla bitmeyen, isimsiz unvansız şefkat dolu direngen analarımız! Sevgileri bir ırmak gibi sessiz, sabırları derin olan, evlatlarını bulmak için dağları, ovaları, şehirleri aşarak denizlere varmanın yolunu aramaktan vazgeçmeyen analarımız. Onlar sadece evlatlarını değil, yaralı halde yerde yatan adaletin kendisini de aradılar.
Büyük toplumsal davanın mücadelesi büyük, direnişi soylu direnişçileri kahraman olur. Ülkemizde başta sayısız gerilla ve tutsak anaları olmak üzere Cumartesi ve Dayike Aşiti, Dayike Şehida, evlatlarının yükü kadar davalarının ağırlığını da onurla taşıdılar. Zulmün ve inkarın her bir karesi anaları ve direniş fikirlerini harekete geçirdi ve onları direnişin asılı bayrağı yaptı.
Her zaman ana kalmayı başaran, zulmün karşısında evlat sevgisini büyütmekten vazgeçmeyen analarımız adaletsizlik ve zulüm karşısında sustuklarında sıradakinin diğer anaların evlatlarına geleceğini bilerek konuştular ve umut oldular. Karanlığın en koyu, zulmün en tanımsız, sessizliğin en derin olduğu anlarda yürek ve sevgiyle konuşan analarımız unutulmaz oldular.
“Önce çocuklarımızı kurtaracağız, insanlık sürsün, özgür geleceği kursunlar, diye” seslenen analar gözyaşlarını içlerine öfkelerini zalimlerin suratına haykırarak bu çorak topraklarda tıpkı evlatları gibi en zor şeyin insan kalmak olduğunu bilerek adaletsizliği silmek için koyuldular yollara.
Bu ülkenin dağları, evlat koktu. Çiçekleri evlat açtı. Gözleri evlat baktı. Ne acıları dindi ne de direngenlikleri son buldu. Yarım asırdır süren özgürlük ve onur kavgasında analar her daim evlatlarının zorlu ve onurlu kavgalarının yanında durup, direnişin ön saflarında yer aldılar. Ne evlatlarını ne de davalarını terk ettiler.
12 Eylül’ün en karanlık günlerinde herkesin mutlak susturulup diz çökertilmek istendiği zindanlarda ölü sessizliğinde cehennem zulmü yaşatılırken anaların ne haykırışları dindi ne de zılgıtları son buldu. Zindan kapılarında olmadık eziyet gördüler. Onlar da evlatları gibi coplandı, tazyikli suyla yerlerde sürüklendi. Gözaltına alınıp eziyet gördü. Utanç verici sözlere, kabul edilmez davranışlara maruz kaldılar. İçerisi hücreleri parçalayan müthiş bir direniş ve mücadele alanı haline getirildiğinde dışarıda tutsak anaları da hücre karanlığını parçalayan meşaleler oldular.
İçeride zulme ve onursuzluğa son vermek için devrimci tutsaklar bedenlerini ateşe verdiklerinde dışarıda ise zindan direnişlerinin vefalı ve cesur anaları işkenceler son bulsun diye bedenlerini ateşe verdi. “Mademki evlatlarımıza yaşamak çok görülüyor biz de içerdeki onursuzluğu parçalamak için yaşamımıza direnişi yükleriz” diyerek, fedakarlıkların en soylu davranışlarını gösterdiler.
Ne acıları dindi ne de direngenlikleri son buldu. Gözlerinin derinliğinde sakladılar evlatlarını. Evlatlarını kaybeden anaların kalbinde sadece karanlık gece de bir yıldız gibi parlayan evlat ismi parlamaz. Aynı zamanda adaletin gerçek yüzü parlar.
Dersim’in, soykırım yaşamış yitik bir halkın evladı olarak dünyaya gözlerini açan Emine Ana’nın yüzü hiç gülmedi. Zulüm tezgahında evladı Hasan’ı kaybeden Emine Ocak Ana sadece evladının akıbetini öğrenmek için hesap sormadı. O aynı zamanda tüm kayıpların hesabını sordu. Otuz yıl, yaz kış demeden, sıcak soğuk dinlemeden kaldırımları, mahkeme koridorlarını, adaletsiz sarayların kapılarını direniş adımlarıyla aşındırmaktan geri durmadı.
Sıdıka Ana, Güzel Ana, Berfo Ana, Sakine Ana, Emine Ana; cesaretleri ve analık yüreğiyle karanlığı yıkmak için yürüdüler. Onlarla başladılar yürüyüşe yüzler, binler oldular. Ancak ne adalet utandı anaların yürüyüşünden ne de zaman yoruldu!
Emine Ana’nın bedeni yavaşlasa da içindeki evlat sesi hiç dinmedi. Kayıplar için adalet gelmeden oturup dinlenmenin anlamsız olduğunu bilerek direndi. Çivisi çıkmış dünyada yaralı adalete vicdan katmak için yaşamını adadı. Ne evladını unuttu ne de unutturdu. Sabrı gözlerinde, umudu direnişinde taşıyarak gençlere ve insanlığa örnek oldu.
Galatasaray Meydanı kaldırım taşlarından oluşmuyor. Galatasaray Meydanı Cumartesi Analarının/İnsanlarının direnişiyle insanlığın onur anıtı oldu. Tıpkı Plaze de Mayo Meydanı gibi… Hasan Ocak’ı, Hasan Gülünay’ı, 12 Eylül işkence hanelerinin ser verip sır vermeyen direniş kahramanı Süleyman Cihan’ı ve sayısız devrimci canı kimler kaybetti?
Yaşanmışların tanıklıkları, direniş ve anlatılarıyla tarih yapan, sessizlikleri söz olan, Emine Ana’nın, Cumartesi ve barış analarının hatıraları önünde saygıyla ve minnetle…
(Yeni Özgür Politika – 29 Temmuz 2025)